Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-21 09:58:25

Description: Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Search

Read the Text Version

niyetini hemen gerçekleştirebileceklerini söyledi.Pek kibar ve aşırı derece hassas biri olan Ptitsınhemen ayağa kalktı, Lebedev’in kaldığıbölümüne yürüdü. Lebedev’i de orayagötürmeye çalışmıştı, ama Lebedev biraz sonrageleceğini söyleyerek gitmek istememişti. Buarada Varvara kızlarla sohbete dalmıştı.Generalin gitmesine Gavrila da, Varvara dasevinmişti. Çok geçmeden Gavrila da gittiPtitsın’ın arkasından. Verandada Yepançinler’inyanında bulunduğu birkaç dakika süresince pekalçakgönüllü, ciddi durmuştu Gavrila. Onu ikikez yukarıdan aşağı süzen LizavetaProkofyevna’nın kararlı bakışları karşısında hiçbozulmamıştı. Daha önceden tanıyan biri onungerçekten de çok değiştiğini düşünebilirdi.Ondaki bu değişiklik Aglaya’nın çok hoşunagitmişti.Birden yüksek sesle ortadan sordu:— Şu çıkan Gavrila Ardalionoviç değil miydi?Bazen başkalarının konuşmasını böylekesmeyi pek severdi.

— Evet, dedi prens.— Zor tanıdım onu. Çok değişmiş, hem de...iyi yönde.Prens,— Onun adına sevindim, dedi.Varvara duygulu, sevinçli bir sesle ekledi:— Çok hasta oldu.Lizaveta Prokofyevna hışımlı bir şaşkınlıkla,neredeyse korkmuş gibi sordu:— Neyiyle iyi yönde değişmiş ki? Neredençıkardın bunu kızım? İyi yönde değişmiş biryanı yok. İyi ne buldun onda?Baştan beri Lizaveta Prokofyevna’nınoturduğu sandalyenin yanında ayakta duranKolya birden yüksek sesle atıldı:— “Zavallı şövalye”den iyisi yoktur.Prens Ş. gülerek,— Ben de öyle düşünüyorum, dedi.

Adelaida mağrur bir tavırla,— Ben de bütünüyle aynı görüşteyim, diyeekledi.Lizaveta Prokofyevna konuşanlara şaşkınlıkiçinde, öfkeyle bakıyordu.— Ne “zavallı şövalye”si? dedi. (Aglaya’nınkıpkırmızı olduğunu görünce öfkeyle ekledi:)Herhalde saçmalıktan başka bir şey değil!Kimmiş bu “zavallı şövalye”?Aglaya kibirli bir öfkeyle karşılık verdi:— Sizin gözdeniz olacak şu çocukbaşkalarının sözlerini ilk kez mi çarpıtıyor sanki!Aglaya’nın hemen her öfkeli çıkışında (ki çoksık olurdu bu) gözle görülen bütünağırbaşlılığına, acımasızlığına karşın, gizlemeyipek beceremediği öylesine çocuksu, sabırsız birokul çocuğu havası vardı ki, o anda ona bakankimse gülmeden edemezdi ve bu da Aglaya’nıncanını çok sıkar, onların neden güldüklerine,“böyle gülmeye nasıl cüret edebildiklerine” akılerdiremezdi. Şimdi de ablalarıyla Prens Ş.

gülmüş, hatta nedense yüzü kızaran Prens LevNikolayeviç bile gülümsemişti. Kolya zaferkahkahaları atıyordu. Aglaya çok kızgındı, budaha da güzelleştirmişti onu. Utanması, utandığıiçin kendine kızması olağanüstü yakışıyorduona.— Kaç kez sizin sözlerinizi de çarpıttı... diyeekledi.Kolya sesini yükselterek Aglaya’ya karşılıkverdi:— Sizin söylediğiniz şeyi söylüyorum!Bundan bir ay önce “Don Quijote”yikarıştırırken tam böyle, “zavallı şövalye”deniyisi yok demiştiniz. Bunu kim için dediğinizibilmiyorum, Don Quijote için mi, YevgeniyPavloviç için mi, yoksa başka biri için mi,bilemem... Ama biri için söylediğiniz kesin.Uzun uzun söz ettiniz bundan...Lizaveta Prokofyevna sert bir tavırla susturduonu:— Bakıyorum fazla ileri gidiyorsun

tahminlerinde oğlum...Ama susmadı Kolya.— Yalnızca ben miyim bunu yapan? dedi.Herkes aynı şeyi söylüyordu, şimdi de söylüyor.Bakın, Prens Ş. de, Adelaida İvanovna da,başkaları da “zavallı şövalye” konusunda banahak veriyor. Demek “zavallı şövalye” diye birivar... Bence de kesinlikle var öyle biri...Adelaida İvanovna olmasaydı “zavallışövalye”nin kim olduğunu hepimiz çoktanöğrenmiştik.Gülümsedi Adelaida İvanovna.— Benim suçum ne bunda?— Sizin suçunuz, portreyi yapmamanız!Aglaya İvanovna o zaman “zavallı şövalye”ninportresini yapmanızı istedi sizden, kafasındacanlandırdığı tablonun bütün ayrıntılarını bileanlattı size. Tablonun konusunu hatırlıyormusunuz? Yapmak istememiştiniz...— Öyle bir tabloyu nasıl yapabilirdim?Konusundan anlaşılıyordu ki, bu “zavallı

şövalye”Kaldırmıyordu kimsenin karşısındaYüzündeki çelikten kafesi.Nasıl bir yüz çıkabilirdi kafesin altından? Nasılbir yüz çizecektim? Yoksa yalnızca bir kafes miçizmem gerekiyordu?“Zavallı şövalye” sözüyle kimi (belki de uzunzamandan beri kararlaştırılmış biriydi bu) imaettiklerini yavaş yavaş çok iyi anlamayabaşlayan Lizaveta Prokofyevna kızmayabaşlamıştı.— Ne kafesinden söz ediyorsunuz,anlamadım! dedi. (Ama canını en çok sıkan,Prens Lev Nikolayeviç’in bile şaşırması, hattasonunda on yaşında bir çocuk gibi mahcupolmasıydı. Sürdürdü konuşmasını:) Bu saçmalığıkesecek misiniz, kesmeyecek misiniz? Kimdirbu “zavallı şövalye” söyleyecek misiniz bana?Açıklanamayacak kadar korkunç bir sır mı varortada yoksa?Ama herkes gülmeyi sürdürüyordu.

Sonunda Prens Ş. besbelli bir an önce konuyudeğiştirmek amacıyla karıştı söze:— Yalnızca eski bir Rus şiiridir bu, hepsi okadar efendim. Bir “zavallı şövalye”yle ilgili,başı sonu belli olmayan bir şiir... Bundan bir ayönce bir gün yemekten sonra hep birlikteoturmuş konuşup gülüşüyor, her zaman olduğugibi, Adelaida Nikolayevna’nın yapacağı tabloiçin bir konu arıyorduk. Biliyorsunuz, Adelaidaİvanovna’nın tablosu için bir konu bulmak uzunzamandır ailenin başlıca sorunu. Sohbet arasındakimdi hatırlamıyorum, biri “zavallı şövalye”yiattı ortaya...— Aglaya İvanovna! diye haykırdı Kolya.Prens Ş. sürdürdü konuşmasını:— Olabilir. Kabul edebilirim, ancakhatırlamıyorum... Bu konuya bazıları güldü,bazıları da bundan daha uygun bir konununolamayacağını, ama “zavallı şövalye”nin resminiyapmak için önce bir yüzünün olmasıgerektiğini söyledi. Bütün tanıdıkların yüzleriincelenmeye başlandı, hiçbiri uygun bulunmadı.

Orada da kapandı konu. Hepsi o kadar işte.Nedendir bilmem, Nikolay Ardalionoviç şimdibu konuyu hatırladı ve ortaya attı. O zamankomik ve yerinde olan bu konunun şu andahiçbir ilginçliği yok.Lizaveta Prokofyevna Prens Ş.’nin sözünükesti:— Çünkü bambaşka bir aptallık, utanç vericive kötü bir aptallık söz konusu bunun altında...Bu arada kendini toparlayan, öncekiutangaçlığını yenen Aglaya kendisinden hiçbeklenmeyen mağrur, ciddi bir tavırla birdenşöyle dedi:— Son derece derin bir saygıdan başka bir şeysöz konusu değil burada, aptallık da yok...Hatta yüzündeki bazı belirtilerden, şakanıngiderek dallanıp budaklanmasından, ayrıcaprensin giderek daha çok şaşırmasından ve buşaşkınlığının sonunda en üst düzeyeçıkmasından hoşnut olduğu söylenebilirdi.Lizaveta Prokofyevna,

— Birileri deliler gibi kahkahalarla gülerken,birileri de derin bir saygıdan söz ediyor! dediÇılgınlar! Saygı da nereden çıktı şimdi? Hemenşu anda söyler misin bana, durup dururkennereden çıktı bu derin saygı?Aglaya annesinin neredeyse öfkeli busorusuna yine öyle mağrur, ciddi bir tavırlacevap verdi:— Derin bir saygı var, çünkü bu şiirde kendinebir ideal edinme yeteneği olan bir insananlatılıyor bir defa. Sonra bu insan bir kezedindiği, inandığı idealine ömür boyu bağlıkalıyor. Günümüzde az görülen bir şeydir bu.Şiirde “zavallı şövalye”nin idealinin ne olduğuaçıkça anlatılmıyor, ama idealinin aydınlık birimge, “saf bir güzelliğin imgesi” olduğu bellidirve âşık şövalye atkı yerine tespih bağlıyorboynuna. Kuşkusuz, kalkanına kazınmış A. N.B., harfleri gibi tam olarak açıklanmamış birşeyler de var şiirde...— A. N. D., diye düzeltti onu Kolya.Aglaya canı sıkkın, karşılık verdi:

— Ama ben A. N. B. diyorum, böyle dedemek istiyorum. Aslında bu zavallı şövalye içinkadının kim olduğu, ne yaptığı hiç önemlideğildir. Kadınını seçmiş olması, onun “safgüzelliğine” inanmış, sonra onun önünde ömürboyu olmak üzere eğilmiş olması yeterlidir.Kadını sonra hırsız çıksa bile, yine inanmak,onun saf güzelliği uğruna kargısını kırmakzorundadır. Anlaşılan, şair ortaçağşövalyelerinin platonik aşkını temiz, yücegönüllü bir şövalyede vermek istemiş. Yani biridealdir bu. “Zavallı şövalye”de bu duygu enyüksek düzeye, dünya nimetlerinden kendiniyoksun bırakmaya kadar varmıştır. Şunu kabuletmek gerekir ki, böyle bir duyguya sahipolmanın büyük anlamı vardır ve bu çeşitduygular insanda derin izler bırakır. Öte yandan,Don Quijote bir yana, övgüye de değer bu.“Zavallı şövalye” Don Quijote’nin kendisidir.Yalnız komik değil, ciddi olanı. Öncelerianlamıyordum onu, gülüyordum, ama şimdiseviyorum “zavallı şövalye”yi, en önemlisi deyiğitliğine saygı duyuyorum.Aglaya konuşmasını böyle bitirdi. Ciddi mi,

yoksa şaka mı yapıyor, anlamak çok zordu.Kesip attı Lizaveta Prokofyevna:— Onun kendisi de, yiğitliği de saçmalıktanbaşka bir şey değil! Sen de amma saçmaladınanacığım! Ne söylevdi o öyle! Bence hiçyakışmadı sana. En azından hiç uygun kaçmadı.Ne şiiriymiş o öyle? Okusana bize, sanırımbiliyorsundur onu! Dinlemek istiyorum o şiiri.Ömür boyu hoşlanmamışımdır şiirden, sankiiçime doğmuş. (Prens Lev Nikolayeviç’edöndü.) Tanrı aşkına sık dişini prens, sabret,sanırım senin de, benim de sabırla dinlememizgerekecek bu şiiri.Lizaveta Prokofyevna’nın canı çok sıkkındı.Prens Lev Nikolayeviç bir şey söyleyecekoldu, ama önceki şaşkınlığı sürdüğü için bir şeysöyleyemedi. Yalnızca olanca rahatlığıyla“söylev” veren Aglaya’da en küçük birutangaçlık belirtisi yoktu, hatta sevinçli gibiydi.Yine ciddi, mağrur, (buna öncedenhazırlıklıymış da yalnızca çağrı bekliyormuşgibi) hemen kalktı oturduğu yerden, verandanın

ortasına çıktı, gelip koltuğunda oturmayısürdüren prensin karşısında durdu. Hemenherkes şaşkınlıkla izliyordu Aglaya’yı. Prens Ş.,ablaları, annesi hiç de hoş olmayan duygulariçinde, onun yeni yaramazlığını endişeylebekliyordu, hoş zaten biraz ileri gitmişti ya. Nevar ki şiir okuma törenine başlarken takındığıgösterişli heyecandan Aglaya’nın çok hoşlandığıbelliydi. Tam Lizaveta Prokofyevna onu yerineoturtmak, Aglaya da sözü edilen şiire başlamaküzereyken, sokaktan verandaya yüksek seslekonuşarak yeni iki konuk girdi. General İvanFyodoroviç Yepançin ile onun arkasından gelengençten biriydi. Hafif bir heyecan olduverandada.

VIIGeneralle gelen genç yirmi sekiz yaşlarında,uzun boylu, sağlam yapılıydı. Hoş, zekâ okunanbir yüzü vardı. Simsiyah, iri gözlerinin bakışıaydınlık, esprili, alaycıydı. Aglaya dönüpbakmamıştı bile ona. Gözlerini prenstenayırmadan, yalnızca onun için okuyormuş gibi,aynı gösterişli heyecanıyla şiirini okumayısürdürmüştü. Prens, Aglaya’nın bunu özel biramaçla yaptığını kavramaya başlamıştı. Ama enazından yeni konukların gelmesi biraztoparlanmasına yardımcı olmuştu. Onlarıgörünce ayağa kalkmış, uzaktan kibarca başınıeğerek generali selamlamış, şiirin okunmasınıkesmemelerini işaret etmişti. Kendi de birkaçadım geri çekilip koltuğun arkasında durmuş,(şiiri koltukta oturarak dinlemekten daha uygunve “komik” kaçmayacak biçimde dinlemişolmak için) sol dirseğini koltuğun arkalığınadayayıp dinlemeye başlamıştı. Öte yandanLizaveta Prokofyevna yeni gelenlere durmalarıiçin emreder bir tavırla kolunu sallamıştı. Buarada generalle birlikte gelen yeni konuğuna

büyük bir ilgiyle bakıyordu prens. OnunYevgeniy Pavloviç Radomskiy olduğunu hemenanlamıştı. Ondan söz edildiğini çok duymuş,hatta onunla ilgili birçok şey de düşün-müştü.Yalnız üzerindeki sivil giysi şaşırtmıştı onu.Yevgeniy Pavloviç’in subay olduğunuduymuştu çünkü. Aglaya şiir okuduğu süreceyeni konuğun dudaklarında bu “zavallışövalye”den söz edildiğini daha önce duymuşgibi alaycı bir gülümseme dolaşmıştı.Prens, “Belki de bana öyle geliyordur,” diyegeçirdi içinden.Bu arada Aglaya da çok değişmişti. Şiirokumaya başladığında takındığı gösterişliheyecanını, coşkusunu okuduğu şiirin ruhuna,anlamına girmekteki başarısının arkasınagizlemiş, şiirin her sözcüğünü öylesine büyükbir yalınlıkla okumaya başlamıştı ki, okumayıbitirdiğinde dinleyenlerin yalnızca tüm dikkatinitoplamakla kalmamış, şiirin ruhsal yüceliğini de,başlangıçta takındığı gösterişli heyecanı daanlamalarına yardımcı olmuştu. Yansıtmayaçalıştığı şeye olan saygısının sınırsızlığını, hatta

belki de saflığını bu mağrur tavrında görmekmümkündü. Gözleri parlıyor, pek güzelyüzünden hafif, handiyse fark edilemeyecekkadar hafif bir heyecan, duygu titreşimigeçiyordu. Şiir şöyleydi:Bir zamanlar zavallı bir şövalye vardı,Sessiz ve sade,Somurtkan ve solgun,Cesur ve dürüst.Bir hayale kapılmış,Aklının almadığı,Hiç unutamadığı,Ta yüreğine işlemiş.O gün bu gündür içi yandı,Kadınlara dönüp bakmadı,Ömür boyu konuşmamaya,Kararlıydı hiçbiriyle.

Atkı yerine boynuna,Bağlıyordu tespih,Kaldırmıyordu kimsenin karşısındaYüzündeki çelikten kafesi.İçi saf sevgiyle dopdolu,Tatlı hayaline sadık,Kanıyla yazmıştı,Kalkanına A.M.D.[22] diye.Ve Filistin çöllerindeKayalık kalelere,Saldırmış soylu şövalyeler,Haykırarak kadınlarının adını.Ama o, Lumen coeli, sancta Rosa![23]Diye bir nara attı çılgınca,Gök gürültüsü gibiydi savaş narası,

Dağıttı tekmil Müslümanları.Uzak ellerden dönünce,Kapandı şatosuna,Sessiz sedasız, hüzünlü,Yaşadı ve öldü bir çılgın gibi...Daha sonra o dakikaları hatırladığında şu soruolağanüstü bir şaşkınlık içinde uzun süre acıverecekti prense: Böylesine içten, güzel birduygu böylesine açık, kötü niyetli bir alayla birarada nasıl bulunabiliyordu? Alay edildiğindenkuşkusu yoktu. Açıkça farkındaydı bunun veböyle düşünmek için nedeni de vardı: Şiiriokurken Aglaya A. M. D. Harflerini N. F. B.olarak değiştirmişti. Bunda yanılmış veyaAglaya’nın okuduğunu yanlış duymuş olamazdı.Bundan kuşkusu yoktu (daha sonra da öyleolduğu anlaşılmıştı). Evet, Aglaya’nın bu yaptığıbiraz sivri ve düşüncesizce olsa da, öncedenhazırlanmış bir şakaydı. Bir aydır herkes “zavallışövalye”den söz ediyor, (onunla ilgili“şakalaşıyordu”). Öte yandan, daha sonra prens

her hatırladığında, Aglaya’nın bu harfleri özelbir amaçla veya alayla, hatta gizli anlamlarınıdaha bir belirgin ortaya çıkarmak için değil,tersine tam bir ciddiyetle, içten ve temizyüreklilikle, bu harflerin şiirde böyleolduklarının düşünüleceği biçimde okuduğunudüşünüyor ve o anlarda ağır, tatsız bir duyguyakapılıyordu. Lizaveta Prokofyevna’nın harflerindeğiştiğinin de, bununla yapılmak istenenimanın da farkına olmadığı belliydi kuşkusuz.General İvan Fyodoroviç’in anladığı, yalnızcabir şiirin okunduğuydu. Öteki dinleyicilerinbüyük çoğunluğu Aglaya’nın bu çıkışındakicesareti de, niyeti de anlıyor, buna şaşıyorlardı,ama susuyor, renk vermemeye çalışıyorlardı.Ancak Yevgeniy Pavloviç (ki prens bu konudabahse girmeye hazırdı) durumu yalnızcaanlamakla kalmıyor, dahası, anladığınıgöstermeye bile çalışıyordu: Alaylı alaylıgülümsüyordu.Aglaya’nın okuması bitince LizavetaProkofyevna içten bir hayranlıkla haykırdı:— Ne harika! Kimin bu şiir?

— Puşkin’in, anneciğim! dedi Adelaida.Utandırmayın bizi, çok ayıp doğrusu!Lizaveta Prokofyevna pek üzgün, karşılıkverdi:— İnsanın kafasını karıştırıyorsunuz! Rezillik!Eve döndüğümüzde Puşkin’in bu şiirinin olduğukitabını hemen getirip vereceksiniz bana!— Sanırım Puşkin’in hiç kitabı yok bizde,anneciğim.— Yıllardan beri eski püskü iki kitabı dolaşırdurur ortalarda, diye ekledi Aleksandra.— Hemen Fyodor’u veya Aleksey’i ilk trenlekente yollasınlar... Aleksey’i yollarlarsa daha iyiolur. Aglaya, buraya gel! Öp beni. Çok güzelokudun şiiri... (Sesini alçaltıp neredeysefısıldayarak ekledi:) Ama şiiri içinde hissederekokuduysan acırım sana: Yok eğer onunla alayetmek için okuduysan, duygularını doğrubulmuyorum. O zaman hiç okumasaydın dahaiyi ederdin... Anladın mı beni? Hadi şimdi çekilbakalım başımdan küçük hanım, sonra

konuşacağım seninle. Biz de oturup kaldıkburada...Bu arada prens, General İvan Fyodoroviç’leselamlaş-

mış, general de onu Yevgeniy PavloviçRadomskiy ile tanıştırmıştı.— Yolda yakaladım onu, trenden yeni inmişti.Bizimkilerin de burada olduğunu öğrenince...Yevgeniy Pavloviç kesti generalin sözünü:— Sizin de burada olduğunuzu öğrenince...uzun zamandır sizinle yalnızca tanışmak değil,dost da olmayı istediğim için zaman kaybetmekistemedim. Rahatsız mıydınız? Demin öğrendimbunu...Lev Nikolayeviç elini uzatarak cevap verdiYevgeniy Pavloviç’e:— Sağlığım yerinde, sizinle tanıştığıma da çoksevindim... Sizinle ilgili çok şey duydum, hattaPrens Ş. ile çok söz ettik sizden.Karşılıklı iltifatlar ettiler birbirine, el sıkıştılar,birbirinin gözlerinin içine baktılar. O ara herkeskonuşmaya başladı. Prens farkındaydı (artık herşeyi, belki olmayan şeyleri bile büyük biraçıklıkla hemen fark etmeye başlamıştı):

Yevgeniy Pavloviç’in sivil giysisi genel veolağanüstü güçlü bir şaşkınlık yaratmış, buşaşkınlık da geri kalan tüm düşünceleriunutturup silmişti. Bu giysi değişikliğinin çokönemli olduğu düşünülebilirdi. Adelaida ileAleksandra şaşkınlık içinde sorular soruyorduYevgeniy Pavloviç’e. Onun akrabası olan PrensŞ. tedirgin bile olmuştu çoktan. General isekonuşurken epey heyecanlıydı. Yalnız Aglayamerakla, ama son derece sakin, ona subaygiysisinin mi, sivil giysinin mi daha çokyakıştığını anlamaya çalışıyormuş gibi birdakika kadar bakmıştı Yevgeniy Pavloviç’e,ama bir dakika sonra başını öte yana çevirmiş,bir daha dönüp bakmamıştı. LizavetaProkofyevna ise, görünüşte biraz huzursuz daolsa, bir şey sormak istemiyordu. LizavetaProkofyevna, Yevgeniy Pavloviç’ten pekhoşlanmıyor gibi gelmişti prense.İvan Fyodoroviç her soruya aynı cevabıveriyordu:— Öyle şaşırdım ki, anlatamam! Gözlerimeinanamadım. Daha dün Petersburg’da

görmüştüm onu. Bu kadar aceleye ne gerekvardı sanki? Oysa düne kadar biraz oturalımoturduğumuz yerde diye bağıran kendisiydi.Konuşmalardan anlaşıldığına göre, ordudanayrılacağını Yevgeniy Pavloviç çok önce kendisisöylemişti. Gelgelelim, hiç ciddi olarak sözetmemişti bundan. Öyle ki inanmak olanaksızdısözüne. Zaten en ciddi konulardan bile hepşakacı bir tavırla söz ederdi, bu yüzden, özellikleanlaşılmak istemediği zamanlar anlamak çok zorolurdu onu.Gülümseyerek şöyle diyordu YevgeniyPavloviç:— Bir süreliğine, birkaç ay, en çok bir yıl ayrıkalacağım ordudan.General hâlâ heyecanlıydı.— En azından, işlerinizin durumunu bildiğimkadarıyla, buna hiç gerek yok.— Ama mülklerimi dolaşmam gerekiyor. Sizde öyle demiyor muydunuz? Ayrıca yurtdışınaçıkmak niyetim de var...

Ama konuşma az sonra yön değiştirdi. Yine deiyi bir gözlemci olan prens, epey özel ve hâlâdevam eden bir huzursuzluk hissediyordu;besbelli özel bir şey vardı ortada.Yevgeniy Pavloviç, Aglaya’nın yanına gidip,— Demek “zavallı şövalye” yine sahnede?dedi.Aglaya’nın Yevgeniy Pavloviç’in yüzünearalarında “zavallı şövalye” üzerine bir konuşmageçmiş olamayacağı, hatta onun sorusunu bileanlamadığını anlatmak ister gibi baktığını farkedince çok şaşırdı prens.Kolya, Lizaveta Prokofyevna ile zorlu birtartışmaya girişmişti:— Evet ama, bu saatte Puşkin’in kitabınıaldırmak için Petersburg’a adam yollamakolmaz, çok geç! Yüz kez söyledim size: Geçoldu artık!Aglaya’nın yanından hemen uzaklaşanYevgeniy Pavloviç araya girdi:

— Gerçekten de bu saatte kente adamyollamak olmaz. Sanırım Petersburg’dadükkânlar bile kapanmıştır. (Saatini çıkarıpbaktıktan sonra ekledi:) Baksanıza, saat dokuzolmuş.Adelaida karıştı söze:— Bunca zaman aklınıza gelmedi, yarınakadar da bekleyebilirsiniz.Kolya,— Ayrıca seçkin çevreden insanlarınedebiyatla aşırı ilgilenmeleri de hiç yakışıkalmaz, dedi. İsterseniz Yevgeniy Pavloviç’esorun. Kırmızı tekerlekli sarı bir arabaylailgilenmek çok daha uygun olur.Adelaida,— Yine kitaplardan alıntılar yapıyorsunuzKolya, dedi.Yevgeniy Pavloviç destekledi Adelaida’yı:— Kitaplardan alıntılar yapmadan konuşamazzaten. Eleştiri yazılarından ezberlediği cümleleri

tekrarlar durur. Nikolay Ardalionoviç’inkonuşma biçimini eskiden beri bilirim. Bumutluluğu tatmışımdır. Ama bu kez kitaplardanalıntı değil söylediği. Nikolay Ardalionoviçdoğrudan doğruya benim kırmızı tekerlekli sarıarabamı ima ediyor. Ama geç kaldınız dostum,çoktan sattım ben o arabayı.Radomskiy’i ilgiyle dinliyordu prens... Onunçok hoş, alçakgönüllü, neşeli biri olduğunudüşünüyordu. En çok beğendiği yanıysa,kendisine takılan Kolya’ya karşı dengiymiş gibidostça davranmasıydı.Lizaveta Prokofyevna elinde yeni sayılabilecekpek güzel ciltli kalın birkaç kitapla gelipkarşısında duran Lebedev’in kızı Vera’ya sordu:— Nedir bunlar?— Puşkin, dedi Vera. Bizim Puşkin ciltlerimiz.Babam onları size vermemi söyledi.— Nasıl olur? dedi Lizaveta Prokofyevna. Olurmu öyle şey?Lebedev kızının omzunun üzerinden başını

uzattı.— Armağan değil efendim! Armağan değil!Öyle bir şeye cüret edebilir miyim hiç! Parasıylaefendim. Atadan kalma, ailemizin Puşkinkitaplarıdır bunlar. Annenkov’unyayınladıklarından, günümüzde bulmakimkânsızdır bunları. Maliyetine vereceğim sizeonları saygıdeğer hanımefendiciğim...Saygılarımla sunuyorum bunları efendim,amacım bunları size satmakla soylu edebiyatduygularınızın sabırsızlığını gidermektirefendim.— Satıyorsan, o zaman olur. Teşekkür ederim.Zararlı çıkmazsın bu satıştan. Yalnız öyle kırıtıpdurma karşımda lütfen azizim. Senin çokokuyan biri olduğunu duymuştum, öylediyorlardı. Bir gün sohbet edelim seninle. Bukitapları kendin getir bana, olur mu?Lebedev kitapları kızının elinden kapıp sonderece mutlu, ezilip büzülerek,— Büyük bir mutlulukla ve... saygıyla! dedi.

Lizaveta Prokofyevna,— Başlarına bir şey gelmeden getir de,saygıyla olmasa da olur, dedi. (Lebedev’iyukarıdan aşağı sertçe süzdükten sonra ekledi:)Yalnız bir koşulla, ancak kapıya kadar gelmeneizin veririm, bugün kabul etmek niyetindedeğilim seni. Ama kızın Vera’yı hemen şimdiyollayabilirsin, çok sevdim onu.Vera sabırsızca döndü babasına.— Onların geldiğini neden söylemiyorsunuz?diye sordu. Yoksa kendiliklerinden dalacaklariçeri. Baksanıza, gürültü etmeye bile başladılar.(Bu arada şapkasını eline alan prense döndü.)Lev Nikolayeviç, konuklarınız var, birileri sizigörmeye gelmiş, bizim bölümde bekliyor, ilerigeri konuşuyorlar. Dört kişiler. Babam yanınızagirmelerine izin vermiyor.— Kimmiş bu konuklar? dedi prens.— İş için geldiklerini söylüyorlar. Ama öyletipler ki, şimdi onları içeri almazsak yoldaönümüzü keserler... İyisi mi söyleyin içeri

alsınlar onları Lev Nikolayeviç. İçeri alıpbaşınızdan savarsınız, olur biter. Deminden beriGavrila Ardalionoviç ile Ptitsın dil döküyorlaronlara, ama sözden anlayacak gibi değiller.Lebedev elini kolunu sallıyordu.— Pavlişçev’in oğlu! Pavlişçev’in oğlu!Dinlemeye değmez onları efendim. Boşunasıkacaksınız canınızı değerli prensimiz! Doğrusuda bu! Karşınıza almaya değmezler...Şaşırmıştı prens. Yüksek sesle,— Pavlişçev’in oğlu ha! dedi. Aman Tanrım!Hatırladım... Ama ben... ben bu işi GavrilaArdalionoviç’e havale etmiştim. Deminkendisinin bana dediğine göre...Bu arada Gavrila Ardalionoviç iç odadanverandaya çıkmıştı, Ptitsın da arkasındaydı.Bitişik odadan gürültüler geliyor, Generalİvolgin’in sanki bağıranların sesini bastırmayaçalışıyormuş gibi yüksek sesle bağırdığıduyuluyordu. Kolya gürültüye koştu.Yevgeniy Pavloviç,

— Çok ilginç! dedi.Prens, “Demek olayı biliyor!” diye geçirdiiçinden.General İvan Fyodoroviç herkesin yüzünemerakla bakıp, bu yeni olaydan yalnızcakendisinin haberi olmadığını anlayınca şaşkınlıkiçinde sordu:— Kimmiş bu Pavlişçev’in oğlu? Hem...Pavlişçev’in oğlu nasıl olabilirmiş?Gerçekten de herkes büyük bir heyecaniçindeydi. Prens yalnızca kendisiyle ilgili bir işinherkesi böylesine ilgilendirmesine şaşıyordu.Aglaya pek ağırbaşlı bir tavırla prensin yanınagelip,— Bu olayı hemen şimdi ve kendiniz sonaerdirirseniz çok iyi olacak, dedi. İzin verin, bizhepimiz de tanığınız olalım. Sizi karalamakistiyorlar prens, cesaretle temize çıkarmalısınızkendinizi, bunu başaracağınızı bildiğim içinsizin adınıza seviniyorum.

Lizaveta Prokofyevna birden yükseltti sesini:— Bu can sıkıcı küstahlığın bir an öncesonuçlanmasını ben de çok istiyorum! Hiç acımaonlara prens! Çok başımı ağrıttı bu olay! Seninyüzünden az sıkıntı çekmedim! Doğrusu çoktuhaf. Çağır onları, gelsinler, biz de buradaolacağız. Çok iyi söyledi Aglaya. (Prens Ş.’yedöndü Lizaveta Prokofyevna.) Bu konudanhaberiniz var mıydı sizin prens?— Elbette vardı. Sizin evdeyken öğrenmiştim,dedi Prens Ş.. Ama bu gençleri görmeyi özellikleistiyorum.— Şu nihilist dediklerinden değil mi bunlar?Lebedev (heyecandan o da neredeysetitremeye başlamıştı.) bir adım öne çıkıp,— Hayır efendim, dedi, nihilist değil bunlar.Nihilistlerden başka bir şey bunlar... Yeğenimindediğine göre, nihilistlerden çok daha aşırılarefendim... Burada bulunmakla onlarısindireceğinizi boşuna düşünüyorsunuzefendim. Kimseyi umursamazlar... Nihilistler

arasında kimi zaman okumuş, hatta bilgiliinsanlar bile vardır, ama bunlar onlardan çokdaha ileri gitmişler efendim. Çünkü önce eylemadamıdırlar. Gerçi nihilizmin bir sonucu gibiler,ama doğrudan değil de dolaylı olarak... Veherhangi bir dergide duyuru yoluyla değil,eylemleriyle gösterirler kendilerini. ÖrneğinPuşkin’in saçmalığından veya Rusya’nınparçalara ayrılmasının gerekliliğinden sözetmeyi bir hak bilirler kendilerine. Yok efendim,bir şeyi hak saydıklarında, çok istediklerindeysehiçbir engelin önünde duraksamazlar.Amaçlarına varmak için gerekirse sekiz canakıyarlar. Ama yine de prens, isterdim ki siz...Oysa bu arada prens, gelenlere kapıyı açmayagidiyordu. Gülümseyerek,— İftira ediyorsunuz çocuklara Lebedev, dedi.Yeğeniniz canınızı sıktığı için böylesöylüyorsunuz. İnanmayın siz ona LizavetaProkofyevna. Emin olun, Gorskiyler, Danilovlarçok seyrek rastlananlarındandır... Bunlar ise...yanılıyorlar... Yalnız burada, sizlerin yanındaolmasını istemezdim bunun. Bağışlayın Lizaveta

Prokofyevna, buraya geldiklerinde göstereceğimonları size, sonra da göndereceğim... Buyurunbaylar!Bu arada içini kemiren başka bir kuşkutedirgin etmeye başlamıştı prensi: Acaba birileribu olayı, özellikle de tam bu saatte ve butanıkların önünde zafer kazanmasını değil de,küçük düşmesini umarak mı tezgâhlamıştı?Gelgelelim, bu “muazzam, kötümserkuşkuculuğu” yüzünden de canı sıkılmıştı.Böyle şeyler düşündüğünü birilerininöğrenmesindense, ölmeyi yeğlerdi herhalde.Yeni konukları kapıdan girdikleri anda ahlakyönünden kendini orada bulunanların arasındaen aşağı insan saymaya içtenlikle hazırdı.Kapıdan beş kişi girdi, dördü yeni konuklardı,beşinci ise en arkadaki alı al moru mor,heyecanlı mı heyecanlı, coşku içinde bir şeylersöyleyen General İvolgin... Prens gülümseyerek“Kesin, benden yanadır!” diye geçirdi içinden.Kolya hemen arkalarından süzülmüştü içeri.Yeni konuklardan İppolit’e heyecanlı bir şeyleranlatıyor, İppolit de gülümseyerek dinliyordu.

Prens yer gösterip oturttu konukları. Hepsi deçok genç, neredeyse çocuk yaştaydı, o kadar ki,öylesine gürültü koparan bir olayın kahramanlarıolmalarına şaşmamak elde değildi. Örneğin,hiçbir şeyden haberi olmayan ve söz konusu“yeni sorun”u hiç anlamayan İvan FyodoroviçYepançin bu gençleri görünce kızmıştı bile,prensin özel işlerine karşı eşinin pek garipsediğituhaf heyecanı onu durdurmasaydı, herhangi birşekilde protesto da edebilirdi onları. Ayrıca birazmerakı, biraz da iyi yürekliliğinden sesiniçıkarmadı: Bakarsınız bir yardımı dokunabilir,belki bilgisine gereksinim duyulabilirdi. Fakatkapıdan giren General İvolgin’in onu uzaktanselamlaması tekrar bozmuştu sinirini. Kaşlarınıçattı, bir şeye karışmamaya, susmaya kararverdi.Bu dört genç konuk arasında, “Rogojin’intakımından boksör ve kendisinden para dilenenherkese on beş ruble veren”, ordudan ayrılmışotuz yaşlarında teğmen de vardı. Anlaşıldığınagöre buraya diğerlerine cesaret vermek, yakınarkadaş olarak da gerekirse destek olmak içingelmişti. Ötekiler arasında en çok dikkati çeken,

kendisini Antip Burdovskiy olarak tanıtmış olsada, grupta herkesin “Pavlişçev’in oğlu” dediğigençti. Yoksul, özensiz ve pasaklı giyimli,redingotunun kol ağızları yağdan ayna gibiparlayan, düğmeleri boydan boya ilikli yeleği kirpas içinde, gömleği arada bir yerlere kaybolmuş,boynundaki siyah ipek eşarbı yağdaninanılmayacak derecede simsiyah kesilip urganadönmüş, elleri kirli, çopur yüzlü, sarışın ve hanideyim yerindeyse masum-küstah yüzlü birdelikanlıydı. Kısa boylu sayılmazdı; zayıftı,yirmi iki yaşlarında gösteriyordu. Yüzünde enküçük bir alaycı ifade de, bir canlılık ifadesi deyoktu. Tersine, haklılığına körü körüne birinanmışlığın ve aynı zamanda kendini süreklihaksızlığa uğramış hissetme ihtiyacının tuhaf birifadesi vardı yüzünde. Heyecanlı, çabuk çabukve konuşma özürlüymüş veya Rus kökenliolmasına karşın, bir yabancıymış gibikekeleyerek, duraklayarak konuşuyordu.Yanında okuyucunun önceden tanıdığıLebedev’in yeğeni ile İppolit vardı. İppolit onyedi, en çok on sekiz yaşlarında bir gençti. Birhastalığın korkunç izlerini taşıyan yüzü zeki ama

sürekli sinirli bir ifadeyle kaplıydı. Bir iskeletgibi sıska, sapsarıydı. Gözleri alev alevparlıyordu. İki yanağında iki kıpkırmızı lekevardı. Sürekli öksürüyor, ağzından çıkan hersözcüğü, aldığı her soluğu bir hırıltı izliyordu.Veremin son döneminde olduğu belliydi. İki üçhaftalık bir ömrü kalmış gibiydi. Çok bitkindi,kimsenin oturmasını beklemeden hemen birsandalyeye çökmüştü. Ötekiler birden şaşırmış,sıkılıyormuş gibi kapıda bir an duralamıştı. Amaöte yandan besbelli, değerlerinin herhangi birşekilde alçaltılmasından korkar gibi mağrurbakıyorlardı. Bu tavırları, yüksek çevrelerindeğersiz alışkanlıklarını, önyargılarını, kendiçıkarlarına olanın dışında her şeyi yadsıyan otuhaf ünlerine ters düşen bir görünümdü.“Pavlişçev’in oğlu” telaşlı bir tavırla kekeledi:— Antip Burdovskiy...Lebedev’in yeğeni tane tane konuşarak,“Doktorenko” olduğu için övünüyormuş gibitanıttı kendini:— Vladimir Doktorenko.

Ordudan ayrılmış teğmen,— Keller! diye mırıldandı.Sonuncusu hiç beklenmedik bir biçimde cırlakbir sesle,— İppolit Terentyev, dedi.Kendilerini tanıttıktan sonra prensin karşısındadizili sandalyelere oturdular, oturur oturmaz dakaşlarını çatıp somurtmaya başladılar. Cesarettoplamak için hepsi de şapkasını bir elindenötekine aktarıp duruyor, bir şey söylemeyehazırlanıyor, ama gözdağı verir tavırlarla sankişöyle diyordu: “Hayır kardeş, yalan söyleyeyimdeme, kandıramazsın bizi!” Biri konuşmayabaşlasa, ilk sözcüğü söylese arkasının çorapsöküğü gibi geleceği, birbirinin sözünü keserekhep bir ağızdan konuşmaya başlayacaklarıseziliyordu.

VIII— Baylar, diye başladı prens, sizleribeklemiyordum. Bu güne kadar hastaydım,(Antip Burdovskiy’e döndü.) sizin işinizebundan bir ay önce Gavrila Ardalionoviçİvolgin’i görevlendirmiş, bunu da sizebildirmiştim. Bununla birlikte, size bizzataçıklama yapmaktan da kaçınmıyorum, amakabul edersiniz ki, şu anda... Fazla uzunsürmeyecekse, bitişik odaya geçsek iyi olacak...Şu anda dostlarım var yanımda ve inanın...Lebedev’in yeğeni akıl verir bir tavırla, amasesini pek yükseltmeden birden kesti prensinsözün:— Dostlarınız... evet, çok konuğunuz var, öyleolsa da, izninizle şunu söyleyeyim, bize dahasaygılı davranabilirdiniz... uşak odanızda iki saatbeklemek zorunda bırakmayabilirdiniz bizi...Büyük bir heyecanla ansızın Antip Burdovskiygirdi araya:— Hem elbette... hem ben... prense göre bir

şey sizin bu yaptığınız! Ayrıca bu... belkigeneralsinizdir de! Ama bilesiniz ki, uşağınızdeğilim ben sizin! Hem ben, ben...Dudakları titriyordu, sesinde gücenik birkırılganlık vardı. Ağzında bir yırtık veya delikvarmış gibi tükürükler saçarak konuşuyordu.Sonra birden telaşlandı, öyle çabuk konuşmayabaşladı ki, söylediği on sözcükten sonrasıanlaşılmaz olmuştu.İppolit çatlak, tiz sesiyle haykırdı:— Evet, prenslere yakışır bir davranış sizin buyaptığınız!Boksör homurdandı:— Bunu bana yapacaktı ki... yani doğrudanbana yapmış olsaydı bunu... benim gibi soylu,onurlu birine... diyeceğim, Burdovskiy’inyerinde... ben olsaydım...— Baylar, diye tekrarladı prens, buradaolduğunuzu bir dakika önce duydum, yeminederim...

Lebedev’in yeğeni tekrar girdi araya:— Dostlarınızdan korktuğumuz yok bizim,kim olurlarsa olsunlar... Çünkü bizim dehaklarımız var...İppolit tekrar haykırdı çatlak, tiz sesiyle:— İzninizle sorabilir miyim size, (ama bu kezaşırı derecede sinirliydi) Burdovskiy’in işinidostlarınızın kararına bırakmaya hakkınız varmıydı? Bakalım biz bu konuda dostlarınızınkarar vermesini istiyor muyuz? Onların ne kararverecekleri apaçık ortada zaten!..Konuşmanın böyle başlamasına çok şaşıranprens sonunda bir fırsatını bulup,— Bay Burdovskiy, dedi, burada konuşmakistemiyorsanız tekrar söylüyorum, yan odayageçelim, bir kez daha söylüyorum size, buradaolduğunuzu yeni öğrendim...Burdovskiy garip, ürkek bakışlarını çevresindedolaştırarak (bu arada ürkekliği ile tuhaflığıarttıkça heyecanı da artıyordu), birdenkekelemeye başladı:

— Ama hakkınız yok buna, hakkınız yok,hakkınız yok!.. Dostlarınız... İşte!.. Hiç hakkınızyok!Böyle dedikten sonra öne doğru eğilip, birisözünü kesmiş gibi birden sustu, miyop, aşırıpatlak, kanlı gözlerini sorar gibi prensin yüzünedikti. Bu kez prens o kadar şaşırmıştı ki, kendide susmuş, gözlerini iri iri açıp, bir şeysöylemeden ona bakmaya başlamıştı.Birden seslendi ona Lizaveta Prokofyevna:— Lev Nikolayeviç! Al şunu oku, hemenşimdi oku, hemen şimdi, doğrudan senin işinleilgili.Haftalık bir mizah gazetesini uzatmıştı ona,parmağıyla bir yazıyı gösteriyordu. Gençler içerigirdiklerinde Lebedev ilgisini çekmeye çalıştığıLizaveta Prokofyevna’nın yanına sokulmuş, yancebinden çıkardığı bu gazeteyi bir şeysöylemeden, kalemle işaretli yazıyı göstererekhemen önüne bırakmıştı. Okuduğu bu yazı çokheyecanlandırmıştı Lizaveta Prokofyevna’yı.

Şaşırdı prens,— Ama sessiz okusak daha iyi olmaz mı? diyemırıldandı. Yüksek sesle okumasak daha iyiolmaz mı? Yalnızken okurum... sonra...Prens elini uzatmış, tam gazeteyi alıyordu ki,Lizaveta Prokofyevna sabırsızca çekti gazeteyi,sonra Kolya’ya döndü.— İyisi mi sen oku, dedi. Hemen şimdi oku.Herkesin duyacağı kadar yüksek sesle oku.Lizaveta Prokofyevna çabuk etki altında kalan,heyecanlı bir kadındı. Öyle ki açık denizdehavanın nasıl olduğuna bakmadan, uzunuzadıya düşünmeden bir anda demir alır,limandan çıkardı... İvan Fyodoroviç huzursuzcaşöyle bir kıpırdadı oturduğu yerde. İlk andaherkes ister istemez durmuş, merak içindebeklemeye başlamıştı. Gazeteyi açtı Kolya,hemen yanına gelen Lebedev’in gösterdiğiyazıyı yüksek sesle okumaya başladı:“Proleterler ve evlatları, günlük ve her günküsoygunlardan küçük örnekler! Gelişim! Reform!

Adalet!Kutsal dediğimiz Rusya’mızda şimdilerdetuhaf şeyler olmakta; hem de reformlar,toplumcu uzlaşmalar çağında, ulusalcılık veyurtdışına her yıl milyonlarca mal gönderdiğimizyüzyılımızda, sanayinin teşvik edildiği, işçiellerinin felç olduğu vb. vb... hepsini saymanınolanağı yok baylar. Olanların hepsini saymakolanaksız olduğuna göre, hemen konuyagirelim. Geçmişte kalan “soylu toprak sahipliği”devrinin (de profundis)[24]beylerinden,dedeleri her şeyini rulette kaybetmiş, babalarıaskeri okullarda okumuş, orduda teğmenlikyapmak zorunda kalmış, genellikle masum biryolsuzluk nedeniyle düştükleri cezaevindeölmüş, evlatları da, öykümüzün kahramanı gibiya bir budala olarak büyümüş ya da bir cinayetekarışmış, sonra jürice öğütler verilerek temizeçıkarılmış ve en sonunda toplumu şaşırtan birolaya karışmış, çağımızın yüz karası olmuşevlatlarından birinin başından çok ilginç bir olaygeçti. Sözünü ettiğimiz soylu evlat altı ay önce,ayağında yabancı malı potinler, sırtında astarsız

bir pardösü, budalalık tedavisi gördüğü (evet,tam öyle!) İsviçre’den tir tir titreyerek Rusya’yadöndü. Bu arada şunu da belirtmek gerekir, yinede şansı vardı. İsviçre’de tedavi gördüğü ilginçhastalığının yanında (peki ama, budalalığıntedavisi olabilir miymiş, düşünebiliyor musunuzböyle bir şeyi?!!) ‘malum insanların bahtıaçıktır’ Rus atasözünü doğrulayarak, Rusya’yaolan büyük bağlılığını da göstermeyibaşarmıştı... Düşünebiliyor musunuz? Yüzbaşıolduğu söylenen babası bölüğün tüm parasınıkumarda kaybettikten sonra, belki de erlerdenbirini kırbaçlarken biraz fazla kaçırdığı için (ozamanları hatırlayın baylar!) yargılanırkenöldüğünde daha süt çocuğu olan prensimiziRusya’nın varlıklı soylularından biri yanınaalmış. Bu varlıklı Rus toprak sahibinin (adını P.diyelim) o altın zamanlarda toprağa bağlı dörtbin kölesi varmış. (Toprağa bağlı köle! Bununne anlama geldiğini biliyor musunuz baylar?Ben bilmiyorum. Bir Rusça sözlüğe bakmakgerekir: ‘Rivayet yeni, ama inanılması zor’[25])Bu büyük toprak sahibi anlaşılan, bomboşömrünü yurtdışında, yazları kaplıcalarda, kışları

büyük paralar bıraktıkları Paris’in Château deFleurs’ünde geçiren, yan gelip yatmaya alışıkRus asalaklardan biri olmalıydı. Şunu kesinliklesöyleyebiliriz: Toprağı ve köleleri için ödemesigereken yıllık verginin en azından üçte biriniParis’in Château de Fleurs’ünün patronuna (neşans-lı adammış o patron!) bırakıyordu. Herneyse... Dünyayı umursamayan büyük topraksahibi P. yanına aldığı kimsesiz küçük soyluçocuğunu tam bir prens gibi yetiştirmiş. OnaParis’ten mürebbiler, mürebbiyeler (kuşkusuz engüzellerinden) getirtmiş. Ne var ki küçük soyluçocuk her soylu çocuğu gibi bir budalaymış.Château de Fleurs’den gelen öğretmenlerin biryararı olmamış ona. Öyle ki bizim soylu prensyavrusu yirmi yaşına kadar, Rusça da dahilhiçbir dilde konuşmayı öğrenememiş. AslındaRusçayı öğrenememiş olması bağışlanabilir dehani. Sonunda Rus toprak sahibi P.’nin aklındailginç bir düşünce, budalanın İsviçre’deakıllandırılabileceği düşüncesi yer etti. Doğrusumantıklı bir düşünceydi de bu. Öyle ya, asalakbir toprak sahibinin parayla pazardan alınır gibiakıl bile satın alınabileceğini düşünmesi son

derece doğaldır. Hele İsviçre’de çok dahakolay... Prensimiz İsviçre’ de ünlü birprofesörün yanında beş yıl tedavi gördü,binlerce ruble harcandı... Anlaşılacağı gibi,budala akıllanmadı, ama söylenenlere bakılırsa,yine de yarım yamalak insana benzemiş. Derkengünün birinde P. ansızın öldü. Vasiyetnamefalan bırakmamıştı kuşkusuz. Her zaman olduğugibi, miras işleri karmakarışık bir durum aldı.İsviçre’de kalıtımsal budalalığından tedavi görenbudala soylu çocuğunu akıllarının ucundangeçirmeyen bir sürü açgözlü varis çıktı ortaya.Soylu çocuk budala olmasına budaladır ama,velinimetinin öldüğünü profesöründen gizleyippara vermeden iki yıl daha tedavi görür orada.Aslında profesör de tam bir şarlatandır. Sonundapara alamayacağından korktuğu, ayrıca dahaçok da yirmi beş yaşında asalak hastasınıniştahından yıldığı için, hastasının ayağınakendisinin eski potinlerini, sırtına eski püsküpardösüsünü giydirdiği gibi, hayrına cebinebiraz da para koydu, üçüncü mevki tren biletinide alıp nach Russland[26], hoşça kal İsviçre,savdı onu başından! Talih kahramanımıza

arkasını döndü diye düşünülebilir tabii. Ama hiçöyle olmadı efendim: Krılov’un kupkuru tarlanınüzerinden geçip suyunu okyanusa boşaltanBulut’u gibi, talih de birçok bölgeyi açlıktankırıp geçirirken bu kez bütün nimetini buaristokrat çocuğun üzerine boşaltı. İsviçre’denPetersburg’a geldikten kısa bir süre sonraannesinin akrabalarından (büyük tüccar olsagerek) biri Moskova’da öldü. Hiç evlenmemiş,çocuksuz, yalnız yaşayan, dinde ayrılıkçı buzengin yaşlı tüccar arkasında temiz birkaçmilyon (ah sizinle bizde olacak ki bu para,okuyucum!) bıraktı. Bu para bizim İsviçre’debudalalık tedavisi görmüş barona kaldı. İşteondan sonra da işin rengi değişiverdi. Birininkapatması güzel, ünlü bir yosmaya tutulan bizimpotinli baronun çevresini çok geçmedenkalabalık bir dost, arkadaş kalabalığı sardı. Bir okadar da akraba çıktı ortaya, daha çok da onunlaevlenmek için can atan bir sürü soylu genç kız...Daha ne isteyebilirlerdi kızlar: Soylu bir ailedengeliyordu, milyonerdi, budalaydı... Kadınlarınaradığı her özellik vardı onda, böyle kocayımumla arasan bulamazsın... sipariş versen

yaptıramazsın!..”İvan Fyodoroviç büyük bir öfkeyle,— Bu kadarını... bu kadarını anlayamıyorumartık! diye bağırdı.Prens, yalvarmaklı bir sesle,— Kesin artık Kolya! diye haykırdı.Salonun her yanından sesler yükseldi.Lizaveta Prokofyevna (kendini tutmayaçalıştığı belliydi) araya girdi.— Okumaya devam et! Kim ne derse desin,okumaya devam et! Prens! Okumayı keserlersebozuşuruz...Yapılabilecek bir şey yoktu. Heyecanlı, yüzükıpkırmızı, okumayı sürdürdü Kolya:“Bu arada birden milyoner oluverenkahramanımız bulutların üzerinde uçarkenansızın çok tuhaf bir şey oldu. Güzel bir gününsabahı sakin, ciddi yüzlü, kibar tavırlı, pekağırbaşlı, temiz ve sade giyimli, ilerici

düşünceleri olduğu belli biri geldi evine,ziyaretinin nedenini birkaç sözcükle kısacaaçıkladı: Ünlü bir avukattı ve kendisine yetkiveren bir gencin adına onunla görüşmeyegelmişti. Bu genç başka bir soyadı taşıyor olsada, öyle veya böyle, ölen P.’nin oğluymuş.Kadınlara pek düşkün biri olan P. gençliğindeevinde hizmetçilik eden dürüst, yoksul, amaAvrupa’da öğrenim görmüş bir kızcağızı baştançıkarmış (kuşkusuz, artık devri kapanmış olantoprak sahipliği hukukunun da bir ölçüde etkisiolmuştu bunda), ne var ki bu ilişkisinin yakın vekaçınılmaz sonucunu fark edince kızı ötedenberi onda gözü olan kişilik sahibi, dürüst birçalışanıyla hemen evlendirivermiş. Başlangıçtayeni evlilere yardım ediyormuş. Ne var ki kızınkişilik sahibi, dürüst kocası bir süre sonra onunyardımını kabul etmez olmuş. Aradan birazzaman geçtikten sonra P. kızı da, onunlailişkisinden olan oğlunu da unutup gitmiş. Dahasonra da bilindiği gibi P. mirası konusundaherhangi bir düzenleme yapmadan ansızın öldü.Bu arada resmen evli bir çiftin çocuğu olarakdünyaya gelen bizim küçük, gerçek

babasınınkinden başka bir soyadı taşıyarakbüyüdü. Annesinin kişilik sahibi, dürüst, onuevlat edinmiş kocasının bir süre sonra ölmesiüzerine, hasta, kötürüm annesiyle bir başınakalan çocuk çok zor günler yaşamaya başladı.Başkentte gece gündüz çalışarak, tüccarçocuklarına ders vererek kazandığı kısıtlıparanın büyük bölümünü uzak illerden birindeyaşayan kötürüm annesine yolluyordu.Kazandığı paranın kendisine kalan kadarıylaönce liseyi bitirdi, sonra üniversitede amacınaulaşmasına yardımcı olabilecek bazı dersleriizlemeyi başardı. Gelgelelim, Rus tüccarlarınders saati başına verdiği üç beş kapik nedir ki?Kötürüm annesinin ölümünden sonra bileparasal durumu hemen hiç düzelmedi. Şimdisorun şuydu: Bizim küçük baron ne yapmalıydı?Sevgili okuyucular, herhalde siz onun şöyledüşündüğünü sanıyorsunuzdur: ‘P. ömrüboyunca bana baktı, eğitimime, öğretmenlerime,İsviçre’de budalalık hastalığım için tedaviyedünyanın parasını akıttı. Şimdi bir milyonerimben, gerçek oğlunun varlığıyla uzaktanyakından ilgilenmeyen P.’nin dürüst oğlu


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook