Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-21 09:58:25

Description: Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Search

Read the Text Version

Dört satırlık bir puslaydı bu:“Gavrila Ardalionoviç! Bana beslediğiniz içtenduygulara güvenerek, benim için son dereceönemli bir konuda önerinizi öğrenmekistiyorum. Yarın sabah saat tam yedide sizinleyeşil bankta buluşmak istiyorum. Bizim eveuzak değil. Size kesinlikle eşlik etmesi gerekenVarvara Ardalionovna çok iyi biliyor orayı. A.Y.”Varvara Ardalionovna kollarını iki yana açtı.— Hadi gel de anla şimdi bu kızı!O anda pek böbürlenmek istemeyen Gavrila,özellikle İppolit’in incitici sözlerinden sonra,mağrur bir tavır takınmadan edememişti.Kendine güven dolu bir gülümseme yayılmıştıyüzüne. Varvara da pek sevinmişti.— Hem de nişanlarının duyurulacağı gün!dedi. Gel de anla şimdi bu kızı!— Sen ne düşünüyorsun? diye sordu Gavrila.Yarın ne konuşacak benimle?

— Hiç önemli değil bu, önemli olan altı aydansonra seninle ilk kez görüşmek istemesi. Benidinle Gavrila: Orada ne olursa olsun, ortam neolursa olsun, şunu bilesin ki, çok önemli bubuluşma! Hem çok önemli! Tekrar havalara giripişi berbat etme lütfen! Korkma, dikkatli ol! Altıaydır neden oraya gidip geldiğimi anlamışolabilir mi? Düşünsene: Bugün hiçbir şeysöylemedi bana, hiç renk vermedi. Şöyle biruğramıştım, içeride oturduğumdan kocakarınınhaberi yoktu, olsa belki de kovardı beni. Seniniçin tehlikeliydi, ama bir şeyler öğrenmekamacıyla her şeyi göze alıp gitmiştim yine de...Üst katta tekrar gürültü, bağrışmalar başladı.Merdivenden birkaç kişi iniyordu.Varvara telaşlı, dehşet içinde haykırdı:— Ne pahasına olursa olsun, gitmesine engelolalım! En küçük bir rezalet çıkmamalı! Koşözür dile ondan!Oysa bu arada aile reisi sokağa çıkmıştı bile.Kolya arkasından bavulunu taşıyordu. NinaAleksandrovna kapının önünde dikilmiş,

ağlıyordu. Generalin arkasından koşmakistiyordu, ama Ptitsın tutuyordu onu.— Böyle yapmakla daha da kışkırtmışolursunuz onu, diyordu. Hiçbir yere gidemez,yarım saat sonra geri getirecekler, Kolya ilekonuştum. Bırakın biraz çılgınlık yapsın.Pencereden bağırdı Gavrila:— Kime hava yapıyorsunuz!.. Nereyegideceksiniz? Gidecek yeriniz mi var?Varvara bağırıyordu:— Geri dönün babacığım! Komşularduyacak...General durup döndü, kolunu uzatarakhaykırdı:— Lanetliyorum bu evi!Gavrila pencereyi çarparak kapatırkensöylendi:— İlle de rol yapacak!

Gerçekten de patırtıyı duymuştu komşular.Varvara koşarak çıktı odadan.Onun arkasından Gavrila notu masanınüzerinden aldı, öptü, dilini şaklattı, havayazıplayıp ayaklarını birbirine vurdu.

IIIGeneralin neden olduğu kargaşa başka zamanolsa bir sonuç vermeden, başladığı gibi biterdi.Oldukça seyrek olmakla birlikte önceleri deböyle birden parlayıverdiği zamanlar vardı.Aslında çok sakin, neredeyse iyi eğilimleri olanbir insandı. Son yıllarda kendini kaptırdığıolumsuzluklarla belki yüz kez savaşmayıdenemişti. Ansızın bir “aile babası” olduğunuhatırlıyor, karısıyla barışıyor, içten gözyaşlarıdöküyordu. Nina Aleksandrovna onu çoğuzaman sesini çıkarmadan bağışladığı, bir soytarıgibi komik, kişiliksiz biri olmasına karşın onusevdiği için karısına taparcasına saygıduyuyordu. Ancak onun bu soylu savaşıgenellikle pek uzun sürmüyordu. General aynızamanda kendine özgü de olsa “heyecanlı”biriydi. Aile içindeki pişmanlıklarla dolubomboş hayattan sıkılıyor, sonunda isyanediyordu. Belki de o anda pişman olduğu,kendini suçladığı taşkınlıklar yapıyor, gelgelelimkendini bir türlü tutamıyordu: Herkesletartışıyor, pek tumturaklı, heyecanlı konuşmaya

başlıyor, kendisine büyük saygı göstermeleriniistiyor, sonunda (bazen uzun zaman için)kayıplara karışıyordu. Son iki yıldır ailesiyleilgili olaylardan ancak uzaktan veya kulaktandolma bilgisi oluyordu. Olayların ayrıntısınainmeyi bırakmıştı ve en ufak bir sorumlulukhissetmiyordu bu konuda.Ne var ki “generalin çıkardığı bu kargaşada”bir olağanüstülük vardı. Sanki herkes bir şeybiliyor, ama bildiğinden söz etmeye korkuyordu.General üç gün önce ailesine, yani NinaAleksandrovna’ya “resmen” dönmüştü. Bu“dönüşü” hiç de öncekiler gibi yumuşak başlı,pişmanlık duyarak değil, son derece sinirliolmuştu. Susmak bilmiyordu, huzursuzdu,karşısına çıkan herkesle değişik ve beklenmedikkonularda büyük bir heyecanla, iştahlakonuşuyordu, öyle ki konuşmasından onu böyleheyecanlandıranın ne olduğu bileanlaşılamıyordu. Kimi zaman neşeli oluyordu,ama daha çok ne düşündüğünü bilmediği birdalgınlık vardı üzerinde. Durup dururken bir şeyanlatmaya başlıyordu. Yepançinler’den,prensten, Lebedev’den söz ediyor, sonra birden

konuşmayı kesiyor, arkasından kendisinesorulan sorulara, soru sorulduğunu, onun dasorulara gülümseyerek karşılık verdiğini bilefark etmeden, bön bir gülümsemeyle karşılıkveriyordu. O son geceyi oflayarak, inleyerekgeçirmiş, bir yerlerine koyması için sabahakadar ısıtıp ısıtıp ona yakı lapası getiren NinaAleksandrovna’yı hiç uyutmamıştı. Sabaha karşıbirden uykuya dalmış, dört saat uyuduktan sonrason derece sinirli, gergin uyanmış, bu sinirli,gergin hali de İppolit’le dalaşması, “evilanetlemesiyle” son bulmuştu. Üç gün boyuncasık sık kendini beğenmişlik, gurur düşkünlüğü,sonucunda da aşırı gücenme nöbetlerineyakalandığı da kaçmamıştı evdekileringözünden. Kolya annesini yatıştırmaya çalışıyor,babasının bu hallerinin belki de içkiyi ve sonzamanlar pek içten olduğu Lebedev’iözlemesinden kaynaklandığını söylüyordu. Oysaüç gün önce Lebedev’le birden kavga çıkarmış,evinden büyük bir öfkeyle ayrılmıştı. Prenslebile aralarında bir şeyler geçmişti. Kolya nelerolduğunu sormuştu prense, ama onun biraçıklamada bulunmak istemediğini fark edince,

prensin de bir şeyler gizlediğindenkuşkulanmaya başlamıştı. Gavrila’nın tahminettiği gibi, İppolit’le Nina Aleksandrovnaarasında özel bir görüşme olmuş olsaydı, yüzünekarşı Gavrila’nın dedikoducu dediği o kötü, hainçocuğun aynı biçimde Kolya’yı da şaşırtmakzevkinden kendini yoksun bırakmayacağıkesindi. Bu kötü “çocuğun”, kız kardeşiylekonuşurken Gavrila’nın dediği gibi değil de,başka çeşit bir kötü olması gayet mümkündür.Sırf Nina Aleksandrovna’nın “yüreğiniparçalamak” için kendi düşüncelerini onaaktarmış olması da uzak ihtimal gibi. Şunu daunutmayalım, insan davranışlarını yönlendirennedenler, genellikle zannettiğimizden dahakarmaşık ve çeşitlidir, bu yüzden sonradanonları nadiren kesin olarak açıklayabiliriz. Biranlatıcı için en iyisi, olayları fazla derineinmeden aktarmaktır. Bu nedenle, generalinyarattığı bu kargaşayı anlatırken biz de öyleyapacağız. Çünkü kim ne derse desin,öykümüzün bu ikinci dereceden kahramanına şuana kadar verdiğimizden daha fazla önem ve yervermek zorundayız.

Olaylar şöyle izledi birbirini:Lebedev, Ferdışçenko’yu aramak için gittiğiPetersburg’dan aynı gün generalle dönmüş, amabu konuda prense bir şey söylememişti. Prens osıralar onu ilgilendiren çok önemli birtakımizlenimlere kendini kaptırmış olmasaydı, sonrakiiki günde Lebedev’in ona hiçbir açıklamadabulunmaması bir yana, onunla karşılaşmaktanbile kaçındığını da fark ederdi. Prens sonundadikkat etmeye başlayınca, bu iki gün süresinceLebedev’le rastlantı sonucu her karşılaştığındaonu hep pek neşeli gördüğünü, generalin deyanından hemen hiç eksik olmadığını şaşkınlıklafark etmişti. İki dost bir dakika ayrılmıyordubirbirinden. Prens bazen üst katta yüksek seslikonuşmalar, kahkahalarla karışık neşelitartışmalar olduğunu duyuyordu. Hatta bir gecegeç vakit prens üst katta ansızın neşeli bir askerşarkısı söylemeye başladıklarını duymuş,generalin kısık bas sesini hemen tanımıştı. Amabu şarkı çok sürmemiş, hemen kesilmişti.Arkasından yaklaşık bir saat kadar süren, herşeyinden sarhoş sohbeti olduğu anlaşılan, aşırıheyecanlı bir konuşma başlamıştı. Seslerden üst

katta eğlenen iki arkadaşın arada kucaklaştığınıanlamak zor değildi. Bir süre sonraarkadaşlardan biri ağlamaya da başlamıştı. Bunuheyecanlı, gürültülü bir tartışma izlemiş, kısa birsüre sonra o da kesilmişti.Kolya bu iki gün süresince pek bir telaşlıydı.Prens çoğunlukla evde olmuyor ve kimi zamançok geç dönüyordu. Döndüğünde Kolya’nınbütün gün onu sorduğunu, aradığınısöylüyorlardı. Gelgelelim, karşılaştıklarındaKolya generalin yaptıklarından hiç“hoşlanmadığından” başka özel bir şeysöylemiyordu ona: “Sağda solda sürtüyorlar,biraz ötedeki meyhanede içiyorlar, sokaklardasarılıp kucaklaşıyorlar, tartışıyorlar, birbirlerineolmadık şeyler söylüyorlar, yine de birbirindenayrılamıyorlar.” Prens ona daha önce de hemenher gün aynı şeyin olduğunu söylediğinde iseKolya ne cevap vereceğini, duygularını, onu asılneyin huzursuz ettiğini nasıl anlatacağınıbilemiyordu.Sarhoş şarkısının söylendiği, tartışmalarınolduğu gecenin sabahı saat on sularında prens

evden çıkıyordu ki, birden generali gördükarşısında. Yaşlı adam nedense çok heyecanlı,hatta neredeyse sarsılmış gibiydi.Prensin elini acıtırcasına sıkarak,— Çok saygıdeğer Lev Nikolayeviç, diyemırıldandı, uzun zamandır, çok uzun zamandırsizinle görüşme onuruna ermenin yollarınıarıyorum... Çok çok uzun zamandan beri...Oturmasını söyledi ona prens.— Hayır, oturmayacağım, ayrıca tutmayayımda sizi, başka zaman otururum. Sanırım,emelinize... ulaştığınız için kutlayabilirim siziefendim.— Ne emeli?Prens şaşırmıştı. Onun durumunda olan herkesgibi o da kesinlikle hiç kimsenin bir şeydenhaberi olmadığını, bir şey anlamadığını,hissetmediğini sanıyordu.— Sakin olun, sakin olun! Hassasduygularınızı incitecek değilim. Benim

başımdan da geçti... biri... nasıl desem, kendisiniilgilendirmeyen bir işe burnunu soktuğunda...Her sabah aynı şeyi yaşıyorum. Ben başka bir işiçin, çok önemli bir iş için geldim size. Çokönemli bir iş için prens...Prens bir kez daha oturmasını söyledi generale,kendi de oturdu.— Yalnızca bir saniyeliğine... Akıl danışmayageldim size. Belki şu anda belli bir amacımolmadan yaşıyorum, ama kendime saygım vardırve... Rus insanının pek önemsemediği çalışmaisteğine de sahip olduğum için yani... genelolarak söylemek gerekirse... kendimi, eşimi veçocuklarımı da bu saygın bir duruma... sözünkısası prens, akıl danışmaya geldim size.Prens coşkuyla övmeye başladı generalin buniyetini.General hemen kesti onun sözünü:— Yo, hepsi boş bunların. Ben bunun içindeğil, başka, önemli bir şey için geldim size.İçtenliğinden, soylu duygularından kuşku

duymadığım bir insan olarak size açılmaya kararverdim Lev Nikolayeviç. Size... size... Busöylediklerim şaşırtmıyor sizi değil mi LevNikolayeviç?Prens büyük bir şaşkınlıkla olmasa da,olağanüstü bir dikkat ve merakla dinliyordukonuğunu. Yaşlı adamın rengi biraz uçuktu,dudakları arada bir hafifçe titriyor, ellerininereye koyacağını bilemiyordu. Ancak birkaçdakika oturduktan sonra, besbelli ne yaptığınıbilmiyormuş gibi, bir şey için sandalyeden ikikez ayağa fırlamış, sonra yine birden oturmuştu.Masanın üzerinde kitaplar vardı. Konuşmasınısürdürürken kitaplardan birini eline aldı, açıp birsayfasına baktı, sonra hemen kapayıp masayabıraktı, başka bir kitap aldı, ama onu açıpsayfalarına bakmadı, daha sonra konuşmalarısüresince sık sık havada sallayarak sağ elindetuttu o kitabı. Birden bağırdı:— Yeter artık! Farkındayım, fazlasıyla rahatsızettim sizi.— Yok canım, rica ederim, hiç de değil.Tersine, dinliyorum sizi, bazı şeyleri öğrenmek

istiyorum...— Prens! Saygın biri olmak istiyorum ben...Kendime saygım olsun istiyorum ve...haklarıma...— Böyle düşünen bir insan yalnızca bununlabile saygıyı hak ediyordur zaten...Prens bir yazıdan aklında kalmış bu soncümleyi yaşlı adamın üzerinde çok olumlu biretkisi olacağına büyük bir güvenle söylemişti.Zamanında söylenmiş böyle içi boş, ama hoş bircümlenin generalin ruhsal durumunda bir insanıbir anda kazanmakta, onu yatıştırmakta çokyararlı olacağını içgüdüsel olarak hissetmişti. Neolursa olsun, bu durumda bir konuğurahatlatarak göndermek gerekirdi, önemli olanbuydu.Bu cümle generalin çok hoşuna gitmiş, epeyde etkilemişti. Birden duygulandı, değişti,heyecanla uzun uzun açıklamalarda bulunmayabaşladı. Ne var ki prens kendini ne kadarzorlasa, ne kadar dikkatli dinlemeye çalışsa datam olarak bir şey anlayamıyordu. On dakika

konuştu general. İçinde birikmiş, sıkış tepişduygu kalabalığını anlatmaya yetişemeyecekmişgibi heyecanlı, çabuk çabuk konuşuyordu.Sonunda gözlerinde yaşlar bile birikmişti. Amayine de cümlelerinin başı sonu belli değildi.Beklenmedik sözcükler, beklenmedikdüşünceler birbiri ardından beklenmedikbiçimde, hızla geliyordu.Sonunda birden ayağa kalkarken,— Yeter! diye bağladı sözünü. Anladınız beni,artık içim rahat. Sizinki gibi bir kalbin acı çekenbir insanı anlayamaması olanaksızdı zaten.Prens, siz bir soyluluk idealisiniz! Sizinyanınızda ötekilerin adı olmaz. Ama henüzgençsiniz ve ben kutsuyorum sizi... Sonundaönemli bir konuyu görüşmemiz için bana birsaatinizi ayırmanızı rica etmeye geldim. Bütünumudum bu işte prens! Dostluk benim aradığımprens, duyarlı bir kalp... Kalbimin istekleriylehiçbir zaman uzlaşamadım.— Neden şimdi olmasın? Sizi dinlemeyehazırım...

General heyecanla kesti prensin sözünü:— Hayır prens, hayır! Şimdi değil! Şu andaolacak şey değil bu! Çok çok önemli, fazlasıylaönemli bir şey var ortada! Bu bir saatin sonundakaderim belli olacak. Benim bir saatim olacak osaat ve öyle kutsal bir anda içeri dalacak ilkalçakla bölünmesini istemem; (birden prensedoğru eğildi general, tuhaf, esrarlı, neredeyseürkek bir sesle fısıldadı:) her zaman yapar bunuçünkü sizin... ayakkabınızın ökçesine değmeyeno alçak... Sevgili prens! Ah, benim ayakkabımındemiyorum... Özellikle dikkatinizi çekerim,kendi ayakkabımdan söz etmiyorum, çünkü üstükapalı konuşmayacak kadar saygım vardırkendime. Ama böyle bir durumda kendiayakkabımdan söz etmemekle, belki ne büyük,ne soylu bir gurur gösterdiğimi yalnızca sizanlayabilirsiniz. Sizden başka kimse anlayamazbunu, en başta da o!.. Prens, onun hiçbir şeyanladığı yok! Anlama yeteneği yoktur onun,anlama yeteneği yoktur! Anlayabilmesi içinönce kalbi olması gerekir insanın!Sonunda korkuya kapılan prens generale ertesi

gün aynı saate randevu verdi. Aceleyle çıktıgeneral. Hayli canlanmış, avunmuş, neredeysesakinleşmişti. Prens akşam saat altıdan sonraLebedev’e bir dakikalığına yanına uğraması içinhaber yolladı.Lebedev hiç zaman kaybetmeden hemen geldi.Kapıdan girer girmez, üç gündür prensten köşebucak kaçan o değilmiş gibi, bu çağrıyı “kendisiiçin onur” saydığını söyledi. Yüzünü şekildenşekle sokarak, gülücüklerle, anlamlı bakışlarla,ellerini ovuşturarak, uzun zamandır herkesinbildiği çok önemli bir şeyi duymayı safçabeklermiş gibi bir sandalyeye ilişti. Yinebozuldu prens; birden herkesin bir şey için onusanki kutlamak istediğini, ima yollu,gülümseyerek, göz kırparak ondan bir şeylerbeklemeye başladığını fark etmişti artık. Kellerde onu kutlamak amacıyla (apaçık belliydi bu)üç kez bir dakikalığına uğramış, her gelişindeheyecanlı heyecanlı, ağzında anlaşılmaz birşeyler gevelemiş, sözünün sonunu getiremedensıvışıp kayıplara karışmıştı. (Son günlerde biryerlerde çok içmeye başlamış, bir bilardosalonunda da çok ünlü olmuştu.) Çok üzgün

olmasına karşın Kolya bile birkaç kez belirsiz birşeyler söylemeye çalışmıştı prense.Prens canı biraz sıkkın, Lebedev’e generalinbu durumu, neden bu kadar huzursuz olduğuüzerine ne düşündüğünü sordu. Yaşlı adamlaönceki görüşmesini kısaca, birkaç sözcükleanlattı ona.Lebedev hayli soğuk,— Herkesin bir sıkıntısı var prens... özelliklede bu tuhaf, huzursuz çağımızda... Evet, öyleişte efendim...Böyle dedikten sonra gücenmiş gibi,beklentileri boşa çıkmış bir insan tavrıyla sustu.Prens gülümsedi.— Ne felsefe!— Felsefe gereklidir efendim; hele çağımızdaçok gereklidir, gelgelelim, günlük yaşamda pekönemsenmiyor. Benim açımdan, çok saygıdeğerprensim, sizin de bir kısmını bildiğiniz okonuda, bana bir noktaya kadar gösterdiğiniz

güvenden gurur duyuyorum efendim, gerçi birbaşka konuda o kadar olmasa da... Amaanlıyorum sizi ve hiç de yakınmıyorum.— Bir şeye kızıyorsunuz gibi Lebedev...Lebedev elini kalbinin üzerine koyup haykırdı:— Hayır sayın aydınlık yürekli prensim benim,hiç de kızmıyorum, asla! Tersine, şu andaanladım ki, toplum içindeki yerimle de, aklımınve kalbimin gelişmişliğiyle de, param pulumlada, şimdiye kadar yaptıklarımla da, pek zayıfolan bilgi birikimimle de... hiçbir şeyimlehayalini kurduğum tam güveninizikazanamayacağım. Ama size bir köle, kiralık birişçi gibi hizmet edebileceksem, ondan başkahiçbir şey için... kızmam efendim, ancak üzgünolabilirim.— Lukyan Timofeiç, rica ederim!— Başka türlü olamaz! Tıpkı şimdi, bu olaydaolduğu gibi! Sizinle her karşılaştığımdayüreğimle de, aklımla da sizi izlerken şöylediyorum kendi kendime: “Dostça bir ilişkim

olamaz onunla, değmem buna çünkü, ama evsahibi olarak, bakarsın uygun bir zamandaoturur, bazı şeyleri veya yapılması gerekendeğişiklikleri konuşuruz...”Lebedev böyle derken hayranlık okunan ufakgözlerini ona şaşkınlıkla bakmakta olan prensingözlerinin içine dikmişti. Hâlâ merakınıgiderebileceğini umuyordu.Prens handiyse öfkeyle yükseltti sesini:— Söylediklerinizden bir şey anlamıyorumve... (Birden son derece içten güldü.) ve...korkunç bir dalaverecisiniz siz!Hemen arkasından Lebedev de güldü.Parlayan bakışından umutlarının aydınlandığı,hatta bir kat arttığı belliydi.— Bakın ne diyeceğim size Lukyan Timofeiç?Ama gücenmeyeceksiniz... Sizin şu saflığınızahayret ediyorum, hem yalnızca sizin değil!.. Busaflığınızla bir şeyler bekliyorsunuz benden, sizitatmin edebilecek bir şeyim olmadığı içinkendimi size karşı mahcup hissettiğim, sizden

utandığım şu anda bile bir şeyler bekliyorsunuzbenden... Yemin ederim, kesinlikle bir şey yok,bundan emin olabilirsiniz!Prens tekrar gülmeye başladı.Lebedev şöyle bir kuruldu. Prensin söylediğidoğruydu, merakı onu kimi zaman aşırı saf veçekilmez yapıyordu. Ne var ki aynı zamandaoldukça kurnaz, sinsi, hatta bazı durumlardaaşırı derecede sinsiydi. Prens onu sürekli olarakkendinden uzaklaştırdığı için neredeyse kendinedüşman etmişti Lebedev’i. Ancak prens onuküçük gördüğünden değil, merak ettiği konuyuhassas bulduğu için kendinden uzaklaştırıyordu.Prens birkaç gün öncesine kadar birtakımhayallerini suç olarak görüyordu. Lebedev iseprensin onu yanından uzaklaştırmasını hepondan tiksinmesine, ona duyduğu güvensizliğeveriyordu. Yüreği yaralı uzaklaşıyordu yanındanve yalnızca Kolya ile Keller’den değil, kendikızı Varvara Lukyanovna’dan bile kıskanıyorduonu. O anda bile prens için son derece önemli,ilginç bir haber verebilirdi, bunu yapmayıiçtenlikle istiyordu da, ama karamsarlık içinde

susuyor, söylemiyordu.Uzun süre sustuktan sonra şöyle dedi:— Size nasıl bir yardımım dokunabilir çoksaygıdeğer prens, öyle ya, beni burayaçağırdığınıza göre...Prens de bir an düşündükten sonra birdenhatırlamış gibi,— Evet... dedi, özellikle generali ve... banasözünü ettiğiniz şu... hırsızlık olayını sormakistiyordum size...— Ne olayını dediniz?— Neden söz ettiğimi anlayamamış gibisiniz!Aman Lukyan Timofeiç, işiniz gücünüz rolyapmak! Paraları diyorum, o gün kaybolan dörtyüz rublenizi... Çalınan cüzdanınızı, sabahleyinPetersburg’a giderken buraya gelip banaçalındığını söylediğiniz dört yüz rublenizi...Sonunda anlayabildiniz mi?Lebedev, ancak şimdi anlayabilmiş gibi,uzatarak,

— Ha, şu dört yüz ruble! dedi. Yakın ilginizeteşekkür ederim prens. Çok mutlu etti beni builginiz, ama... buldum ben o dört yüz rubleyiefendim. Hem çok oluyor bulalı.— Buldunuz ha! Aman, şükürler olsun!— Böyle demeniz büyük incelik prensim, evetbu zor koşullar altında bir şeyler yapmaya, çoksayıda öksüzden oluşan kalabalık ailesinigeçindirmeye çalışan yoksul biri için hiç deküçük para sayılmaz dört yüz ruble...Prens durumu kurtarmaya çalıştı:— Öyle demek istememiştim! Parayıbulduğunuza elbette sevindim, ama... nasılbuldunuz?— Çok kolay oldu efendim, sandalyenin altınadüşmüş, redingotumu astığım sandalyenin altına,demek cüzdan cebimden kayıp oraya düşmüş.,— Sandalyenin altına mı dediniz? Olamaz,odada her yeri aradığınızı söylemiştiniz. Önceoraya bakmanız gerekmez miydi?

— Bakmasına baktım efendim!.. Baktığımı çokiyi hatırlıyorum efendim! Sandalyeyi kenaraçekip, gözlerime güvenmeden, emekleyerekellerimle de yokladım yerleri. Hiçbir şey yoktu,bomboş, dümdüzdü yerler, işte şu avucumun içigibi, ama yine de yoklamayı sürdürdüm...Kaybettiği bir şeyi bulmayı çok istediği zamaninsan bazen öyle yapar... Bakar bir göremez,bomboştur baktığı yer, öyleyken yine de on beşkez bakar aynı yere.Prens şaşırmıştı.— Evet, olabilir, peki ama nasıl oldu bu? diyemırıldandı. Hâlâ tam olarak anlamadım, oradaolmadığını söylemiştiniz, sonra yine aradınızaynı yeri, birden orada ortaya çıkıverdi, öyle mi?— Evet, birden ortaya çıkıverdi efendim.Prens tuhaf tuhaf baktı Lebedev’in yüzüne.Sonra birden sordu:— Peki, ya general?Soruyu anlayamamıştı Lebedev.

— Generale ne olmuş efendim?— Aman Tanrım! Cüzdanı sandalyenin altındabulduğunuzda generalin ne dediğini soruyorum.Öyle ya, dediğinize göre birlikte arıyormuşsunuzcüzdanı.— Önce birlikte aradık efendim. Ama ne yalansöyleyeyim, bu kez yalnız başıma aradığımı vecüzdanı bulduğumu ona söylemeyi uygunbulmadım.— Neden?.. Dört yüz ruble tam mıydı içinde?— Hemen açıp cüzdanın içine baktım, paralartamamdı, hem de son rublesine kadar efendim.Dalgın, mırıldadı prens:— Bunu hiç değilse gelip banasöyleyebilirdiniz.— Kişisel ve nasıl söylesem, belki de çokönemli işleriniz arasında sizi rahatsız etmektençekindim prens. Ayrıca kendim de cüzdanıbulmamış gibi yaptım. Cüzdanı açıp baktım,sonra hemen kapadım, hemen sandalyenin altına

bıraktım yine.— Neden?Lebedev ellerini ovuşturarak kıs kıs güldü.— Öyle işte efendim. Merakımdan.— Şimdi orada mı duruyor? İki gündür ha?— Yo, hayır efendim. Ancak bir gün kaldıorada. Düşünebiliyor musunuz, onu oradageneralin bulmasını istedim, efendim. Çünkü,nihayet ben bulmuş olsaydım, general kocacüzdanı orada görememiş olacaktı. Cüzdankolayca görünecek biçimde sandalyenin yerinibirkaç kez değiştirdim. Gelgelelim, cüzdanı birtürlü fark edemiyordu general, tam bir gün sürdübu. Besbelli bu aralar çok dalgın. Nedeninibilmiyorum. Güzel güzel konuşuyor, bir şeyleranlatıyor, gülüyor, kahkahalar atıyorken nedenbilmem, birden sinirleniyordu. Bir ara dışarıçıkalım dedik, mahsus odanın kapısını açıkbıraktım. Kararsız bir hali vardı, bu kadar büyükbir parayla, kaybolan cüzdanla ilgili bir şeylersöyleyecek oluyordu sanki, ama birden

sinirleniyor, yine ağzını açıp bir şeysöylemiyordu. Sokakta iki adım yürümemiştikki, birden uzaklaştı yanımdan, ters yöne doğruyürümeye başladı. Ancak akşam meyhanedekarşılaştık.— Bu arada sandalyenin altından cüzdanıalmışsınızdır?— Hayır efendim. O gece sandalyenin altındankayıplara karıştı.— Peki, şu anda nerede?Lebedev oturduğu sandalyeden boylu boyuncaayağa kalkıp prense tatlı tatlı bakarak gülümsedi.— İşte burada efendim. Cüzdan nasıl olduysa,birden buraya, redingotumun eteğinde astararasına düşmüş. Yoklayın bakın efendim...Gerçekten de Lebedev’in redingotunun soleteği önden torba gibi sarkmıştı. Yoklayınca,orada astarın arasında delinmiş cepten düşmüşderi bir cüzdan olduğu kolayca anlaşılıyordu.— Çıkarıp baktım efendim, para tamam.

Tekrar oraya attım cüzdanı ve dünden beri böyledolaşıyorum, astarın arasında taşıyorum onu,yürürken bacaklarıma bile çarpıyor.— Ve farkına varmıyorsunuz?— Evet efendim, farkına varmıyorum. Heh-heh-heh! Ayrıca düşünebiliyor musunuz çoksaygıdeğer prens, şu konu sizin değerli ilginiziçekecek kadar önemli olmasa da söyleyeyim,ceplerim her zaman sapasağlamdır benim,birden kocaman bir delik çıkıyor ortaya! Dahabir dikkatli baktım, sanki biri çakıyla kesmişcebimi. Akıl alacak şey değil efendim...— Ya... general?— Dün de, bugün de hep kızıp durdu bana.Hiç keyfi yok efendim. Kâh neşesi yerinde,yılışıklığa varacak derecede sarhoş, kâh gözyaşıdökecek kadar duygulu... Ama sonra birdenöfkeleniyor, hem öylesine ki, inanınkorkuyorum efendim. Biliyorsunuz prens, ne deolsa asker değilim ben. Dün meyhanedeoturuyorduk, redingotumun eteği nasıl olduysabirden açıldı, cüzdanın kabarıklığı kocaman,

ortaya çıkıverdi. General yan gözle bakmayabaşladı bana, nedense durup dururken sinirlendi.Uzun zamandır yüzüme öyle baktığı yoktuefendim. Ancak çok sarhoşken veyaduyguluyken bakardı. Ama dün iki kez öylebaktı, sırtımdan soğuk bir ürperti geçti. Ancakkararımı verdim, yarın bulacağım cüzdanımı...Bu akşamı da onunla geçirdikten sonra...— Neden işkence ediyorsunuz adama? diyehaykırdı prens.Lebedev heyecanla karşılık verdi:— İşkence etmiyorum prens, işkenceetmiyorum. Seviyorum onu ben ve... saygı daduyuyorum kendisine. Ayrıca ister inanın isterinanmayın, şimdi daha çok değer veriyorumona, daha değerli oldu artık o benim içinefendim!Lebedev öylesine ciddi ve içten konuşuyorduki, prens kızmaya bile başlamıştı ona.— Hem seviyorsunuz, hem işkenceediyorsunuz adamcağıza! İnsaf, çaldığı

cüzdanınızı sandalyenin altına bırakması veyaredingotunuzun cebine koyması size karşı dürüstolduğunu, safça sizden özür dilediğinigöstermeye yetmez mi? Duyuyor musunuz, özürdiliyor sizden! İnceliğinize, ona karşı dostçaduygular beslediğinize güveniyor. Oysa siz buçok dürüst adamı öylesine... küçültüyorsunuz ki!Lebedev’in gözleri parladı birden,— Evet prens, çok dürüsttür! dedi. Yalnızcasizin gibi soylu bir insan söyleyebilirdi bunuprens! Birtakım hatalarım yüzünden beniyanınıza sokmuyorsanız da, bu nedenletaparcasına saygı duyuyorum size. Karar verildiartık! Hemen şimdi bulacağım cüzdanımı, şimdi,yarına bırakmayacağım işi! Bakın, sizinönünüzde çıkarıyorum onu oradan efendim. İşteburada! İşte! Dört yüz ruble de içinde tamam.Alın bakın çok saygıdeğer prens, alın yarınakadar sizde dursun. Yarın veya öbür gün alırımonu sizden. Ne dersiniz prens, cüzdanımkaybolduğu geceyi benim bahçede bir taşınaltında geçirmiş olsa gerek, öyle değil mi?— Yalnız dikkat edin, cüzdanınızı

bulduğunuzu öyle birden söylemeyin ona.Bırakın, cüzdanın redingotunuzun eteğindeolmadığını kendi fark etsin, durumu anlasın.— Öyle mi yapalım efendim? Yoksa cüzdanınredingotumun eteğinde olduğunu yeni farketmişim gibi mi yapsam?Bir an düşündü prens.— Hayır... hayır, dedi. Bu saatten sonra olmaz,böylesi daha tehlikeli olur. En iyisi bir şeysöylemeyin! Yakınlık da gösterin ona, ama...aşırıya kaçmayın ve... ve... unutmayın ki...— Biliyorum prens, yani bu dediğimi belki deyapamayacağımı kendim de biliyorum. Çünkübunu yapabilmesi için insanın sizinki gibi biryüreği olması gerekir. Ayrıca bu aralar çoksinirli, hassas general, kimi zaman pekyukarıdan da bakıyor bana. Kimi zaman birdenboynuma sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlıyor, hemenarkasından aşağılamaya, küçümsemeye, alayetmeye başlıyor... O zaman ben de inadımaredingotumun eteğini sokuyorum gözüne, he-he-he! Hoşça kalın prens, sanırım, nasıl desem,

çok ilginç duygularınıza engel oldum...— Ama Tanrı aşkına, aramızda kalsın bu!— Ağır adımlarla efendim, ağır adımlarla!Ne var ki konu kapanmış olmakla birlikte,prens öncekinden de kaygılıydı. Sabırsızca,generalle yarınki randevusunu bekliyordu.

IVSaat on birden sonra buluşacaklardı, ancak hiçbeklenmedik bir biçimde geç kalmıştı prens. Evedöndüğünde generali onu bekler buldu. Daha ilkbakışta generalin canının sıkkın olduğunu, cansıkıntısının belki de beklemek zorundakalmasından kaynaklandığını anlamıştı. Özürdiledikten sonra hemen oturdu prens. Amakonuğu porselendenmiş, onu kırmaktan her ankorkuyormuş gibi tuhaf bir çekingenlik vardıüzerinde. Daha önce hiç çekinmezdi generalden,böyle bir şey aklının ucundan bile geçmezdi.Çok geçmeden generalin dünkü generalolmadığını fark etmişti: Dağınıklığı, dalgınlığıgitmiş, yerini olağanüstü bir sükûnet, kararlılıkalmıştı. Bir şeye kesin kararını vermiş gibiydi,ama görünüşte sakindi. Öte yandan, ağırbaşlılığıyanında soylu bir serbestlik de vardı üzerinde.Hatta başlangıçta prensle biraz yukarıdan alarakve aynı zamanda gururuna düşkün kimiinsanların haksız yere hakarete uğradıklarındatakındıkları o soylu senlibenli tavırla hafifçehoşgörülü konuşuyordu. Sesi yumuşak olmakla

birlikte biraz sitemliydi de.— Geçen gün sizden aldığım kitap... (Yanındagetirdiği, şimdi masanın üzerinde duran kitabıanlamlı bir tavırla göstermişti.) Çok teşekkürederim...Hemen asıl konuya girmek zorundakalmadıklarına sevinmişti prens.— Ah, evet. Okudunuz mu onu? Beğendinizmi? Gerçekten ilginç bir kitap, değil mi?— İlginçtir belki, ama kaba ve elbette saçma...Muhtemelen baştan aşağı da yalan dolan.General kendine aşırı bir güvenle, sözcükleride hafifçe uzatarak konuşuyordu.— Son derece sade, içten bir öykü, dedi prens.Fransızlar Moskova’dayken olaylara tanık olmuşeski bir askerin hatıraları. Bazı yerleri gerçektenharika. Hatıralar, tanıkları kim olursa olsun herzaman ilginç ve değerlidir zaten. Öyle değil mi?— Yayıncının yerinde olsaydım basmazdım bukitabı. Genellikle tanıkların anılarına gelince,

günümüzde değerli, hak eden saygın kişilerinhatıralarından çok birtakım yalancıların,hokkabazların hatıralarına değer veriyorlar.Napolyon’un 1812 Rusya seferiyle ilgili öylehatıralar biliyorum ki... (General anlamlı anlamlıbaktı prensin yüzüne.) Kararımı verdim benprens. Ayrılacağım bu evden, Bay Lebedev’inevinden...Prens ne diyeceğini bilemeden,— Pavlovsk’ta bir eviniz... kızınızın bir evivar... dedi.Generalin ona güya kaderinin bağlı olduğu sonderece önemli bir konuda akıl danışmak içingeldiğini hatırladı.— Karımın yanında; başka bir deyişle, kızımınevinde.— Affedersiniz, ben...— Lebedev’in evinden ayrılıyorum sevgiliprens, çünkü bütün ilişkimi kestim onunla... Dünakşam kestim, daha önce kesmediğime depişmanım. İnsanların bana saygı duymasını

isterim prens. Nasıl desem, kalbimi armağanettiğim insanlardan da beklerim bunu. Prens, benkalbimi çok sık armağan ederim insanlara vehemen her zaman aldatılırım. Bu adamdeğmiyordu bu armağanıma.Prens kendini tutmaya çalışarak,— Kafası çok karışık, dedi. Ayrıca bazıbakımlardan... ama yine de besbelli iyi bir kalbi,kurnaz ve kimi zaman muzip bir beyni var.Prensin ifade inceliği, saygılı tavrı generali(arada bir ona kuşkuyla baksa da) etkilemişebenziyordu. Ancak prensin tavrı öylesine doğal,öylesine içtendi ki, sözlerinden kuşku duymakolanaksızdı.General sözünü kesti:— Bu şahsın iyi özelliklerinin de olduğunuona dostluğumu armağan ederek önce bengösterdim. Bir ailem varken, onun evine de,konukseverliğine de ihtiyacım yok benim. Eksikyanlarımı, hatalarımı kabul ediyorum.Tutamadım kendimi, onunla birlikte içtim,

sanırım bu yaptığım için de ağlıyorum şimdi.Onunla yalnızca kafa mı çektim (sinirleri bozukbu adamın açıkyürekli konuşmasındaki kabalığıbağışlayın prens), yalnızca kafa çekmek için midost oldum onunla? Sizin de sözünü ettiğiniz iyiözellikleri bağladı beni kendisine. Ama her şeybir yere kadar... iyi özellikler bile: Durupdururken gözünüzün içine bakarak, 1812’dedaha bebekken sol bacağını kaybettiğini vekopan bacağını Moskova’da VagankovMezarlığı’na gömdüğünü söyleyecek kadar ilerigiderse, o kadarı da her türlü sınırı aşar artık,karşısındakine saygısızlık olur, küstahlık olur...— Belki de şaka olsun diye anlatmıştırbunları...— Anlıyorum, efendim. Neşelenmek için,kaba da olsa, masum bir şaka... İnsan alınmazböyle bir şakadan. Doğrusunu isterseniz, bazıinsan sırf dostluğundan, arkadaşınıneşelendirmek için yalan da söyleyebilir. Amaişi saygısızlığa vardırırsa, saygısızlık ilişkiyibozar, soylu bir insan küstah adama haddinibildirmek, elini ayağını çekmek, ilişkiyi kesmek

zorunda kalır.Konuşurken yüzü bile kıpkırmızı olmuştugeneralin.— Evet, Lebedev 1812’de Moskova’dabulunmuş olamaz. Bunun için yaşı uygun değil.Çok komik.— Önce bu... Ama diyelim ki yaşı tutuyor;peki insanın gözünün içine baka baka, Fransızavcı birliğinden bir erin topu ona doğrultup zevkolsun diye bacağına ateş et etmesine, kopanbacağını onun eğilip yerden almasına, evegötürmesine, sonra Vagankov Mezarlığı’nagömmesine, söylediğine göre, başına da biryüzünde “14. dereceden devlet memuruLebedev’in bacağı burada yatıyor”, ötekiyüzünde “O mutlu sabaha kadar huzur içindedinlenin burada sevgili küller” yazılı bir mezartaşı koymasına, bütün bunlar yetmiyormuş gibi,gömdüğü bacağının anısına ölü duası okutmakiçin (bu ne dindarlık öyle) her yıl Moskova’yagitmesine ne buyrulur? Anlattıklarının doğruolduğuna kanıt olarak da bacağının mezarını,hatta Fransızların geri çekilirken bıraktıkları,

şimdi Kremlin’de sergilenen Fransız topunugöstermek için birlikte Moskova’ya gitmemiziöneriyor. Kale kapısından sonra on birinci topolduğunu söylüyor, eski tip küçük bir Fransıztopuymuş.Prens gülümsedi.— Üstelik iki bacağı da sapasağlam! dedi.İnanın, masum bir şakadır bu yaptığı. Kızmayınona.— İzin verin bu kadarını ben de bileyimefendim. Bacaklarının sağlam olduğu ortadazaten. Gelgelelim, bu da inanılacak gibi değil,kopan bacağının yerine Çernosvitov’un onatakma bir bacak taktığını söylüyor...— Ha, evet, Çernosvitov’un taktığı bacaklainsanın dans bile edilebildiğini söylüyorlar.— Biliyorum efendim. Çernosvitov ilk takmabacağı yaptığında önce gelip bana gösterdi onu.Ne var ki Çernosvitov ilk takma bacağı çoksonra yapmıştır... Ayrıca toprağı bol olsunkarısının bile, evli oldukları sürece kocasının bir

bacağının tahta olduğunu, bilmediğinisöylüyordu. Kendisine bu anlattıklarının saçmaolduğunu söylediğimde şöyle karşılık veriyordu:“Sen 1812’de Napolyon’un maiyet beyzadesiolduğuna göre, izin ver ben de bacağımıVagankov Mezarlığı’na gömeyim.”— Yoksa siz... diye başlayacak oldu prens,ama hemen sustu.General pek yüksekten ve neredeyse alaylıbakıyordu prense.Sözcükleri özellikle uzatarak,— Hadi getirin cümlenizin sonunu, getirin...dedi. Hoşgörülüyümdür, açık açık söyleyinsöyleyeceğinizi. İtiraf edin, küçük düşmüş ve...işe yaramayan birini karşınızda görmek ve onunsözde büyük olaylara tanık olduğunu dinlemekhaz veriyor size... Onun size birtakımdedikodular yetiştirdiği doğru, değil mi?— Hayır, Lebedev bir şey söylemedi bana...Lebedev’den söz ediyorsanız tabii...— Hım... Ben öyle sanmıyordum... Dün

aramızda “Arşiv” dergisindeki şu... tuhafyazıdan söz ediyorduk. Olayların bir tanığıolarak yazının saçma olduğunu söylemiştim...Ama yüzüme bakarak gülümsüyor musunuzprens?— Yo, hayır, ben...Uzatarak şöyle dedi general:— Yaşıma göre genç gösteriyorum. Amaaslında gösterdiğimden çok daha yaşlıyımdır.1812’de on, bilemediniz on bir yaşındaydım.Tam kaç yaşında olduğumu bilmiyorum. Nüfusakaydımı bir yıl geç yaptırmışlar; ben de kişilikzayıflığımdan, ömür boyu bir yaş küçükolduğumu söyledim.— Şunu bilmenizi isterim ki general, 1812’deMoskova’da bulunmanızı hiç tuhaf bulmuyorumve... kuşkusuz, herkes gibi siz de tanıkolduğunuz olayları anlatabilirsiniz... Birotobiyografi yazarımız kitabına daha sütçocuğuyken 1812’de Moskova’da Fransızaskerlerin onu ekmekle beslediklerini anlatmaklabaşlar.

General hoşgörüyle doğruladı prensi:— Gördüğünüz gibi, benim olayım olağanolaylardan değil kuşkusuz, ama olağanüstü birşey de yok içinde. Çoğu zaman gerçekolağandışı gibi görülür. Maiyet beyzadesi!Elbette tuhaf geliyor insanın kulağına. Ama onyaşlarında bir çocuğun başından geçenler hiçkuşku yok ki, onun yaşıyla açıklanabilir. On beşyaşında bir çocuk için olay öyle olmazdıkuşkusuz, çünkü o anda on beş yaşındaolsaydım, Napolyon’un Moskova’ya girdiği günkaçmakta geç kalan, korkudan tir tir titreyenannemi yalnız bırakıp, Eski Basmannaya’dakiahşap evimizden kaçamazdım. On beş yaşındaolsaydım korkardım, ama on yaşındakorkmadım, Napolyon sarayın önünde atındaninerken kalabalığı yarıp sarayın kapısına kadarilerledim.Prens,— On yaşında bir çocuğun korkmayacağınıçok doğru söylediniz... dedi, ama yüzününkızaracağı endişesiyle sözünün sonunugetiremedi.

— Elbette. Ve her şey yalnızca gerçekteolabileceği gibi son derece sade, doğal birbiçimde olup bitti. Bir yazar bu olayı anlatmayakalksaydı, efsaneye çevirir, inanılmayacakşeyler saçmalardı.— Çok doğru! diye haykırdı prens. Uzunzamandır ben de aynı şeyi düşünüyordum. Saatyüzünden işlenmiş gerçek bir cinayet biliyorum.Gazetelerde bile yer aldı. Hele bir yazar böylebir olay düşünüp kitabında ona yer verecekolsaydı, halk yaşamını pekiyi bilen kişiler,eleştirmenler hemen yaygarayı koparır, bununinanılmayacak bir olay olduğunu bağırmayabaşlarlardı. Ne var ki gerçekte olmuş bu olayı sizgazetelerde okuduğunuzda bunun Rusgerçeğinin bir örneği olduğunu hissedersiniz.(Yüzünün kızarmasından kurtulduğuna çoksevinen prens coşkuyla şöyle bitirdi sözünü:)Bunu çok doğru söylediniz general!Sevinçten gözleri yalazlanan general,— Öyle değil mi ama? Öyle değil mi? diyehaykırdı. Küçücük çocuk ne anlar tehlikeden?Pırıl pırıl ışıkları, sırmalı üniformaları, gösterişli

subayları ve nihayet öylesine çok sözünüettikleri o büyük insanı görmek için kalabalığıyararak ilerliyor. Çünkü küçük çocuğa birkaçyıldır hep ondan söz etmişlerdi. Her yerde ovardı... Nasıl desem, annemin emdiğim sütündebile o vardı... İki adım ötemden geçerken birdenbenim kendisine bakışımı fark ediyor Napolyon.Üzerimde bir soylu giysisi vardı. Güzelgiydirirlerdi beni. Öyle bir kalabalığın içindeyalnızca ben, kabul edersiniz ki...— Hiç kuşku yok, sizi görünce şaşırmıştır,soyluların hepsinin kenti terk etmediğinin,çocuklarıyla evlerinde kaldığının kanıtı olmuşturona bu.— Evet, evet, aynen öyle! Soyluları yanınaçekmek istiyordu! Kartal bakışını banadoğrultunca karşılığında benim gözlerim deparlamış olacak: “Voilà un garçon bien éveillé!Qui est ton pére?”[46] Heyecandan tıkanarakhemen cevap verdim: “Vatanı için savaşalanında canını vermiş bir general!”— “Le filsd’un boyard et d’un brave pardessus le marché!

J’aime les boyards. M’aimes-tu petit?”[47] Onunçabucak sorduğu bu soruya ben de çabucakcevap verdim: “Rus kalbi, yurdunun düşmanıbile olsa, büyük insanı bilir!” Aslında tam böylemi dedim, hatırlamıyorum... çok küçüktümdaha... ama bu anlamda bir şeyler söylemişolmalıyım! Ben böyle söyleyince şaşırdıNapolyon, bir an düşündükten sonrayanındakilere dönüp şöyle dedi: “Şu çocuktakigurura bakın! Bütün Ruslar bu çocuk gibidüşünüyorsa, o zaman...” Cümlesinin sonunugetirmeden saraya girdi. Yüksek rütbeli subaylararkasından koşuştu, hemen ben de aralarınakarıştım. Beni imparatorun gözdesi gibigördükleri için subaylar yana çekilip yolveriyorlardı. Ama bütün bunlar hayalgörüyormuşum gibi bir anda olup bitmişti...Hatırladığım yalnızca, imparatorun büyük salonagirdikten sonra dosdoğru gidip İmparatoriçeYekaterina’nın portresi önünde durduğu, tabloyauzun uzun baktıktan sonra sonunda dalgın,“Çok büyük bir kadındı!” dediği ve yürüyüpgittiği. İki gün sonra Moskova’da, Kremlin’deherkes tanıyordu beni, “le petit boyard”

diyorlardı. Eve yalnızca yatmaya gidiyordum.Olayı öğrenince bizimkiler az kaldı akıllarınıyitireceklerdi. İki gün sonra Napolyon’un maiyetbeyzadesi Baron de Bazancourt öldü. Seferinağır koşullarına dayanamamıştı. O zaman benihatırladı Napolyon. Ne olup bittiğini söylemedenalıp götürdüler beni, on iki yaşında ölençocuğun üniformasını ölçüp giydirdiler bana veimparatorun karşısına çıkardılar, başını eğerekonay verdi. Yüce imparatorun benim maiyetbeyzadeliğine atanmamı uygun gördüğünüsöylediler bana. Sevinçliydim. Gerçekten debaştan beri büyük bir hayranlık, sempatiduyuyordum ona... Ayrıca kabul edersiniz ki,pek gösterişli bir üniformaydı üzerimdeki, oyaşta bir çocuk için bu da önemlidir... Dar uzunkuyruklu, koyu yeşil üniformamla dolaşıyordumortalarda; altın düğmeli, kırmızı şeritli kolağızları kürklü, sırmalıydı, önden açık dimdikyakaları ve etekleri altın işlemeliydi. Dar, beyazpantolonum, beyaz tozluklarım, bembeyazyeleğim, ipek çoraplarım, tokalı iskarpinlerim...İmparatorun at gezilerinde maiyette ben devarsam, yüksek konçlu çizmelerim... Gerçi

durum pek parlak değildi, büyük felaketlerinyaklaştığı hissediliyordu, ama yine de gösterişlisaray törenlerinden elden geldiğince gerikalmıyorlardı, hatta felaket beklentisi ne kadargüçlenirse, gösterişe de o ölçüde önemveriyorlardı.Prens neredeyse şaşkın bir durumda,— Doğru, elbette... diye mırıldandı. Anılarınızıyazsanız... çok ilginç olurdu.General, daha dün Lebedev’e anlattıklarınıyinelemekte olduğu için elbette hiç takılmadan,akıcı bir biçimde anlatabiliyordu; ama şimditekrar kuşkulu kuşkulu bir göz attı prense vegururu bir kat daha artmış gibi,— Anılarımı, dedi, anılarımı mı yazayım? Hiçböyle bir istek duymadım prens! Doğrusunuisterseniz, yazdım, evde masamın üzerindeduruyorlar. Varsın, beni toprağa verdikten sonraortaya çıkarsınlar onları ve başka dillereçevirsinler. Kitabımı yazınsal değeri olduğu içindeğil, hayır, küçük bir çocuk olsam da, tanıkolduğum o çok büyük olaylar önemli olduğu

için bassınlar. Ayrıca bir çocuk olarak “o büyükinsana” çok da yakın oldum, yatak odasına bilegirdim! O “mutsuz devin” inlemesini dinledimgeceleri. Bir çocuğun karşısında inlemekten,ağlamaktan utanamıyordu. Oysa ben onunacılarının nedeninin İmparator Aleksandr’ınsuskunluğu olduğunu biliyordum.Prens çekingen bir tavırla onayladı generalindediğini:— Evet, barış için... mektuplar yazmıştı...— Mektuplarında hangi önerilerin olduğunukesin bilmiyoruz, ama her gün, her saat peş peşemektuplar yazıyordu! Korkunç derecedeheyecanlıydı. Bir gece yalnızdık, koşupağlayarak sarıldım boynuna (ah, seviyordumonu!): “Özür dileyin, özür dileyin İmparatorAleksandr’dan!” diye haykırdım. Asıl şöyledemem gerekirdi: “Barış yapın İmparatorAleksandr ile,” ama bir çocuk olduğum içindüşüncemi olanca saflığımla, aklıma geldiği gibisöylemiştim. “Ah benim çocuğum!” diyekarşılık verdi. Odanın içinde bir aşağı bir yukarıdolaşıyordu. “Ah benim çocuğum!” Benim on

yaşında olduğumun farkında değilmiş gibiydi,hatta benimle sohbet etmekten hoşlanıyordu dasanki. Sürdürdü konuşmasını: “Ah benimçocuğum, İmparator Aleksandr’ın ayaklarınıöpmeye bile hazırım. Ama hep o Prusya kralıyüzünden, Avusturya kralı yüzünden, nefretediyorum onlardan ve... nihayet... politikadanhiç anlamıyorsun sen çocuk!” Kiminlekonuştuğunu o anda fark etmiş gibi birden sustu,ama gözleri hâlâ şimşekler çakıyordu. Çokbüyük olayların canlı tanığı olarak anlatsaydımbütün bunları, şimdi de yayınlasaydım bütüneleştirmenler, yazın dünyasının bütün ünlüleri,bütün bu kıskanç insanlar, yandaşlar ve... yo,hayır efendim, bağışlayın, devamedemeyeceğim!Prens bir an düşündükten sonra mırıldanarakkarşılık verdi:— Yandaşlar konusunda çok haklısınız, bende sizin gibi düşünüyorum. Bakın, geçenlerdeCharras’ın “Waterloo Savaşı”nı okudum. Hiçkuşku yok, önemli bir kitap. Konunun uzmanlarıyazarın olayı çok iyi bildiğini söylüyorlar. Ama

her sayfada satırlar arasından yazarınNapolyon’un küçük düşmesinden duyduğu hazhissettiriyor kendini. Napolyon’un ötekisavaşlarında gösterdiği yeteneğinin detartışmaya açılabilmesi mümkün olsaydı,Charras’ın bundan da büyük haz duyacağıbelliydi. Oysa böyle ciddi bir esere hiç deyakışmıyor bu, çünkü doğrudan doğruya yandaşbir tutum var orada. İmparatorun yanındagöreviniz çok mu zamanınızı alıyordu?General coşmuştu. Prensin ciddi, içten sözleriiçindeki son kuşku kırıntısını da silip atmıştı.— Charras! Ah, nefret etmiştim ondan! Ozaman bir mektup yazmıştım kendisine, ama...ne yazdığımı hatırlamıyorum... Görevimin çokzamanımı alıp almadığını soruyorsunuz. Hayır!“Maiyet beyzadesi” diyorlardı, ama o zaman bilepek ciddiye almıyordum bunu. Öte yandan, çokkısa bir zaman sonra Ruslarla uzlaşabileceğineolan bütün umudunu yitirmeye başladıNapolyon. Politika gereği yakınlık gösterdiğibeni de, eğer... gerçekten sevmeseydi, kuşkusuzuzaklaştırırdı yanından. Şimdi inanarak


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook