ÇANKAYAI-V. CiltlerFalih Rıfkı ATAYEkim 1999Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurultarafından hazırlanmıştır.Dizgi - Yayımlayan:Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.Baskı: Çağdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti.Ekim 1999FALİH RIFKI ATAYÇANKAYA
Cumhuriyet GAZETESİNİNOKURLARINA ARMAĞANIDIR.ÖnsözAtatürk devri üzerine ha ralarımı 1952'de''Dünya'' gazetesinde yayınlamış m. Bu eserin ikieksiği vardı: Biri Atatürk devrini bilenler için olmak,öteki de o günlerde sırasız sayılabilecek bazı olaylarıaçıklamamak.Şimdi bu iki eksiği tamamlıyarak ''Çankaya''yıyeniden yayınlıyorum.Moda, 2 Mart 1968 Falih Rıfkı AtayBirinci Baskının Önsözü1946, hele 1950'den beri Atatürk devri, onuniçinde şöyle böyle bulunmuş olanların, veyakendilerini olduklarından başka türlü sandırmakhevesine kapılanların elinde sömürülüp durmuştur.Yayınlanan ha raların çoğunda ölüler tanık, bir
ağızla iki kulak arasında, hiç kimsenin duymadığıfısıldaşmalar belge diye kullanılmaktadır. Tarihçi ise,gazete okuyucuları kadar kolay avlanmaz. Tarihçi,bu ha raların doğruları ile sahteleri ve zorlanmışlarıarasında yanılmaktan kendisini kurtarmasını bilir.Garip r ki görev ve sorum başındabulunanlardan belli başlı hiç kimse de ha ralarınıyazmamış r. Elimizde yalnız Atatürk'ün ''Nutuk''uvar.Atatürk de, kızıp darılır, barışıp gene bozuşur,bazan huysuzluğu, bazan key tutar, bir müddetherhangi bir dedikodunun etkisi al nda haksızlığakadar gider, sonra pişmanlık duyar, üstelik alayı,şakayı sever, fâniliği size bana benzer tabiî birinsandı. Şahıslar için bir ''değişmez'', bir de ''geçici''övgü ve yermeleri vardır. Hemen her akşam ve heryerde meclisli ömür sürdüğü için, yanında bir ikidefa bulunanlar, çok defa, şahıslar veya olaylarüzerine bu ''geçici'' övgü veya yermeleriniduymuşlardır. Herkes duyduğunu tarih belgesiolarak vermeğe kalkarsa, sana nı bilmiyen bir
tarihçi bu aykırılışmaların al nda şüphesiz pekgüçlük çeker. Atatürk'le devamlı birlikte bulunanlarda sevdikleri bir kimse için onun ''geçici'' övgüsünü,sevmedikleri için ''geçici'' yermesini önesürmektedirler.Belli başlı adlar söz konusu olduğu zaman, buşahsiyetleri nasıl görevlendirdiğine bakınız. Gerçekhükümlerini ancak böyle kavrıyabilirsiniz. Çünküdevlet ve halk işlerinde hiç lâubalîliği yoktu.Bir zamanlar akrabasından birini Na aVekilliğine tavsiye etmiş . Bir müddet sonra birakşam:- Ben de onu su mühendisi sanırdım. Meğersudan bir mühendis imiş, demişti.En yakın münasebe e olduklarının bile devlethizmetlerinden uzaklaş rılmasına hiç sesçıkarmamıştır.Ha ralar okunurken öyle bir duyguya dadüşülüyor ki meselâ Atatürk işlerin sırrını ya
sofrasında yalnız kaldığımız zaman zaman bana, yabir gezin de baş başa bulunduğunuz vakit size,yahut aralarında bir üçüncüsü bulunmadığınıgörerek bir başkasına anlatmıştır.Mavi boncuk kimdedir?Haber vereyim ki Atatürk ne yap ğını, nasılyapacağını, kimlere ne yap racağını, kimleri nasıl venerede kullanacağını bilir pek hesaplı bir adamdı.Yapmış oldukları üzerinde istediğiniz tenkitlerdebulunabilirsiniz. Fakat kendi varmak istediğineulaşmaktan başka bir şey düşünmiyen,dostluklarının, yakınlıklarının, sözde sırdaşlıklarınınüstünde bilhassa ''kendi kendine vefalı'' bir liderolduğu söz götürmez.Tarih boyunca bütün kendi gibi olanlarabenzerdi. O da bal veren bir çiçek değil, her çiçeğinkendine göre balını almasını bilen bir arı idi. Herçiçeğin kovan peteklerinde şüphesiz bir payı vardır.Fakat çiçeklerden hiçbiri, eğer arı olmasaydı,petekteki balı yapabileceğini söyliyerek övünemez.Ama bu balı zehir sayanlar da bulunabilir.
Otuz yıl nice kimselerden:- Ben olmasaydım... demeğe benzer sözlerduymuşumdur.Şu var ki asıl mesele O'nun ''olmasında'' veya''olmamasında'' idi. 1914'te Osmanlı Devle nin sözsahibi Enver yerine Mustafa Kemal olduğunu,1919'da da Samsun'a Mustafa Kemal yerineEnver'in ayak bas ğını bir tasarlayınız. Türktarihinin gidişi başka türlü olurdu. Büyük rsatlarfâni şahıslara bir mille n kaderini iyiye veya kötüyedoğru değiştirmek imkânını verebilir.Geçenlerde bir yazıma şöyle başlamış m: ''Ellialtmış sularında mısın, uydur uydur anlat! Geçmişdediğimiz şey de buna döndü. Bazı övünmeleriişi kçe ve bazı ha raları okudukça içimi bir şüphebasıyor:- Acaba ben bu devrin içinde mi idim? Yoksaotuz yıl süren bir rüya hâli mi geçirdim?
''Benim tanıdığımı sandığım Atatürk, banamilletvekillerinden biri olduğum gibi gelenMeclisler, dinlemiş veya okumuş olmak sanısınadüştüğüm ha pler ve yazarlar, acaba hepsihayaletler mi idi? Yoksa hepsi çi idiler de bensahte ikinciler ile beraber mi düşüp kalkıyordum?Doğrusu Shakes- pear'in listeleri arasında yabenden acayibi yoktur, yahut, eğer ben gerçekteno geçmişte yaşamışsam, eski devirden kalmaolanların yüzlercesini hekimler, ruhçu ve akılcılar,trajedi, komedi, vodvil ve revü sanatkârlarıarasında dağı p ilme ve sanata hizme ebulunmalıyız.\"Bu yazı biraz mizah, biraz yerme kılıklı olmaklaberaber tam içimin sesi idi.Ya ben kimim?Ben haddini bilen bir yazı adamıyım.Cumhuriyet devrine ''Akşam'' gazetesinin dörtsahibinden ve iki başyazarından biri olarak girdim.Cumhuriyet Halk Partisinin iktidar devrinden ''Ulus''gazetesinin ''eski'' başyazarı olarak çık m. Otuz yıl
yazdım, konuştum, dinledim ve gördüm. Hepsi bu.Kırk, bir olgunluk yaşıdır. Daha genç olanlarıbırakınız, bu yaştakilere bile geçen devre ait hangiha ramı anlatsam, şaş klarını görüyorum. Hemenhepsi:- Ne olur, bunları yazsanız... diyor.Ben de onları yanıma alıp 1881'den 1938'edoğru geçmişi dolaş rmak is yorum. Budolaşmada benim dinlediklerimi işitecekler,gördüklerimi seyredecekler. Atatürk'ü ve onundevrini ben nasıl anladımsa öyle anlatmakis yorum. Basit de bir metodum var. Fıkralar veha ralar içinde sindire sindire anlatmak! Gerçi bubir dağıtmadır. Toplamayı okuyanlara bırakıyorum.Bir okul tarihi değil, kendi ha ralarımı yazdığımıunutmayınız.Kulağınıza bir şey söyliyeyim: Geçen devirde neben istedim, ne de bana vermediler. Hiç kimsedenalacaklı değilim. Kendi orta hâlli köşemde bir kir
savaşçısı idim. Sonlarına yaklaşan ömrümü başkatürlü bitirmeğe de niyetim yok.Şahıslar arasındaki anlaşmazlıklar ve rakipliklerbeni ilgilendirmediği gibi, şu bunu sevmediği, buonu çekemediği, o buna gücendiği için tariholaylarının değişmesi de lâzım gelmez.Bu ha ralar gördüklerim ve işi klerimdir.Gördüklerimin hepsi benden. İşi klerimin çoğuAtatürk'ün ağzından!***Birinci Dünya Harbi üzerine yazdığım ha ralarınadı ''Zey ndağı'' idi. Bu Kudüs'te bir tepenin adı.Yedek subaylığımı onun üstündeki Dördüncü OrduKarargâhında geçirmiş m. 1923'ten 1938'e kadarhaya mın büyük bir kısmı da Çankaya'da,Atatürk'ün yakınlığında geç . Çocukluk, gençlik,askerlik ve ih lâlcilik hikâyelerini, eski ve yeniköşkünde, kendi ağzından dinledim. ''Hâkimiyet-iMilliye'' ve ''Milliyet'' gazetelerinde çıkan ilkha ralarını ben yazmışımdır. Birçok günler uzun
boylu baş başa kaldık. Hindenburg'a ait kralarAlmanya Büyük Elçiliğinin şikâyetlerine sebepolduğu için bu ha raları yarıda kes k. Geri kalannotlar bende idi. Ölümünden sonra 19 Mayıs'ın ilkyıldönümünde bu notlardan mütarekedeİstanbul'da geçirdiği günleri anlatan bölümlerinitoplayıp bir küçük kitapta yayınlamıştım.Kuvay-ı Milliye ve devrim yıllarının birçokşöhretlerini, gerçek veya iğre şahsiyetleri ile,Çankaya meclislerinde tanıdım. Atatürk'ün devletsırlarını sofrasının üstüne döktüğü sanılmamalıdır.Resmî işlerini sorumlu hükûmet adamları ilegörüşürdü. Akşam meclislerinde dostları ilebuluşmak, olaylar ve şahıslar üzerine ha ralarınıanlatmak, tartışmalarda bulunmak da eski âdeti idi.Onun herkesi kir ve karakter değeri kadarsırlarına yaklaş ran, devamlı bir telkin sana nıninceliklerini pek iyi kavrayan yaman bir poli kacıolduğu unutulmamalıdır. Son büyük Makedonyalıidi. Sofrasında bulunanlar onu kendi kafalarının ikikulağı ile dinlemişler, çok defa yanılmışlardır.
Bir ''emir'' ve ''nehiy'' zorbası değil de inandırıcı,bağlayıcı bir lider olmayı istediği ve sevdiği içinbazan yorucu, pek zeki olmıyanları şaşır cı dolaşıkyollar seçmiştir.Atatürk'ün davasına ölesiye bağlı, fakat içinidökmekten hiç çekinmiyen kir arkadaşlarındanbiri Recep Peker'di. Ha ralarım arasında şöyle birnot var: Âdeta şakalı bir konuşmadan sonra bahisbilmem neden bu korku meselesine geldi. Atatürk,yanında oturan Recep'e:- Sen benden korkmaz mısın? diye sordu.Recep güldü. Atatürk:- Karşıma geç! dedi.Geçti:- Korkar mısın, korkmaz mısın, söyle, dedi.- Hayır, dedi, ne senin arkadaşların korkak rlar,ne de sen korkunçsun. Biz inanarak senin
ideallerine bağlıyız. Sen sevilen adamsın, korkunçolamazsın.Atatürk:- Gel gene yanıma otur, dedi.Atatürk'ün anla şı, ne nutuk söylemesine, nede yazı yazmasına benzerdi. Ara sıra Rumeli ağzınakayan tatlı bir şivesi, gönül tellerine dokunanbüyülü bir sesi, hiç bezginlik vermiyen renkli birhikâye üslubu vardı. İnsanlarda beğenecek pek azşey bulmayı belki süs edinen nice z tenkitçiler,sohbet cazibesine kolayca kapılmışlardır.Geçen otuz yıllık geçmişe doğru ne zamanbaşımı çevirsem, o tepeyi bir türlü gözdenkaybedemem. Öne gelir, geriye gider, yana kaçar,öyle olur ki ondan başka bir şey görünmez, o kadarkaplayıcıdır, olur ki hiç olmazsa ta uzaktan gölgesivurur, fakat ha ralarımı o tepenin hükmü veyaetkisi al ndan kurtaramam. Onun için bu kitabınadını ''Çankaya'' koydum.
Büyükleri büyüklükleri, küçükleri küçüklükleri,bayağıları bayağılıkları, zevkleri acıları, hüzünlerituha ıkları ile içinden geçip geldiğim geçmişseyredilmeğe değer.Görüşüme, anlayışıma güvendiğiniz kadaryazdıklarıma inanabilirsiniz. Yanılmış olabilirim.Hele, tarih ha zam pek zayıf olduğundan, yıl, ay veolay sıralarında yanılabilirim. Zorlamak, bozmakveya değiştirmek... Hayır!***Şarklılar için ya ''methiye'' ya ''hicviye'' vardır.İkbal adamlarını, ya borçlusunuz, baştan ayağaövmeli, ya kinlisiniz, tepeden rnağa yermelisiniz.Bu türlü yazılarda şairin veya nesircinin hayal venüktelerini tatmakla kalırsınız. Fakat adamıtanımazsınız. Şark devlet adamlarının ha raları daövünmekten veya savunmaktan öte geçmez.Atatürk övülmekten hiç şüphesiz hoşlanmaklaberaber, meselâ, Türkiye'de yayınlanmasına izinverilmiyen Armstrong'un ''Bozkurd''u kendi üzerine
yazılmış eserler arasında en beğendiği idi. Bukitabın haksız ve yanlış, ha a doğru da olsayazılmasını hoş bulmıyacağımız tara arı olsa bile,Atatürk'ün şahsiyet ve karakter sırlarına hayliyaklaşan bir tarafı olmalı idi.Hikâyeyi birçok kimseler bilir. Atatürk İzmir'e birgidişinde Kordon boyundaki evinin salonuna büyükbir sofra kurulur. Davetliler tamam olup oturulacağıvakit, sokakta biriken halkın içerisini seyre ğiniistemiyen vali, perdelerin indirilmesini emreder.Atatürk der ki:- Vali bey, dışarıdaki halk acaba bizim neyap ğımızı sanıyor? İçki iç ğimizden şüphesi yok.Fakat şimdi masa üstünde kadın da oyna ğımızıve kim bilir daha neler yap ğımızı zannedecekler.İçki içmekten başka bir şey yapmadığımızıgörmeleri için perdelerinizi açtırınız.Sözlü, oyunlu ve kadınlı toplan lardan biri idi.Sofranın iki türlü dağılışı vardı. Ya Atatürk'e iyiceuyku ve yorgunluk basar, arkadaşlarına izin verir veyatak odasına çıkar, yahut, yabancı ve yarı
bildiklerle vedalaşıp birkaç yakın arkadaşınıalıkoyardı. Yemek odasında veya eğer bahar ve yazgünleri ise, köşkün bahçesinde kalanlarla birazdaha vakit geçirdikten sonra, hafifler ve ayrılırdı.O gece bazı aşırıca sahneler geç . Gülüşeoynaşa sabahladık. Atatürk benimle birkaç kişiyisona bırak . Gece üstüne bir hayli dedikodu yap k.Çıkıp gideceğimiz sıra kendisine dedim ki:- Şimdiye kadar sizin için yalnız yabancılar yazdı.Biz yanınızdayız. Sizi ve eserinizi daha iyi tanıyoruz.İzin verir misiniz? Yakup Kadri ile sizin için bir kitaphazırlasak...Ferah ve uyanık bir bakışla beni süzdü:- Dün geceyi yazacak mısınız?- Canım efendim, bu kadar hususiyetlerinizegirmeye ne lüzum var?- Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılmam ki...Siz de başkalarının yazdıklarını tekrarlamış
olursunuz.Yap ğını saklamak riyakârlığından, kendi gibi,halkı da kurtarmaya çalış . Bir yaz ikindisiDolmabahçe Sarayı'ndan bir motörle KalamışKörfezi'ne kadar uzanmış k. Koy sandal dolu idi.Ortalarına sokulduk. Herkesin gözü Atatürk'te vehepsi put. Ses yok, kımıldanış yok. Atatürkgarsona:- Bize bira getiriniz, dedi.Getirdiler. Kadehini kaldırarak:- Şere nize vatandaşlar... deyince kimi yanıbaşında, kimi oturduğu yerin al nda sakladığı içkikadehlerini:- Şere ne paşam... diye kaldırıp iç ler. Bütünkoy neşe içinde çalkalanıp durdu.Ha ralarımdan gizleme çabasına düşmeyişim,yalnız Atatürk'ün o sabahki öğüdünü tutmak içindeğildir. Atatürk kadar iç ve dış, özel ve resmî
yaşayışı birbirine karışan, iç içe giren, ha abirbirinden ayrılmayan belki pek az tarih adamıvardır. İç yaşayışı üzerine hikâyeler yazılması doğrudeğildir diye görünebilir. Fakat onu anlamak ve oanlatmak için bunlar, devrimlerinden veyaeserlerinden herhangi birinin cansız belgeleri kadarfaydalı olsa gerek. Atatürk, toplamhesaplaşmasında, içinde göründüğü bütünolayların üstünden bakar olur. Dikeni çalısı ayağınızıyalıyarak indirdiğiniz bir dağ gibi, geri dönüpbaktığınızda onun ancak yüceliği altında ezilirsiniz.Herkes gibi Atatürk'ün insanlığı iştahlardan,hırslardan, heyecanlardan, gurur ve ö elerden,zaaf ve kuvvetlerden, iç varlığın düzlerinden, iniş veçıkışlarından yoğrulmuştur. Eseri bu insanlığınderinliklerinden gelme, kaynaklarından doğmadır.Atatürk'ü ayıklıyarak değil, bir tabiat parçası gibi,toplu ve tam ele almalıdır.***Büyük adamlar için hayranları, dostları,düşmanları, hatta uşakları hatıra yazmışlardır.
Napoleon bir akşam sofrada otururken, yenioynanan bir piyesten bahsederler. Piyeste bir deimparator rolü varmış. Napoleon, bu role hangiaktörün çıkmış olduğunu sormuş. Sonra dakendisini saraya çağırtarak:- İmparator rolünü nasıl yap n, tekrarla da birgöreyim, demiş.Aktörün rolü pek iyi yapmış olduğunusöylemeğe lüzum yok. Fakat Napoleon'un bizzatkendisi imparator! Bir imparatorun ne gibi hâllerdenasıl davranacağını onun kadar bilmek kiminhaddi?- Yerinize oturunuz, der ve kalkıp bu rolün nasılyapılması lâzım geldiği hakkında kendisi canlı birders verir.Olayı Napoleon'un uşağı yazmış r. İmparatorudaima başında tacı ve al nda tah ile göstermekisteyen safdil âşıkları için:
- Anla lmasa daha iyi olmaz mıydı? denecek birhikâyedir ama, bizi Napoleon'un insanlığınayaklaştırıcı ve ısındırıcı bir tadı yok mu?Asıl mesele kötülü iyili, aşağılı yüksekli ha ralariçinde bir tarih adamının nasıl kişilik bağladığıdır.Cumhuriye n ilk zamanlarında memleke eAtatürk düşmanlığını yaymak için bilhassa hususîhaya nı ele alanlar pek çoktu. Bunlardan biri,Kocaeli köylerinden birinde Atatürk'ün koynunaher gece bir bakir kız verildiğini söyler. Ak sakallı birihtiyar der ki:- Haydi be canım, ölünceye kadar her gece birkız verseler, Yunan askerlerinin bir gecede yap ğınıyapmağa ömrü yetmez.Sıcağı sıcağına zafer günlerinde böyle idi. Dahasonra, Serbest Fırka denemesinde bizim aksakallının hafızasından hayli kaybettiğini de gördük.F. R. ATAY
MUSTAFA KEMAL1881 - 1914Çocukluğu ve İlk GençliğiAtatürk 1881 tarihinde Selânik'te Ahmet SubaşıMahallesi'nde Sanayi Okulu karşısında orta hâlli birahşap evde doğdu. Babasının adı Ali Rıza, anasınınZübeyde'dir. Otuz yaşını geçen evli kadınlaradendiği üzere, Zübeyde Molla Selânik'e birkaç saatuzak Sarıyer adlı bir Yörük köyündendir. MustafaKemal ana tara ndan Yörüktür. Ondaki Altaylı pibundan olsa gerek.Ama aslı Tesalya fethinden sonra Anadolu'dangöçmüş, 1810'da Vodina'da Sarıgöl bucağındanSelânik'e gelip yerleşmiş r. Bu göçmenin adıFeyzullah' r, soyadı Hacı Sofular. Kızı Zübeyde'niniki kardeşi vardı. Biri Lankaza'da ahçılık eden Hasan,ikincisi Selânik eşra ndan Hacı Sami Bey'inçiftliğinde Subaşı Hüseyin.Genç yaşında evlendiği Ali Rıza Efendi, Katerin
ilçesinin Pasaport Köprü denen yerinde gümrükmuhafaza memuru idi. Aralarında yirmi yaş farkvardı. Kızıl bıyıklı ve iri yarı idi. Babasına KırmızıHa z Ahmed derlerdi. Aydın'ın Söke tara arındangelmişlerdi. Memurlukta iyi geçinemediği içinkeresteci Cafer Efendi ile ortak olmuştu. Önce iyikazanıyordu. Islahhane sem ndeki üç katlı evi busırada aldı. Sonra işleri bozulunca 1887'de kayıptanve sıkın dan acılanarak öldü. Bir kızı Naciye'yi dahaönce kaybetmiştir.Şark'ta büyümüş kimselere çok defahanedanımsı bir kütük uydurmak is yenler çıkar.Mustafa Kemal kendinden öncesine meraklı ve pekbağlı değildi. Gerçi 1876'da, ilk Kanun-ı Esasi'ninilân edildiği güne raslıyan 23 Aralıkta Selânik'tekurulmuş Asakir'i Milliye Taburundaki gönüllüsubaylardan biri babası olarak öne sürülmüştür.Resmi ötekilerden ayrılarak büyütülmüştür.İstanbul hürriyetçilerine yardım etmek içintoplanan bir millî kuruluşta babasının da bulunmuşolması Mustafa Kemal'in hoşuna gidecek bir şeydiama inanmış mıdır, sanmıyorum. ha a bir gün
alaylıca bir dille:- Bu bizim peder değildir, dediği kulağıma gelir.Ali Rıza Efendi sağ iken bu orta hâlli aileninbaşlıca kaygısı çocuklarını okutup ye ş rebilmek .Mustafa yedi yaşına basınca ana baba arasındaanlaşmazlık çık . Zübeyde Mollaya göre oğluilâhilerle Kasımpaşa sem ne yakın medreseilkokuluna, babasına göre yeni usul eği m yapanŞemsi Efendi Okuluna gitmeli idi. Atatürk der ki:- Nihayet babam bir kurnazlıkla işin içindençık . Önce ilâhi ve alayla mahalle mektebinebaşladım. Biraz sonra Şemsi Efendi Okulunayazıldım.Mustafa pek küçük yaşta öksüz kaldı. Aileningeçineceği olmadığı için anası oğlunu okuldanalarak Lankaya tara arında ağabeyi Hüseyin ağanınçi liğine gi ler. Dayısı Mustafa'yı çi lik işlerindeye ş rmeğe karar verdi. Atatürk kız kardeşi ileberaber karga kovmak için bakla tarlası bekçiliğie ğini hiç unutmamış r. Devlet başkanlığı
zamanında bir misafiri bu tarla bekçiliği hikâyesine:- Aman efendimiz... yollu, estağfurullahabenzer, bir inanamazlık göstermesi üzerine:- Evet öyledir. Ben de herkes gibi doğdum,büyüdüm. Doğuşumda bir ayrılık varsa Türkoluşumdan ibarettir, demişti.Bir halk çocuğu olmakla övünürdü.Mustafa'yı yakındaki bir Rum okuluna vermeğidüşündüler. Vazgeç ler. Çi lik yazıcısı KarabetEfendinin derslerinden pek faydalandığı yoktu.Lankaya'da beş al ay kaldıktan sonra bir sonbahargünü dayısı ile çayırda dolaşırken Mustafa'yı eveçağırdılar. Selânik'te teyzesi yeniden okula yollamakiçin çocuğu yanına almaya karar vermiş . O zamanon yaşında bulunan Mustafa'ya göre çi likte kalsadaha iyi idi. Fakat ister istemez anası ile Selânik'edöndü. Halasının kocası gümrük memurlarındanHacı Hüseyin Efendi idi. Okul işinde bu aileyeEvrenoszade Muhsin Bey yardımda bulunmuştu.Atatürk'ten çok defa bu Muhsin Bey ailesine
bağlılığını duymuşumdur.1894'te Selânik'te sivil rüş ye (ortaokul)mektebine girdi. Fakat orta öğre mini buradatamamlamak kısmet olmadı. Aynı zamanda müdüryardımcılığı eden ve kendine Kaymak Ha z denenmatema k hocası Hüseyin Efendi bol dayak atansert bir kimse idi. Atatürk derdi ki:- Berbat bir adamdı. Ondan çok korkardım.Beni döverse ne yaparım, diye düşünürdüm.Nitekim sınıf arkadaşlarından biri ile kavga e ğisırada Kaymak Ha z'ın eline düştü. İnsafsızcadayak yedi, kan içinde kaldı ve bu yüzden okuldançıktı.Komşularından Kadri Bey adında bir binbaşınınoğlu Ahmet askerî rüş yeye gidiyordu. Onun askeresvabına imrenen Mustafa ille aynı okula girmek,sokakta gördüğü üniformalı subaylar gibi olmakhevesine kapıldı. Anasını yokladı. Hiç de askerolması tara ısı değildi. O kimseden habersiz kabulim hanlarına girdi ve sağladığı başarı ile kendisini
öğre m süresi dört yıl olan rüş yenin üçüncüsını na aldılar. Zübeyde Hanım olup bitene boyuneğmek zorunda kaldı. Arkadaşları arasında hemenkendini göstermiş . Matema ğe bilhassa meraklıidi: ''Az bir zamanda bize bu dersi veren öğretmenkadar, belki daha çok bilgi edindim. Derslerüstünde problemlerle uğraşıyordum. Yazılı suallerhazırlıyordum. Matema k hocası da yazı ile cevapverirdi. Hocamın adı Mustafa idi. Bir gün bana,oğlum senin de adın Mustafa benim de. Bu böyleolmaz. Arada bir fark bulunmalı. Bundan sonrasenin adının sonuna bir Kemal ekliyelim dedi. Ogünden beri adım Mustafa Kemal'dir.'' Hoca sert biradamdı. Sınıfta birinci ikinci tanımazdı. Bir gün bize:- Aranızda kendilerine kimler güveniyorlarsakalksınlar, onları müzakereci yapacağım, dedi. Öncedurakladım. Öyleleri ayağa kalk ki ben oturmayıdaha doğru buldum. Bunlardan birinin demüzakereciliği al na girdim. Müzakere ortasındadayanamadım, ayağa kalkarak, ben bundan dahaiyi yaparım, dedim. Bunun üzerine hoca benimüzakereci yaptı ve eskisini benim altıma koydu.
Çocukluk arkadaşlarının anla ğına görerüş yede iken Kulekapı Mahallesi'nde bir kızla biraşk hikâyesi olmuştur. Akşamları okuldan çıkarçıkmaz eve koşar, esvaplarını ütüle r, zıpzıpoynıyan çocukları seyretmek bahanesi ile kızıpencereden görmeğe gidermiş. Ölüm yatağınakadar süren iyi giyinmek zliği bu aşk günlerindenkalmıştır, derler.***Mustafa Kemal 1898 yılı başında askerrüş yesinden sını n dördüncüsü olarak diplomaaldığı vakit on beş yaşında.Anası Zübeyde Hanım kocasından kalma dulmaaşı ile geçinemiyordu. O sırada Larisa'dangöçmen olarak gelen tütün rejisi memurlarındanotuz iki-otuz üç yaşlarındaki Ragıp Bey'le evlendi. Oda eski karısından iki veya üç çocuklu bir duldu.Ragıp Bey iç güvey olarak eve geldi. Mustafa Kemalbu evlenmeyi bir türlü içine sindirememiş . Evibırakarak Horhor Mahallesi'nde oturan halasıEmine Hanımın yanına gi . Manas r askerî
idadisine (lise) gidinciye kadar anasının evine pek azuğradı. Yeni baba üvey oğluna saygılı idi. BirinciDünya Savaşından sonra, işleri için kalmış olduğuSelânik'te ölmüş, Atatürk kendisine devamlı olarakyardım etmiş r. Yeni bir baba edinmek gururununalmıyacağı bir şeydi ama, Ragıp Bey için kötü birha rası da yoktu. Üvey ağabeyi Süreyya için pek iyikonuştuğunu ha rlarım. Bilindiği üzere Türkkadınının o kapalılık devirlerinde Türkler arasındacinsî ahlâk pek bozuktu. Delikanlı için güzellik birtehlike idi. Mustafa Kemal de al n yeleleri, henüzterliyen sırma bıyıkları, pembe teni, mavi gözleri ilebir erkek güzeli idi. Bir gün kendisini Süreyyaağabey çağırmış, sustalı bir çakı vermiş.- Ne olur olmaz, ırzını bununla koruyacaksın,demiş. Yüzbaşı Süreyya Toyran'da in har etmiş r.İkinci üvey kardeşi reji memuru Hakkı Bey'di.Son sınıf im hanlarına ''mümeyyiz'' olarakgelen Hasan Bey adında bir kurmay, MustafaKemal'e idadi öğrenimini nerede yapacağınısormuş. İstanbul'a gitmek istediğini söyleyince:
- Hayır, demiş, Manas r'a gidin. Daha iyiyetişirsiniz.Üç arkadaşı ile Manas r'a gi . Kendisi lisedekiilk zamanlarını şöyle anlatmıştı:- Bana matema k çok kolay geldi. Kendimi buderse verdim. Fakat Fransızcada geri idim. İlk üçaylık ta li geçirmek üzere Selânik'e geldiğimdegizlice Fransız mektebinin hususî sını na devamettim. Fransızcamı ilerlettim.Bu mektep Tophane'deki Colléyye des fréres'di.Mustafa Kemal'e göre ''bir kurmay mutlak biryabancı dil bilmeli\" idi.Arkadaşları arasında güzel konuşan ve şiiryazan Ömer Naci vardı: ''Bir gün benden okumakiçin kitap istedi. Verdiklerimden hiçbirinibeğenmemesi pek gücüme gi . Edebiyat diye birşey olduğunu o zaman öğrendim. Şiire heves e m.Eğer kitabet hocam alay emini Mehmet AsımEfendi imdadıma yetişmeseydi şair olup çıkacaktım.Asım Efendi bir gün beni çağırdı, bak oğlum, dedi,
şiiri, edebiyatı bırak, sen iyi bir asker olmalısın, ötekihocaların da benim krimde, sen Naci'ye bakma,hayalperest bir çocuk o, ilerde iyi bir şair ve kâ polabilir, fakat iyi asker olamaz, dedi. Gerçekten dehocamın dediği çık . Ömer Naci çok istediği haldekurmay olamadı.''Mustafa Kemal tarihe de meraklı idi. Hocası birmilliyetçi subaydı.19 uncu asırda en büyük savaşımız 1877-78Türkiye - Rusya Harbi olmuştu. Ruslar İstanbulkapılarına kadar gelmişlerdi. Mustafa Kemal henüzdoğmamış . Fakat Manas r asker lisesinde o yıkıcıbozgunun sebeplerini öğrenmeye büyük önemverdi idi. Manas r çevresinde Sırp ve Bulgar çeteleridağa çıkmakta, Türk köylerini basmakta idiler.Mustafa Kemal'in içine ilk defa bu lisede vatankaygısı çöktü. Topraklarımız üstünde ağırlaşantehlike havasını nefesleri içinde duyduğu sırada1897 Türk - Yunan Savaşı çık . ''Gençliğimin enheyecanlı günlerini yaşadım. Küçük yaşımabakmıyarak gönüllüler arasına ka lmak
istiyordum.''Gençler davul zurna sesleri arasında, ellerindebayrakları ile cepheye koşuyorlardı. Aralarındabıyıkları henüz terliyen çocuklar da var. Bazıarkadaşlarının anla klarına göre o daarkadaşlarından biri ile okuldan kaç . Ka lacaklarıbir kıta ararken gece vak bir kapı önüne geldiler.Mustafa Kemal kapı tokmağını vurdu. Kapıyı açankadın sesini çıkarmadan içeri çekildi. Sonra lâmbayıgençlerin yüzüne tutarak:- Mustafa sen burada ne arıyorsun? dedi.Bu, Selânik'te uzun müddet kalmış, ZübeydeHanımı tanıyan bir Bulgar kadını idi. Mustafa'yı içerialarak:- Nereye gidiyorsun? dedi.- Cepheye... Yunanlılarla çarpışmaya...Kadıncağız güçlükle Mustafa Kemal'i kararındanvazgeçirebildi.
Çocukluk ve ilk gençliği hikâyesini bi rmedenönce Mustafa Kemal'in çok onurlu olduğunusöyliyelim. Mahallesinde sokak oyunlarını seyreder,fakat ka lmazdı. O zamanki arkadaşlarından birininanla ğına göre bir gün komşu çocukları birdirbiroynuyorlarmış. Kendisini de çağırmışlar:- Gel, sen de oyna, demişler.Mustafa:- Peki, demiş ve olduğu yerde ayakta durmuş.- Ama eğil ki atlıyalım, demişler.Mustafa başını sallıyarak:- Ben eğilmem. Üstümden böyle atlıyabilirsenizatlayın, diye cevap vermiş.Mustafa Kemal 13 Mart 1889'da Pangal 'daharp okuluna girmiştir.Mustafa Kemal'in Atatürklüğü bu okulda
başlıyacak r. Onun için 19 uncu yüzyıl sonundaiçinde doğup büyüdüğü ortamın şartları üzerine birgöz gezdirelim.Bir çocukluk arkadaşı der ki:- Bir kolağasının kızı Müjgân'ı sevmiş . Onaverirler mi idi, şüphesinde iken, yolla ananı,nişanlan, demişlerdi. Onurunu hiçbir şeyedeğişmediği için, reddedilmekten, karşılıkgörmemekten çekinirdi. Utangaç . Büyük yaşlarınakadar içki bu utangaçlıktan sıyrılmasına yardımetmiş r. Kadınlara yalvaranlara kızardı. Hayaligenişti. Saatlerce kendi başına düşündüğü olurdu.OrtamMustafa Kemal Makedonya'da doğdu vebüyüdü. Makedonya on yedinci asrın sonlarınakadar Viyana kapılarına doğru giden Osmanlıordularının fe h destanları havası içinde idi.Makedonya'da yerleşen Türklerin bir adı da ''evlâd-ıfâ han'', ''fa hlerin çocukları''dır. On yedinciyüzyıldan beri Ba yeniçağa ulaşma yolundadır.
Osmanlı İmparatorluğu Cermen ve Islav akınlarıönünde ülkeler kaybetmiş r. Büyük Petro Rusya'yıBa medeniyet düzeni içine sokmuştur. OsmanlıDevle Ba önünde bu çekilişinin ana sebepleriüzerinde esaslı durmamış r. Medrese ulum-i akliyedenen müsbet ilimlere büsbütün kapılarınıkapamış r. Devlet zayı adıkça, eskisi gibidoyumluk ve ulufe alamıyan yeniçeriler büsbütündisiplinden çıkarak ikide bir kazan kaldırır, padişahindirir, vezir boğdurur, yeni deyimi ile, sık sık''taklîb-i hükûmet = hükûmet devirme'' krizleri içhuzuru büsbütün bozucu olmuşlardır. On sekizinciasrın ortalarından beri kurtulmak için Ba sistemibir ordu ve düzen kurmayı düşünenler olmuşsa daçoğu seslerini bile yükseltmek cesare nigösterememişler, Müslüman halk yığınlarını veik darları baskısı al nda tutan medresedenye şme ve gi kçe daha düşük, daha dar kafalı ve''müteassıp'' ulema takımı ise herhangi bakımdanBa 'ya benzemeği ve uymayı ''küfür'' saydığı için,Üçüncü Selim gibi, yeniçeriler yanında bir de''Nizam-ı Cedid'' denen Ba sistemi ordu kuranlarda boğazlanmışlar (1808) ve kurdukları ordu
dağıtılmıştır.Yabancı dil öğrenmek günah sayıldığı için dışpoli ka hiyanetleri Osmanlı topluluğundanayrılmak is yen ve Fenerli denen Rumların elindeidi.1808'de Fransız ih lâli milliyetçilik ve hürriyetülküsünü çoktan yaydığı için, Avrupa'nın kapıeşiğindeki imparatorluk Hris yanları dauyanmışlardı. Bilindiği üzere Türkler, İspanyollarınyap ğı gibi, kendi dinlerinden olmıyanlarıöldürmemişlerdir. Bu bir yandan, İslâm dinininkitap ve peygamber sahibi öteki dinlere karşıtolérance'ından, bir yandan da Müslümanolmıyanlar haraca bağlandığı için Hris yanların bellibaşlı vergi kaynağı olmalarından ileri gelir. Yunanisyanı sırasında Avrupa Türkiyesindeki vilâyetlerdesuçlu suçsuz Rum öldüren bir paşaya yazdığımektupta sadrazam, yalnız, neden suçsuzları daöldürüyorsun, demez, her öldürdüğün Hris yanladevlete vergi kaybettirdiğini unutuyor musun, der.Cermen ve Islav akınları ve büyük Ba
devletlerinin baskısı al nda Romanya elden çıkmış,Sırbistan ve Yunanistan bağımsızlık yolunu tutmuş,devle n zaa nı sömüren bir vali, Mehmet Ali Paşa,devle ne baş kaldırarak Mısır'ı hükmü al naalmıştır.Sonunda yeniçeriliği İkinci Mahmud,kabristanlardaki mezar taşlarına kadar kırarakkaldırmış, bir yeni ordu kurmuştu. Padişahtara ndan Türkiye'ye çağrılan Prusya subaylarıarasındaki Moltke 7 Nisan 1836'da Beyoğlu'ndanyazdığı mektubunda Osmanlı İmparatorluğunundurumunu şöyle anlatmaktadır: ''Uzun zamanAvrupa ordularının görevi, Osmanlı egemenliğineset çekmek . Bugün ise Avrupa poli kasının tasasıbu devle n kendi varlığını koruyabilmesidir.İslâmlığın Ba 'nın büyük bir kısmını hükmü al ndatutacağından haklı olarak korkulduğu devir geçelipek çok olmamış r. Hris yanlığın asırlardan berikök saldığı ülkeler, havarilerin klâsik toprağı,Korinth ve Efes, Nikomedya, İskenderiye, Sinodlarve kiliseler şehri İznik, Hris yanlığın beşiği ve İsa'nınmezarı, Filis n ve Kudüs, hepsi önce
Müslümanların, sonra Türklerin ellerine geçmiş r.Müslümanlar Avrupa'nın bütün şövalyelerine karşımukaddes toprakları savunmuşlardı. Romaİmparatorluğunun uzun ömrüne son vermek ve1000 yıldan fazla zamandan beri İsa ve azizlerininkullandığı Ayasofya Kilisesi'ni cami yapmak onlarakısmet olmuştur. Türkler Steiermak ve Salzburg'akadar ilerlemişlerdi. O zamanki Avrupa'nın en baştagelen hükümdarı başken nden kaçmış, nerede iseViyana'daki Stephan Kilisesi de Bizans'takiAyasofya gibi bir cami olacaktı.''O vakitler Afrika çöllerinden Hazar Denizi'ne veHind Okyanusu'ndan Atlan k kıyılarına kadarbütün ülkeler Osmanlı padişahının emrinde idi.Venedik'le Alman imparatorları Bab-ı âli'nin haraçdefterine kayıtlı idiler. Akdeniz kıyılarının dörtte üçüona boyun eğmiş r. Nil, Fırat ve hemen hemenTuna Türk nehirleri, Ege ve Karadeniz Türk içdenizleri olmuştu. Bunun üzerinden iki yüzyılgeçmemiş r ki aynı ulu imparatorluk gözlerimizinönünde bir dağılma ve çözülme tablosu olarakdurmaktadır ve bu hâl onun yakında sona ereceğini
anlatıyor gibi...''Yunanistan bağımsızlığını kazanmış r. E ak veSırbistan Bab-ı âli'nin egemenliğini ancak görünüştetanımaktadır. Türkler bu yerlerden sürüldüklerinigörmektedirler. Mısır bir bağımlı eyale en fazla bir'düşman hükûmet' r. Zengin Suriye ve Kilikya,alınışı elli beş hücum ve yetmiş bin insan haya namal olan Girit, kılıç bile çekilmeden elden çıkmış vebir asi paşanın malı olmuştur (1). Trablus'taegemenlik henüz şöyle böyle kurulmuşken yenidengene elden çıkmak üzere. Akdeniz kıyılarındakiöteki Müslüman ülkelerinin ar k Bab-ı âli ile hemenhemen hiç bağlan sı yok. Eğer Fransa buülkelerden en güzelini kendisi için alıkoymaktakararsız ise bu, İstanbul'daki vezirler divanındanfazla St. James'teki İngiliz kabinesinden çekinmekteoluşundandır. Arabistan'da, ha a mübarekşehirlerde, Medine ve Mekke'de çok eskiden beripadişahın gerçek hiçbir hükmü yok. Hükûmetebağlı yerlerde de padişahların hükümranlık hakkıçoğu zaman sınırlı. Fırat ve Dicle kıyılarındakimilletler pek az bağlılık göstermekte, Karadeniz ve
Bosna'daki eşraf padişahın iradesinden fazla kendiçıkarlarına düşkün. İstanbul'dan uzaktaki şehirlerinoligarşik bir idare şekilleri var. Öyle ki hemenhemen bağımsız gibi bir şey.''Böylece Osmanlı saltana gerçekte birkrallıklar, prenslikler ve cumhuriyetler yığını halinegelmiş r. Bunları uzun bir alışkanlıkla, Kur'anbirliğinden başka tutan bir şey yoktur.''Çok eskiden beri Avrupa poli kası Bab-ı âli'yimenfaatlerine aykırı harplere sürüklemiş veya geniştopraklara mal olan barışlara zorlamış r. Fakatdevle n kendi toprağında, Ba 'nın bütün ordu vedonanmasından daha korkunç görünen birdüşman vardı. 3 üncü Selim yeniçerilerle savaşınıntaht ve haya na mal olduğu tek hükümdar değildi.Buna rağmen onun yerine geçen Mahmud II buaskere güvenmektense bir reformun tehlikesinigöze almayı yeğ gördü. Dereler gibi kan akıtarakmaksadına ermiş r. Padişah Türk ordusunu yoke ği için kendini bah yar sanırken, Yunanyarımadasındaki ayaklanmayı bas rmak için Mısır
Valisi Mehmet Ali'yi yardımcı çağırmak zorundakalmış r. O zaman üç Hris yan devlet, Fransa,İngiltere ve Rusya, aralarındaki geçimsizliğiunutarak, ilk ikisi padişahın donanmasını vurupbi rdiler. Rusya'ya da Türkiye'nin kalbinin yolunuaçtılar.''Memleket aldığı bunca yarayı iyileş rmedenMısır paşası Suriye'den ilerliyerek Sultan Osman'ınson torunu devle nin batması tehlikesi al ndakaldı. Yeni kurulmuş ordu isyancılara karşı koyduise de haremden ye şme generaller bu orduyuharcamışlardı. Sultan Mahmud Rusya'yı yardımaçağırdı. Tabiî düşmanı ona gemileri, parası ve askeriile yardıma geldi. O vakit dünya, 151.000 Rusaskerinin padişah ve sarayını savunmak içinBoğaziçi Asya yakasındaki tepelerde ordugâhkurması gibi garip bir olay karşısında kaldı. Türklerarasında büyük bir hoşnutsuzluk baş göstermiş .Yenilikler birçok menfaatleri zedelemiş . Ulemanüfuzlarını kaybetme kaygısı içinde idiler. Ölümdenarta kalan binlerce yeniçeri ile, boğulan, denizea lan veya topla vurulan binlercesinin dostları,
yakınları her yere sokulmuşlardı. Ermeniler yakındauğradıkları zulümleri unutmamışlar, Rumlar isebaşta Türkleri düşman ve Rusları ise kendidindaşları saymakta idiler. Türkiye bir orduçıkaracak hâlde değildi.''Yabancı ordular imparatorluğu ba şuçurumuna kadar sürüklemişler, gene yabancıordular onu kurtarmışlardı. Türkler kendilerinin debir orduları olmasını is yorlardı. Büyük çaba ile70.000 kişilik bir ordu kurabildiler. Bu kuvve nOsmanlı İmparatorluğu ülkelerini koruması için nekadar yetersiz olduğu haritaya bir bakışla hemenanlaşılabilir. Birçok yerlere dağılan böyle bir kuvveti,tehlikeye uğrayan bir noktaya toplamıya sadecemesafeler engel olur. Bağdat'taki askerArnavutluk'taki İşkodra'dan üç yüz elli miluzaktadır. Şimdilik Türk ordusu eski ve tamamiylesarsılmış bir temel üzerinde yeni bir yapıdır.Osmanlı hükûme bugün güvenliğini ordusundanfazla yapacağı anlaşmalarla sağlıyabilir. OsmanlıDevle nin her şeyden önce düzenli bir idareyeih yacı var. Şimdiki idare ile ha a bu yetmiş bin
kişilik zayıf orduyu bile devamlı olarak zorbesleyebilir.''Memleket fakir. Devlet gelirleri azalmış r.İh yaçları karşılamak için hükûme n yapabileceğison şeyler, servetlere ve miraslara el koymak,devlet hizmetlerini satmak, hediyeler koparmak,paranın ayarını bozmak r. Para ayarının bozulmasıson haddine gitmiş r. Bu belâ Türkiye'de hermemleke en fazla ağırdır. Çünkü burada toprağapek az sermaye ya rılmaktadır. Servet denen şeyçok defa paradan ibare r. Türkiye'de para malınkendisidir. Çok yüksek olan yüzde yirmi resmî faizsermayelerin işle lmesi için bir belge olmaktan çokuzak r. Bu, sadece parayı elden çıkarmanın bağlıolduğu tehlikeyi gösterir. Burada bütünzenginliklerin esas şar , onları kurtarabilmek r.Hris yan ve Yahudi bir fabrika, bir değirmen veyabir çi lik kurmaktansa yüz bin liraya bir mücevhersa n almayı daha iyi bulur. Eğer bir hükûme n ilkşartlarından biri güven duygusu uyandırmaksa,Türk idaresi bu görevi asla yerine ge rmemiş r.Hris yan ve Yahudilere yapılan haksızlıklar,
herhangi birinin sermayesini ancak zamanla kârge recek işlere ya rmasına elvermez. Ticaret birmamul eşya ve ham madde değişiminden ibaret.Türk, ham maddesi kendi toprağında ye şen birokka dokunmuş kumaşa, on okka ham ipliğiniverir.''Tarım durumu bundan da kötü. Eskidenmahsullerinin yarısını İstanbul'a ge rmek zorundabulunan Buğdan, E ak ve Mısır'ın, bu büyük zahireambarlarının kapanmış olmasından hayat pahalılığıdurmadan artmış r. Hükûmet kendi kendine tesbite ği yatlarla sa n aldığından memleke e kimsetarımla uğraşmak istemez. Zorla sa n almalar buTürkiye'de, yangın ve vebanın ikisi bir aradaolmasından daha büyük belâ. Bu yalnız refahı yoketmekle kalmaz, refahın kaynaklarını da kurutur.Böylelikle hükûmet, 800.000 nüfuslu bir şehrinkapılarından bir saat ötede uçsuz bucaksız verimlitopraklar ekilmeksizin dururken, buğdayıOdesa'dan satın almak zorunda kalır.''Bir zamanlar o kadar kuvvetli devlet yapısının
dış uzuvları kurumuş, bütün hayat kalbineçekilmiş r. Başşehrin sokaklarındaki bir ayaklanmaOsmanlı hükümdarlığının ölüm olayı olabilir. Budevlet düşme sırasında durabilir ve kendini organikbakımdan yenileyebilir mi, yahut yok olmakkaderinde midir, bunu gelecek gösterecektir.''***Bu tablo karşısında Osmanlı Devle nin ondokuzuncu asırdan nasıl sağ çıkabildiğine insanıninanmıyacağı gelir. Gerçi Abdülmecid devrinde biri1839'da, biri 1856'da reform fermanlarıHris yanlara hukuk eşitliği vererek, bilhassaRusya'nın elinden savaş ve imparatorluğuparçalama bahanesini almak, Avrupa sistemiokullar açarak, sivil idare kurarak, hükûmeteba kâri bir kuruluş vererek yeni düzen yolundailerlemek istemiş r. Fakat asıl davanın devle nteokra k karakterine son vermek, din ve dünyaişlerini ayırmak, caret ve endüstri yolunadökülmek olduğu bir türlü anlaşılamamış, kilise veokul el birliği ile gelişen ve ilerliyen eski ''reaya''
memleket ekonomisine hâkim olmuşlar, Türklerkendi ülkelerinde bu eski ''reaya''nın ve im yazlıyabancıların tepeden bak kları sömürge yerlilerihâline düşmüşlerdir. Reform hareketlerine rağmen,sivil okulları, ha a üniversite, şeriatçıların kontrolüaltında idi.Ba 'nın pençesinden kurtulmak için girişilenreformları medrese ve cami asla benimsememiş,halk yığınları da onların manevî hâkimiye al ndaolduğu için, Ba medeniyetçiliği pek küçük birazınlığın malı olmuştur. Daha yirminci yüzyılbaşlarında bile ancak İstanbul, Selânik ve Beyrutgibi Frenkli ve Hris yanlı şehirlerde kravatlı veAvrupa giyimli Türklere raslanırdı. Taşralarda sivil veasker idare adamları ile halk arasında fark,sömürgelerdeki koloni adamları ile yerlilerarasındaki farkı andırırdı. Orduda okuma yazmabilmiyen küçük, orta ve yüksek rütbeli subaylarçoktu.On dokuzuncu asrın sonlarına doğru ''cançekişen'' hasta adamın en zayıf yeri Makedonya'dır.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Selânik'einmek, Yunanistan kuzeye, Sırbistan güneye doğrugenişlemek, Bulgaristan büyümek ister. Sırp, Bulgarve Rum çeteleri Makedonya dağlarındadır. Çarşılaronlarındır. Refah onlarındır. Türklerin bir kuruefendiliği vardır. Azınlıktaki aydınları, yurtlarındaacaba kaç yıl daha kalabilecekleri kaygısında.Osmanlı Avrupası gençliği hep bir tehlike ürper siiçinde. Bu ortam, Müslüman ve Türk çocuğununvatan ve millet duygularını pek erken uyandırır.Çocuk, peri ve dev masallarından fazla, savaş, göç,zafer ve bozgun hikâyeleri dinler. Osmanlı tarihinde''serhad'' denen şey, ileri yürüyüşlerin, daima başkayurtlara doğru uzaklaşan müjdecisi iken, ar k geridönüşlerin, gitgide bir kara haberci kıldığı serhad,sanki bütün Avrupa Türkiyesinin topraklarınayayılmış r. Eski hasretler, destan ve türküleri ile,yeni korku, şüphe ve rivayetleri ile, serhad, bütünMakedonya'nın şehirleri ve köyleri içindedir.Medrese yobazlarının manevî baskısı al ndakihalk yığınları ise kurtuluşu ta yedinci asırdaki şeriatşartlarına kavuşmakta arar ve başımıza ne geldi ise
Kur'an yolundan ayrılmış olmamızdan ileri geldiğini,inanarak, söyler. Ayaklanıp Nizam-ı Cedid'den beriBatılılaşma yolunda neler yapılmışsa hepsini yıkmakiçin fırsat bekler.Ordu aydınlarında bir uyanış vardır. Onlara görede baş çare saray is bdadını yıkıp memleke meşrutiyet rejimine kavuşturmaktır.İşte Manas r lisesini bi ren Mustafa Kemal, buortam içinde ye ş ve ciğerleri bu ortamın zehirlihavası ile dolu, İstanbul'a gitti.PangaltıManas r idadisini bi ren Mustafa Kemal, 13Mart 1889'da Pangal 'da harp okuluna girdi. İki ayiçinde üstünlüğünü tanıtarak sını nın çavuşuolmuştur. Kendisi der ki: ''İdadide iken inatlaçalışıyorduk. Sını a birinci ikinci olmak için hepimizgayret içinde idik. Harp okulunda matema kmerakım devam e . Fakat birinci sını a saf gençlikhayallerine kapıldım. Dersleri gevşeğe aldım. Yılınnasıl geç ğinin farkında olmadım. Ancak dersler
kesilince kitaplara sarıldım.''İkinci sınıfa geç kten sonra derslerine dahafazla sarılmış r. Şiiri bırakmışsa da iyi konuşmakbaşlıca hevesleri arasında idi. ''Ta l saatlerindeha plik idmanları yapardık. Ellerimizde saat, bukadar zaman sen, bu kadar ben, diye yarışma vetartışmalar tertiplerdik.''Üçüncü sını a, hele kurmay sını arındamemleket kaygısına düştü. Ba yorduk,kurtulmanın yolunu aramalı idi. Buna ordu ön ayakolacaktı. Subaylar aralarında teşkilâtlanmakta idiler.Bir gün gençlik üzüntülerini şöyle anlatmış : HarpAkademisi'nde bir subay. Henüz yirmi yaşında.Kendisini, ne olduğunu pek de anlıyamadığıbirtakım düşünce ve duygulara kap rmış r.Küskündür. İsyanlıdır. Neye ve kime karşı? Sorsanızpek de cevap veremez. Bir gün arkadaşlarından biri:- Sen kalk borusunda hiç uyanmıyorsun.Nöbetçi subay karyolanı sarsmadıkçakalkmıyorsun. Nen var senin? diye sordu.
- Yatağa girdikten sonra uykuya dalamıyorum.Gözlerim sabahlara kadar açık. Tam uyuyacağımzaman da kalk borusu çalmak üzere.Bir gün asker hocalardan biri sını a öğrencilerebir mesele verdi:- Savaş nedir, ar k biliyorsunuz, dedi, fakat birde gerilla vardır. Bu kolay bir şey de değildir.Gerillayı yapmak da bastırmak da güçtür.Sonra bir misal üzerine öğrencileri im hanaçekti.- Osmanlı İmparatorluğunun devlet merkeziİstanbul. Farz ediniz ki şu veya bu sebeptenBoğaziçi'nin doğu kıyısı ile İzmit Körfezi arasındahalk devlete isyan etmiş r. Şimdi soruyorum: Halkböyle bir isyanı ne için yapabilir? Devlet bu isyanıordusu ile nasıl bastırabilir?''Bu suallere en iyi cevabı o uyumıyan dalgınçocuk, Mustafa Kemal verdi. Çünkü aklı kri çokzamandan beri böyle hayallere saplı idi.''
Daha harp okulunun son sını nda yakınarkadaşları ile el yazısı bir dergi çıkarmışlardı. LiderO, ve sorumluluğun en ağır yükü de onunomuzlarında idi. Kurmay sını arında dergininyayınlanmasına devam e ler. Akademi birincisını nın yanında, okullarından teğmen çıkanveterinerlerin yüzbaşı olarak orduya ka labilmekiçin eği mlerini tamamladıkları bir ders odası vardı.Orayı seç ler. Veteriner teğmenlerin sayıları azdı.Aralarında uyanık gençler de vardı. Dergi bu odadahazırlanır, sonra gizlice elden ele geçerdi. Sarayınkorkunç ha yelerinden biri nasılsa haber alıp curnaleder. Okul nazırı çağrılıp bir güzel azar yerse deokulda böyle şeyler olmadığını söylemektenvazgeçmez. Bir gün kendisi ders odasını bas ,hepsini suçüstü yakaladı. Değerli bir asker değildi.Ama vicdanlı ve namuslu bir kimse idi. Eğeristeseydi hepsinin asker mesleğinin son bulacağınaşüphe yoktu. Dergiyi görmemezlikten geldi.- Ne diye başka şeylerle uğraşıp derslerinizeçalışmıyorsunuz? demekle yetindi.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 877
- 878
- 879
- 880
- 881
- 882
- 883
- 884
- 885
- 886
- 887
- 888
- 889
- 890
- 891
- 892
- 893
- 894
- 895
- 896
- 897
- 898
- 899
- 900
- 901
- 902
- 903
- 904
- 905
- 906
- 907
- 908
- 909
- 910
- 911
- 912
- 913
- 914
- 915
- 916
- 917
- 918
- 919
- 920
- 921
- 922
- 923
- 924
- 925
- 926
- 927
- 928
- 929
- 930
- 931
- 932
- 933
- 934
- 935
- 936
- 937
- 938
- 939
- 940
- 941
- 942
- 943
- 944
- 945
- 946
- 947
- 948
- 949
- 950
- 951
- 952
- 953
- 954
- 955
- 956
- 957
- 958
- 959
- 960
- 961
- 962
- 963
- 964
- 965
- 966
- 967
- 968
- 969
- 970
- 971
- 972
- 973
- 974
- 975
- 976
- 977
- 978
- 979
- 980
- 981
- 982
- 983
- 984
- 985
- 986
- 987
- 988
- 989
- 990
- 991
- 992
- 993
- 994
- 995
- 996
- 997
- 998
- 999
- 1000
- 1001
- 1002
- 1003
- 1004
- 1005
- 1006
- 1007
- 1008
- 1009
- 1010
- 1011
- 1012
- 1013
- 1014
- 1015
- 1016
- 1017
- 1018
- 1019
- 1020
- 1021
- 1022
- 1023
- 1024
- 1025
- 1026
- 1027
- 1028
- 1029
- 1030
- 1031
- 1032
- 1033
- 1034
- 1035
- 1036
- 1037
- 1038
- 1039
- 1040
- 1041
- 1042
- 1043
- 1044
- 1045
- 1046
- 1047
- 1048
- 1049
- 1050
- 1051
- 1052
- 1053
- 1054
- 1055
- 1056
- 1057
- 1058
- 1059
- 1060
- 1061
- 1062
- 1063
- 1064
- 1065
- 1066
- 1067
- 1068
- 1069
- 1070
- 1071
- 1072
- 1073
- 1074
- 1075
- 1076
- 1077
- 1078
- 1079
- 1080
- 1081
- 1082
- 1083
- 1084
- 1085
- 1086
- 1087
- 1088
- 1089
- 1090
- 1091
- 1092
- 1093
- 1094
- 1095
- 1096
- 1097
- 1098
- 1099
- 1100
- 1101
- 1102
- 1103
- 1104
- 1105
- 1106
- 1107
- 1108
- 1109
- 1110
- 1111
- 1112
- 1113
- 1114
- 1115
- 1116
- 1117
- 1118
- 1119
- 1120
- 1121
- 1122
- 1123
- 1124
- 1125
- 1126
- 1127
- 1128
- 1129
- 1130
- 1131
- 1132
- 1133
- 1134
- 1135
- 1136
- 1137
- 1138
- 1139
- 1140
- 1141
- 1142
- 1143
- 1144
- 1145
- 1146
- 1147
- 1148
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 1000
- 1001 - 1050
- 1051 - 1100
- 1101 - 1148
Pages: