— Ne gönderdi? Kiminle? O çocukla mı?Sözlü olarak mı?Prens,— Bir pusula gönderdi, dedi.— Nerede o pusula? Ver bakayım! Çabuk!Bir dakika kadar düşündü prens, yeleğinincebinden özensizce koparılmış bir kâğıt parçasıçıkardı. Kâğıtta şöyle yazıyordu:“Prens Lev Nikolayeviç!Bütün bu olanlardan sonra, evimize gelerekbeni şaşırtmak niyetindeyseniz, hiç kuşkunuzolmasın, sizi gördüğüne sevinenler arasında benibulamayacaksınız.Aglaya Yepançina”Bir dakika kadar düşündü LizavetaProkofyevna. Sonra birden prensin üzerineatıldı, kolundan yakaladı onu, çekerekgötürmeye başladı. Olağanüstü bir heyecan vesabırsızlık içinde bağırıyordu:
— Hemen şimdi gel benimle! Çabuk! Özellikleşimdi, şu anda!— Ama zor durumda bırakıyorsunuz beni...— Nedenmiş? Ne saf bir insansın sen! Çocukgibisin! Şimdi her şeyi gözlerimle göreceğim...— Hiç değilse şapkamı almama izinverseydiniz...— Al bakalım şu lanet şapkanı, hadigidiyoruz! Doğru dürüst bir şapka bile seçipalamamışsın kendine!.. (Lizaveta Prokofyevna,prensi kolunu bir an bırakmadan arkası sırasürükleyerek götürürken kendi kendinemırıldanıyordu:) Aglaya’nın işi bu... sabahkiolaydan sonra yaptı bunu... öfkesinden... Senisavunuyordum, yüksek sesle, aptal olduğun içinbize gelmediğini söyledim... Yoksa öyle saçmabir pusula yazmazdı sana! Hiç yakışık almayanbir pusula yazmış! Soylu, eğitimli, zeki, akıllı birkıza hiç yakışmamış!.. Hımm... (mırıldanaraksürdürdü konuşmasını:) Besbelli senin bizegelmemene içerlemiş olacak, ama bir budalayaböyle yazılamayacağını düşünemedi, sonuç da
böyle oldu... (Aşırıya kaçtığını fark edince sesiniyükseltti:) Ne diye kulak kabartmış, dinliyorsunbeni? Senin gibi bir palyaço gerekliydi onuniçin. Uzun zamandır senin gibisini görmemişti.İşte bunun için istiyor seni! Sana dişini taktığınaçok sevindim... Hak ettin de bunu. Bu konudaustadır o, ah, ne ustadır!..
Üçüncü Bölüm
IBizde hep, uygulayıcı insanlarımızınolmadığından yakınılır. Sözgelimipolitikacılarımızın, generallerimizin, herçeşidinden yöneticimizin istemediğimiz kadarçok olduğunu, ama uygulayıcı, pratikinsanımızın olmadığını söylerler. En azındanherkes yakınır durur. Hatta kimi demiryollarındadoğru dürüst bir yönetimin olmadığını, herhangibir denizcilik işletmeciliğinde iyi bir yönetiminsağlanamadığını da söylerler. Kâh yeni açılmışbir demiryolunda iki trenin çarpıştığını veyaköprüden bir katarın uçtuğunu duyarsınız, kâhbir trenin kara saplanıp kaldığını, neredeyse kışıorada geçireceğini yazar gazeteler: Tren birkaçsaat yol aldıktan sonra kara saplanmış, beşgündür orada beklemektedir. Öte yandan, biryerde binlerce ton malın iki üç aydırnakledilmeyi beklediğini, çürümekte olduğunuduyarsınız. Oysa anlatılanlara bakılırsa (inanmakbile zor ama), oradaki yönetici veya görevli birmemur, mallarının gönderilmesini ısrarla isteyenbir tüccar kâtibinin suratının ortasına bir yumruk
indirmiş ve bu yaptığını da “birden tepem attı”diye açıklamıştır. Öylesine çok devlet dairemizvar ki, düşününce dehşete kapılıyor insan. Herbiri hizmet üretti, üretiyor ve gelecekte deüretmeye kesin kararlı... Öyleyken, nasıl oluyorda bir denizyolları şirketinde doğru dürüst biryönetim kadrosu kurulamıyor?Bu soruya bazen son derece basit bir cevapveriyorlar (öylesine basit ki, bu açıklamayainanası gelmiyor insanın). Evet, söylenenleregöre bizde herkes devlete ya daha önce hizmetetmiştir ya da şimdi ediyordur ve dedelerimizindedeleri zamanından bu yana, iki yüz yıldan beribu en güzel Alman sistemiyle devam etmektedir.Ne var ki hizmet eden insanlarımız pratikolmaktan son derece uzaktır; hatta öyle bir halegeldik ki, soyut düşünme yeteneğinin ve pratikzekânın eksikliği memurlar arasında sonzamanlarda en üst düzeyde erdem ve üstünözellik olarak görülmeye başlamıştır. Amamemurlara fazla takıldık, asıl pratik insanlardansöz etmek istiyorduk. Hiç kuşku yok ki, kendinegüvensizlik ve inisiyatif eksikliği bizde herzaman uygulayıcı insanın en üstün özelliği
sayılmıştır, şimdi bile öyledir bu. Peki ama,neden yalnızca kendimizi suçlayalım (budüşünce bir suçlama sayılabilirse kuşkusuz)?Yeterince özgün olmamak yüzyıllardan beridünyanın her yerinde iş bilir, pratik insanın enönemli özelliği sayılır ve insanların en azındanyüzde doksan dokuzu (en azındandır bu) herzaman öyle düşünmüştür, ancak yüzde biriolaya başka türlü bakmıştır ve bakmaktadır.Mucitlere, dâhilere kendi alanlarındaçalışmalarının başlangıcında (çoğu zamansonunda da) toplum içinde aptal gözüyle bakılır.Son derece olağan, alışılmış bir durumdur bu.Sözgelimi, onlarca yıl herkes parasını sandığayatırmıştır, yüzde dört faizle milyonlarca rublebirikmiştir sandıkta, ama sonunda sandıkortadan kalkmış, herkes ne yapacağına kendikarar vermek zorunda kalmıştır; sonunda bumilyonlar, bir heyecanla hisse senetlerinde,dolandırıcıların elinde yok olup gidecektir. Hattayakışanı, ahlaki olanı da budur. Özellikle deahlaki olanı... Ahlaki açıdan kendine güvensizlikve özgünlük yetersizliği, şimdiye kadartoplumda yerleşmiş genel kanıya göre, iş bilir,
saygın insanın en temel özelliğiyse, bunun öyleçabucak değişmesi de doğru değil, hattayakışıksızdır. Sözgelimi, çocuğunun üzerindetitreyen hangi anne, oğlu veya kızı yoldançıkıyorken korkuya kapılmaz, yüreği titremez?Her anne bebeğinin beşiğini sallarken şöyledüşünür: “Mutlu olsun, bolluk içinde yaşasın,herkesin gittiği yoldan gitsin, yeter...” Oysabizim dadılarımız beşik sallarken yüzyıllardıraynı ninniyi söylerler: “Uyuyup da büyüsün,sırmalı giysiler içinde bir general olsun!”Dadılarımıza göre generallik Rus insanınınmutluluğunun doruk noktasıdır, yani sakin, tatlıbir hayatın en bilinen ulusal idealidir. Gerçektende, şöyle böyle de olsa, devlet memurluğusınavını kazanıp otuz beş yıl görev yapan kimgenerallik derecesine yükselmez, sandıkta bellibir paraya sahip olmaz ki bizde? Anlayacağınız,bu yolla her Rus kendini hemen hiç zorlamadan,sonunda iş bilir, pratik bir kişi olabilir. Aslınabakarsanız, bizde yalnızca sıra dışı insanlarlakabına sığmayan, atak insanlar devlethizmetinde generallik rütbesine erişemezler.Belki de bir çelişki söz konusudur burada, ama
genel olarak söyleyecek olursak olağandır da;görünüşte toplumumuz kendi ideal pratikinsanını belirlerken tam anlamıyla hakçadavranmaktadır. Gelgelelim, bu arada gereksizkonulara girdik. Aslında bizim Yepançinailesiyle ilgili açıklayıcı birkaç sözcük söylemekistemiştik. Bu insanlar, daha doğrusu ailenin enazından aklı başında üyeleri, ailenin neredeyseortak (ama onların yukarıda sözünü ettiğimizerdemlerine doğrudan ters düşen) bir özelliğinedeniyle sürekli acı çekiyorlardı. Gerçeği tamolarak anlayamadan (anlamak zordu bunuçünkü) bazen ailede işlerin diğer ailelerden farklıyürüdüğünü düşünüyorlardı. Öteki ailelerdepürüzsüz bir yaşam varken onlarınkindepürüzler vardı. Her ailede hayat raylar üzerinekayarak ilerlerken, onlarınki ikide bir çıkıyorduraydan. Her ailenin ahlaki kaygıları vardı,onların yoktu. Tamam, Lizaveta Prokofyevnabelki fazlasıyla kaygılanıyordu bu konuda, amaonunki soyluların duyduğu türden bir kaygıdeğildi. Bununla birlikte, belki de yalnızcaLizaveta Prokofyevna’ydı ailede bu kaygıyıduyan: Gerçi kızlar gayet basiretli ve
şakacıydılar, ama henüz çok gençtiler. Generalise basiretli olmakla birlikte (bir parça da darkafalıydı), zor durumlarla karşılaştığındayalnızca “Hım!” der ve sonunda her şeyi yineLizaveta Prokofyevna’ya bırakırdı. Yani bütünsorumluluk Lizaveta Prokofyevna’nınüzerindeydi. Öte yandan, örneğin, birtakımbireysel inisiyatifler yönünden diğerlerindenayrılan veya bilinçli olarak sıra dışı olmahevesiyle (yakışık almaz bir şey olurdu bu)raydan çıkan bir aile değildiler. Yo, hayır!Gerçekte öyle bir şey yoktu, yani üyelerininbilinçli olarak belirledikleri bir amaçlarıbulunmuyordu; ne var ki son derece saygın biraile olan Yepançin ailesi saygın bütün aileleringenellikle olduğundan farklı görünür olmuştusonunda. Son zamanlarda Lizaveta Prokofyevnaher şeyde yalnızca kendini ve “kötü” kişilikyapısını suçlu görmeye başlamış, bu yüzden deçektiği acılar daha çok artmıştı. Kendisi içindurmadan “aptal, kaba, tuhaf kadın” diyor,kuruntular içinde kıvranıyor, son derece olağanbir sorunun içinden çıkamayınca sonucun çokkötü olacağından kuşkulanarak acılar çekiyordu.
Öykümüzün daha başında Yepançinler’inherkesçe gerçekten saygı duyulan bir aileolduğunu söylemiştik. Ailevi geçmişi karanlıkolan General İvan Fyodoroviç bile her yerdekesinlikle saygıyla karşılanıyordu. Bu saygıyıhak etmesinin birinci nedeni varlıklı, “öndegelen zenginlerden” biri olmasıydı; ikinci nedeniise, kafası pek çalışmasa da dürüst olması...Aslında kalın kafalılık her işadamı için olmasabile, en azından para sahibi olmayı ciddi olarakdüşünen herkes için zorunlu bir özelliktir. Hemgeneral kibar, alçakgönüllüydü; gerektiğindesusmasını bilir, aynı zamanda kimsenin ayağınabasmasına izin vermezdi. Yalnızca generallikrütbesi nedeniyle değil, dürüstlüğüyle, soyludavranışlarıyla da sağlıyordu bunu. En önemliside çevresinin çok güçlü olmasıydı. LizavetaProkofyevna’ya gelince, daha önce anlattığımızgibi, önemli bir aileden geliyordu. Bilindiği gibi,gerekli etkin ilişkiler sağlamıyorsa aileye pekönem verilmez bizde. Ne var ki sonunda önemliilişkileri de olmuştu Lizaveta Prokofyevna’nın:Öyle insanlar saygı duymaya, sevmeyebaşlamıştı ki onu, onların arkasından doğal
olarak herkes saygı duymaya, evine konuketmeye başlamıştı. Hiç kuşku yok ki ailesiyleilgili endişeleri yersizdi; endişesinin çok küçükbir nedeni vardı ve komik bir biçimdebüyütüyordu bu nedeni. Burnunun tepesindeveya alnında sivilce olan biri, herkesin yalnızcasivilcesine baktığını, onunla alay ettiğini, (o buarada Amerika’yı keşfetmiş bile olsa) bu sivilceiçin kendisini suçladığını sanır... Gelgelelim,çevresinde Lizaveta Prokofyevna’yı “tuhaf biri”olarak görüyorlardı kuşkusuz; ama öte yandankesinlikle saygı da duyuyorlardı ona. LizavetaProkofyevna son zamanlarda kendisine saygıduyduklarına inanmamaya da başlamıştı, ki iştebu çok önemliydi. Kızlarına bakarken, onlarıngeleceğini bir şeyiyle sürekli engellendiğini,kişiliğinin komik, uygunsuz, hatta dayanılmazolduğunu düşünüyor, anlaşılacağı gibi, buyüzden durmadan kızlarını ve İvan Fyodoroviç’isuçluyor, aynı zamanda hepsini deli gibisevmesine karşın, onlarla gece gündüztartışıyordu.Lizaveta Prokofyevna’yı en çok üzen,kızlarının ileride tıpkı onun gibi “tuhaf”
olacakları kuşkusuydu. Dünyada böyle kızlarınolmadığını ve olamayacağını düşünüyordu.Kendi kendine sürekli şöyle mırıldanıyordu:“Birer kural tanımaz, nihilist olarakyetişiyorlar...” Son yılda, özellikle sonzamanlarda bu kaygısı giderek artıyordu.Durmadan “Peki ama, neden evlenmiyorlar?”diye soruyordu kendine. “Annelerini üzmek içinkuşkusuz... Hayatta tek amaçları bu... Her şey şuyeni düşüncelerden kaynaklanıyor. Hep şukahrolası kadın sorunu! Altı ay önce o güzelimsaçlarını kesmeye kalkışan Aglaya değil miydi?(Aman Tanrım, gençliğimde benim saçlarım bileo kadar güzel değildi!) Makas elindeydi, ancakönünde diz çöküp yalvararak caydırabildimonu!.. Tutalım ki öfkesinden, annesini üzmekiçin yaptı bunu. Huysuz, başına buyruk, şımarık,en önemlisi de hırçın, çok hırçın bir kızdırçünkü! Peki ama, ya şu şişko Aleksandra’ya nedemeli? O da kesmeye kalkışmadı mı saçlarını?Hem öfkeyle, kaprisle değil de, bir aptal gibi,içtenlikle... Saçları olmazsa daha rahatuyuyacağına, ayrıca başının da artıkağrımayacağına inandırmış onu Aglaya. Hem
kaç yıldır, kaç yıldır da (beş yıl oluyor), ne çokisteyenleri oldu... Evet, onları isteyenler arasındaiyi, hatta çok iyileri de vardı! Peki ama, nebekliyor bu kızlar, neden evlenmiyorlar? Sırfannelerini üzmek için... Tek neden bu, başkahiçbir neden yok ortada! Hiç! Hiç!”Sonunda onun anne kalbi için de doğdu güneş;hiç değilse bir kızı, Adelaida bir yuva kuracaktınihayet. Düşüncesini açıklaması gerektiğinde,“Hiç değilse birinin yükü kalkıyoromuzlarımdan,” diyordu Lizaveta Prokofyevna(ne var ki bu konuyu düşünürken içinden çokdaha duygusal şeyler geçiyordu). Ayrıca işlerson derece hoş, zarif bir biçimde yürüyordu.Öyle ki sosyetede herkes saygıyla söz ediyordubu evlilik olayından. Damat adayı varlıklı, ünlü,bir prens, üstelik iyi biriydi; görünüşe bakılırsahoşlanmıştı da ondan Lizaveta Prokofyevna,“Daha ne isterim?” diyordu. LizavetaProkofyevna önceleri de Adelaida için (onunsanata eğilimi kuşkularla dolu kalbini kimizaman aşırı derecede endişeyle doldursa da)öteki kızları için olduğundan daha azkaygılanırdı. Sonunda şöyle teselli ediyordu
kendini: “Şen yaradılışlı bir kız, aklı da başında,öyle veya böyle kurtarır kendini. İyi bir kızyani...” En çok Aglaya için kaygılanıyordu.Sırası gelmişken şunu da söylemek gerekir, enbüyük kızı Aleksandra için LizavetaProkofyevna kaygılansın mı, kaygılanmasın mı,bilemiyordu. Kâh “Kızcağız mahvoldu,” diyegeçiriyordu içinden; yirmi beşindeydi çünkü,demek evde kalacaktı. “Hem de bu güzellikle!..”Geceleri onun için ağlıyordu bile LizavetaProkofyevna. Hem de öte yanda Aleksandraİvanovna son derece sakin uyuyorken. “Nedirbu kız, yenilerden bir nihilist mi, yoksa bir aptalmı?” Hayır, aptal falan değildi, bundan hiçkuşkusu yoktu Lizaveta Prokofyevna’nın.Aleksandra İvanovna’nın düşüncelerine değerveriyor, ona akıl danışmaktan hoşlanıyordu.Ama onun “ıslak tavuk” olduğu da kesindi: “Okadar durgun, kıpırtısız ki, yerinden oynatmanınolanağı yok onu! Oysa “Islak tavuklar bileyerlerinden kıpırdar bazen! Öf! Ne yapacağımben bu kızlarla?” Lizaveta Prokofyevna, gözdesiAglaya’dan bile daha düşkündü Aleksandraİvanovna’ya. Açıklaması güç, şefkat dolu bir
sempatiydi ona beslediği... Ne var ki LizavetaProkofyevna’nın hırçın çıkışları (onun anneşefkati ve sempatisi daha çok bu çeşitçıkışlarında belli oluyordu), “ıslak tavuk” gibitakılmaları Aleksandra’yı yalnızcagüldürüyordu. Kimi zaman öyle oluyordu ki, enbasit bir olay Lizaveta Prokofyevna’nın tepesiniattırıyor, kendini kaybetmesine neden oluyordu.Sözgelimi, Aleksandra İvanovna çok uzun süreuyumayı seviyor ve genellikle çok da rüyagörüyordu. Ama gördüğü rüyalar her zamanyedi yaşında bir çocuğun göreceği olağanüstüanlamsız, saf rüyalar oluyordu. Öyle ki onunrüyalarının bu saflığı sonunda annesinin canınısıkmaya başlamıştı. Aleksandra İvanovna birgün de rüyasında dokuz tavuk görmüş ve buyüzden anne kız arasında bir tartışma çıkmıştı.Ama neden çıkmıştı bu tartışma, anlatması çokzor. Yalnızca bir kez doğru dürüst bir rüyagörmüştü Aleksandra İvanovna: Korka korkagirdiği karanlık bir odada bir rahip görmüştürüyasında. İki kız kardeş kahkahalarla gülerekhemen Lizaveta Prokofyevna’ya yetiştirmişlerdionun gördüğü bu rüyayı. Bunun üzerine
Lizaveta Prokofyevna yine sinirlenmiş ve üç kızkardeşin de aptal olduğunu söylemişti. “Hım!Tam bir aptal gibi sakin, rahat bu kız... Tam bir‘ıslak tavuk’ işte... İstediğin kadar dürt, boşuna...Arpacı kumrusu gibi düşünüp duruyor, hüzünlübakıyor insanın yüzüne! Derdi nedir acaba? Nesıkıntısı var?” Arada bir İvan Fyodoroviç’e desoruyordu bu soruları. Arkasından da her zamanolduğu gibi ısrarla, gözdağı verircesine,sabırsızca hemen cevap bekliyordu. İvanFyodoroviç kem küm ediyor, yüzünüburuşturuyor, omuzlarını kaldırıyor, kollarını ikiyana açıp sonunda şöyle diyordu:— Koca lazım!O zaman patlıyordu Lizaveta Prokofyevna:— Sizin gibi olmasın da kocası, İvanFyodoroviç... Umarım sizin kafanızda biri, sizingibi kaba saba biri olmaz evleneceği insan İvanFyodoroviç...Böyle durumlarda İvan Fyodoroviç hemenkayboluyordu ortadan, Lizaveta Prokofyevna daparladıktan sonra sakinleşiyordu. Elbette aynı
günün akşamı Lizaveta Prokofyevna “kabasaba” İvan Fyodoroviç’ine, iyi yürekli, sevimli,onu taparcasına seven İvan Fyodoroviç’ine(çünkü ömür boyu sevmişti kocasını, hatta âşıktıİvan Fyodoroviç’ine, bunu İvan Fyodoroviç deçok iyi biliyordu ve Lizaveta Prokofyevna’sınasonsuz saygı duyuyordu) olağanüstü sevecen,sakin ve saygılı oluyordu.Ancak Lizaveta Prokofyevna’nın en büyük vesürekli üzüntüsü Aglaya içindi. Kendi kendineşöyle mırıldanıyordu Lizaveta Prokofyevna:“Tıpkı ben bu kız, tıpkı ben, her bakımdan banabenziyor. Başına buyruk, şeytan gibi bir şey!Nihilistin, kural tanımazın teki... Tuhaf huylarıvar, bir çılgın, bir hırçın, hırçın, hırçın ki! AhTanrım, çok mutsuz olacak bu kız!”Ama dediğimiz gibi, ana yüreğine doğangüneş orada her şeyi yumuşatmış, bir andaısıtmıştı. Aşağı yukarı bir aydır bütünendişelerinden kurtulmuştu LizavetaProkofyevna. Adelaida’nın düğünününyaklaşması üzerine sosyetede Aglaya’dan da sıksöz etmeye başlamışlardı. Öte yandan Aglaya da
pek bir güzel, pek sevimli, pek uslu olmuştu.Kendine büyük bir güvenle, biraz mağrurdolaşıyordu ortalarda, bu pek de yakışıyorduona! Bütün bir ay annesine karşı nasıl sevecen,nasıl güler yüzlüydü! (“Ne var ki şu YevgeniyPavloviç’i adamakıllı incelemek, nasıl biriolduğunu anlamak gerekiyor... Hem sanırımAglaya da özel bir ilgi göstermiyor ona!”) Evet,durup dururken harika bir kız olup çıkmıştıAglaya. Tanrım, nasıl da iyi bir kız oluvermişti,günden güne daha da iyi oluyordu! Ve sonra...Ve sonra, şu iğrenç prens bozuntusu, şu pisbudala ortaya çıkınca her şey birbirine girmiş,evde her şey altüst olmuştu.Peki ama, ne olmuştu?Aslında başkalarının gözünde olan bir şeyyoktu. Ama Lizaveta Prokofyevna, kendineözgü her zamanki huzursuzluğuyla, son dereceolağan bu olaylar kargaşasında kendini kimizaman hastalık derecesine varan, kuşku dolu,anlaşılmaz ve son derece ağır bir korkuyakaptıran bir şeyler görmeyi başarıyordu. Şimdibütün bu komik saçmalıkların, gereksiz
endişelerin arasında birden pek önemli olan birşeyi, gerçekten de endişelenmesine,kuşkulanmasına, birtakım belirtiler görmesineneden olan bir şeyi fark ettiğinde ne büyük birşaşkınlığa kapılmıştı...Prensi peşi sıra sürükleyerek eve doğrugötürürken de, evde onu ailenin çevresindeoturduğu yuvarlak masaya oturturken dedüşünüyordu Lizaveta Prokofyevna: “Nasılyapabildiler bunu? O yaratığın Aglaya ile ilişkisiolduğunu yazan o iğrenç, imzasız mektubu necüretle yazabildiler bana? Böyle bir şeyi nasıldüşünebildiler? Evet, birazcık olsun inansamböyle bir şeyin olduğuna veya Aglaya’yagöstersem o mektubu, utancımdan ölürüm!Bizlerle, Yepançinler’le böylesine alay edilsin!Bütün bunlar İvan Fyodoroviç’in yüzünden...Evet, İvan Fyodoroviç, sizin yüzünüzden! KeşkeYelagin’deki yazlığımıza gitseydik. Yelagin’egidelim dedim. Belki de Varvara yazmıştır omektubu. Sanırım öyle... Bütün suç İvanFyodoroviç’te! O yaratık, İvan Fyodoroviç’iaptal durumuna düşürmek amacıyla eski bağlarıyüzünden düzenledi bu oyunu. Tıpkı eskiden
olduğu gibi alay etmek istedi onunla. Eskidennasıl aptal yerine koymuştu onu, kahkahalarlagülmüştü arkasından, burnuna halka takıpdolaştırmıştı, hem de ona inciler armağanederken... Sonunda bizi de karıştırdılar bu pisişe, kızlarınızı da karıştırdılar İvan Fyodoroviç,en saygın çevreden kızlarınızı, evlenme çağındaolan kızlarınızı... Oradaydılar, her şeyi duydular,o kötü çocukların olayına da karıştılar... Sevininbakalım İvan Fyodoroviç, orada konuşulanlarıda duydular! O prens bozuntusunubağışlamayacağım, hiçbir zamanbağışlamayacağım! Peki, neden üç gündürbunalım geçiriyor Aglaya? Neden ablalarıylakavgalı? Hatta annesiymiş gibi her zaman eliniöptüğü, öylesine saygı duyduğu Aleksandra ilede kavgalı... Neden üç gündür arpacı kumrusugibi düşünüp duruyor? Gavrila İvolgin’in bu işlene ilgisi var? Peki, dün de, bugün de nedenövmeye başladı Gavrila İvolgin’i, neden ağladı?Şu kahrolası “zavallı şövalye”nin o imzasızmektupta ne işi var? Oysa prensin mektubunuablalarına bile göstermemişti... Hem neden...neden, neden kuyruğu tutuşmuş kedi gibi
koşturdum ben şimdi prense? Neden burayagetirdim onu? Tanrım, aklımı mı kaçırdım ben?Bu yaptığım nedir benim? Bir gence kızımlailgili sırları açtım, hem de... onu hiç mi hiçilgilendirmeyen sırları! Tanrım, iyi ki bir budalao ve... ve... yabancımız değil! Böyle birindenhoşlanacak değil ya Aglaya! Aman Tanrım, bende neler saçmalıyorum! Tüh! Ne tuhaf biraileyiz... Camekânlara koyup insanlaragöstermeliler bizi, başta da beni... Giriş onkapikten... Bağışlamayacağım sizi İvanFyodoroviç, asla bağışlamayacağım! Peki,Aglaya neden ters davranmıyor şimdi prense?Ona ters davranacağını söylüyordu, ama hiç deöyle davranmıyor! Baksana, gözlerini ayırmıyorondan. Bir şey söylemiyor, çekip gitmiyoryanından, öylece duruyor... Oysa bize gelmesiniyasaklayan da kendisiydi... Prensin yüzü debembeyaz. Şu Tanrı’nın belası geveze YevgeniyPavloviç de bir susmuyor ki! Durmadankonuşuyor, kimsenin ağzını açıp bir şeysöylemesine izin vermiyor. O konu açılsa herşeyi öğrenirdim ya...”Gerçekten de bembeyazdı prensin yüzü.
Yuvarlak masanın bir yanında oturuyordu. Aynıanda sanki hem çok korkuyor, hem de arada birkendisinin de bilemediği, ruhunu saran birheyecana kapılıyordu. Ah, o gayet iyi tanıdığısimsiyah gözlerin sürekli ona baktığı köşeyebakmaktan nasıl korkuyordu! Aynı anda,Aglaya’nın ona yazdığı o mektuptan sonratekrar burada, bu ailenin arasında olmaktan, otanıdık sesi tekrar duyacak olmaktan ne kadarmutluydu! “Tanrım, şimdi bir şey söyleyecek!”Kendisi henüz ağzını açıp bir şey söylememişti;“durmadan konuşan” Yevgeniy Pavloviç’igergin bir ruhsal durum içinde dinliyordu. Oakşam olduğu gibi heyecanla, keyifle pek seyrekkonuşurdu Yevgeniy Pavloviç. Prens dinliyorduonu, ama uzun süredir söylediklerindenneredeyse tek sözcük anladığı yoktu.Petersburg’dan henüz dönmemiş olan İvanFyodoroviç’in dışında herkes verandadaydı.Prens Ş. de oradaydı. Müzik dinlemeyegidecekleri için çaydan önce toplanmışlardı.Sohbetin prens gelmeden önce başladığıbelliydi. Biraz sonra ansızın, nereden çıkageldiğianlaşılamayan Kolya girdi verandaya. Prens,
“Demek önceden olduğu gibi kabul ediyorlaronu yine...” diye geçirdi içinden.Yepançinler’in dört bir yanı çiçekliklerleçevrili, yeşillikler içindeki yazlıkları İsviçre köyevlerini andırıyordu. Ev bir çiçek bahçesiiçindeydi.Prensin evinde olduğu gibi, herkesverandadaydı. Yalnız bu veranda daha bir genişve şık döşeliydi.Konuşmanın konusunun herkesi pekilgilendirmediği açıktı. Bir tartışmadan çıktığıbelli olan konuyu herkes değiştirmek istiyordukuşkusuz, ama Yevgeniy Pavloviç tepkiylekarşılandığına bakmadan, ısrarla sürdürüyordukonuşmasını. Prensin gelişinden sonra sankidaha da heyecanlı konuşmaya başlamıştı.Yevgeniy Pavloviç’in her dediğini anlayamasada, kaşları çatıktı Lizaveta Prokofyevna’nın.Neredeyse bir köşeye çekilmiş oturan Aglayakalkıp gitmiyor, konuşulanları dinliyor, ağzınıaçıp bir şey söylemiyordu.Heyecanla anlatıyordu Yevgeniy Pavloviç:
— İzin verin... Liberalizme bir şey dediğimyok benim. Günah falan değildir liberalizm.Onsuz parçalanacak, belki de yok olacak büyükbir bütünün, vazgeçilmez, temel parçasıdırliberalizm. En ahlakçı gericiliğin olduğu kadarliberalizmin de yaşama hakkı vardır. Benimitirazım Rus liberalizmine. Tekrar söylüyorum,benim itirazım Rus liberallerinin gerçek Rusliberalleri olmamasına. Bizimkiler Rus olmayanliberaller. Bir Rus liberali getirin bana, o andaöperim onu.Olağanüstü heyecanlı olan Aleksandraİvanovna (yanakları bile her zamankindenkırmızıydı),— Öpmenize izin verirse kuşkusuz... dedi.“Şuna bak, yalnızca yemeyi, bir de uyumayıbilir,” diye geçirdi içinden LizavetaProkofyevna. “Dürtsen kıpırdamaz yerinden,sonra yılda bir kez ayaklanır, bir konuşmayabaşlar, parmağını ısırırsın.”Yevgeniy Pavloviç’in ciddi bir konuda pekheyecanlıymış, şaka ediyormuş gibi
konuşmasından Aleksandra İvanovna’nın hiçhoşlanmadığını fark etmişti prens.Yevgeniy Pavloviç prense dönüp sürdürdükonuşmasını:— Siz gelmeden önce, şimdiye kadar bizdeyalnızca iki çeşit liberalin olduğunusöylüyordum. Artık (kaldırılmış, mevcutolmayan) eski büyük toprak sahipleri sınıfındanolanlarla, ruhban sınıfından olanlar... Zamanlaikisi de halktan koptu, sonunda bambaşka birsınıf oluşturdular ve giderek, kuşaktan kuşağa,geçmişte yaptıkları da, şu anda yapmaktaoldukları da ulusallıktan bütünüyle uzaklaştı...Prens Ş. itiraz etti:— Nasıl? Bütün bu yapılanlar ulusal değil midemek istiyorsunuz?— Evet, ulusal değil. Ruslara özgü, ama ulusaldeğil. Liberallerimiz de Rus olmaktan uzak,tutucularımız da, hepsi... Ayrıca şuna da inanın,halkımız büyük toprak sahiplerinin, ruhbansınıfının geçmişte veya günümüzde yaptıklarını
da, gelecekte yapacaklarını da benimsemiyor...Prens Ş. heyecanla itiraz etti:— Bu güzel işte! Söylediklerinizdeciddiyseniz, böyle bir çelişkiyi nasıl oluyor dasavunabiliyorsunuz? Hem toprak sahipleriyleilgili çıkarımlarınızı öylece kabul etmem pekmümkün değil, siz de bir toprak sahibisinizsonuçta.— Rus toprak sahiplerinden sizin anladığınızanlamda söz etmiyorum ben. Toprak sahiplerisaygın bir sınıftır, en azından ben de aynısınıftan olduğum için... özellikle de şimdi,kaldırıldıktan sonra...Aleksandra İvanovna araya girdi:— Yoksa edebiyatımız da mı ulusal değil?— Edebiyattan pek anlamam, ama benceLomonosov, Puşkin ve Gogol’un dışında baştanaşağı Rus değildir edebiyatımız.Adelaida İvanovna güldü.— Önce bu üçü hiç de az sayılmaz, sonra
bunlardan biri halktan, öteki ikisi topraksahiplerinden.— Öyle ama, hemen heyecanlanmayınbakalım. Rus yazarlar arasında yalnızca bu üçübaşkalarından alınma değil, gerçektenkendilerinin olan şeyler söylemişler, bu nedenlede ulusal olmuşlardır. Herhangi bir Rusbaşkalarından alınma değil de, kendinin olan birşey söylediğinde veya yazdığında, Rusçası çokkötü bile olsa, anında ulusal kabul ediliyor.Benim için kesin bu. Ama şimdi konumuzedebiyat değil. Sosyalistlerden söz ediyorduk,söz döndü dolaştı buraya geldi. Bizde tek Russosyalistin olmadığını iddia ediyorum. Dahaönce de yoktu, şimdi de yok. Çünküsosyalistlerimizin hepsi de büyük topraksahipleri sınıfıyla ruhban sınıfındandır. İsteryurtiçinde olsun, ister yurtdışında, bilinen vetanınmış bütün sosyalistlerimiz, toprağa bağlıkölelik devrinin büyük toprak sahibisosyalistlerinden farksızdır. Nedengülüyorsunuz? Verin onların kitaplarını bana,savundukları öğretileri, hatıra defterlerini... biredebiyat eleştirmeni olmadığım halde, onların
yazdıkları kitapların, dergilerin, güncelerin hersayfasının daha önce Rus toprak sahiplerinceyazıldığını kanıtlayan inandırıcı bir edebiyateleştirisi yazayım size. Onların öfkesi, hınçları,mizah anlayışları toprak sahiplerininkiyle (hattaFamusov’unkiyle!)[31]aynıdır. Onlarınheyecanları, gözyaşları gerçektir, belki deiçtendir, ama yine de toprak sahiplerininkiyleaynıdır! Toprak sahiplerininkiyle veya ruhbansınıfınınkiyle... Yine gülüyorsunuz. Siz de migülüyorsunuz prens? Yine karşısınızsöylediklerime, öyle mi?Gerçekten herkesle birlikte prens de gülmeyebaşlamıştı.Suçüstü yakalanmış bir öğrenci gibi irkilenprens birden gülmeyi kesip,— Karşı olup olmadığımı söyleyemem, dedi.Ama şuna inanmanızı isterim, büyük bir zevkledinliyorum sizi...Bunu söylerken tıkanır gibi olmuş, hatta alnısoğuk soğuk terlemişti. Buraya geldi geleli ilkkez konuşuyordu. Çevresine bakınmak istiyor,
ama buna cesaret edemiyordu. YevgeniyPavloviç bunu fark etti, gülümsedi. Öncekiheyecanlı tavrıyla, aynı zamanda neredeysegülerek (belki de kendi söylediklerinegülüyordu) sürdürdü konuşmasını:— Bayanlar baylar, bir gerçektir busöylediğim. Bu gerçeğin gözlemlenmesinin,hatta ortaya çıkarılmasının onuru da benimdir.En azından şimdiye kadar hiçbir yerde bununlailgili bir şey söylenmemiş, yazılmamıştır. Bugerçekte benim anlatmaya çalıştığım Rusliberalizminin özü bulunmaktadır. Önceliberalizm genellikle eşyanın var olan düzeninebir saldırı değilse (doğru veya yanlış bir saldırı,ama başka bir konudur bu) nedir? Öyle değilmi? Benim söylediğim gerçek şudur: Rusliberalizmi yalnızca eşyanın var olan düzeninedeğil, doğrudan eşyaya da bir saldırıdır. Rusdüzenine değil, doğrudan Rusya’ya birsaldırıdır. Benim liberalim Rusya’yı yadsımayakadar götürmüştür işi, yani anayurdundan nefreteder, onu aşağılar. Rus’a dair şanssız vebaşarısız her olay kahkahalarla güldürür onu,neredeyse coşturur. Halkın alışkanlıklarından,
geleneklerinden, Rus tarihinden, her şeyindennefret eder. Onu aklayacak bir şey varsa, o da neyaptığının farkında olmaması, Rusya’ya olannefretinin en üretken liberalizm olduğunusanmasıdır (ah, aslında belki de son derece aptal,geri zekâlı ve tehlikeli bir muhafazakâr olan birliberalin diğerlerince hep birlikte alkışlandığınabile sık rastlarsınız!). Rusya’ya duyulan bunefreti yakın bir geçmişte bazı liberallerimizneredeyse gerçek yurt sevgisi olarak görüyor vebu sevginin nasıl olması gerektiğinibaşkalarından daha iyi görmeleriyleövünüyorlardı. Şimdi ise daha bir açıkyüreklioldular, hatta “yurt sevgisi” deyiminden utanıroldular ve bu kavramı zararlı, değersiz birkavrammış gibi çıkarıp attılar sözlüklerinden...Bir gerçektir bu ve onu savunuyorum, ayrıca...bir gün bütün çıplaklığıyla, sade ve dürüstçeortaya koymak da gerekiyordu gerçeği.Gelgelelim, aynı zamanda bu gerçek yüzyıllardırhiçbir toplumda ortaya çıkmamıştır,görülmemiştir. Yani demek istediğim, birrastlantıdır bizdeki, belki gelip geçicidir de,kabul ederim... Kendi yurdundan nefret eden
liberaller hiçbir ülkede görülmemiştir. Bizdekibu durumu nasıl açıklayabilirsiniz? Bence,önceden de söylediğim gibi, Rus liberallerininhenüz Rus liberali olmamalarıyla açıklayabilirizsadece.Prens Ş. ciddi bir tavırla itiraz etti:— Senin bu söylediklerini şaka kabulediyorum Yevgeniy Pavloviç.Aleksandra İvanovna,— Bütün liberalleri görmediğim için bir şeysöyleyemeyeceğim, dedi. Ama sizi dinlerkenöfkelendim. Özel bir durumu alıpgenelleştirdiniz, belki de iftira ettiniz insanlara.Yevgeniy Pavloviç,— Özel bir durum mu? diye karşılık verdi. Ya-a! Demek öyle? Prens, siz ne diyorsunuz, özelbir durum mu bu?Prens,— Doğrusunu isterseniz, ben de çok az liberalgördüm... dedi. Ama bana öyle geliyor ki, bir
bakıma haklısınız. Sözünü ettiğiniz Rusliberalizmi gerçekten de Rusya’nın düzenindençok, bir bakıma Rusya’nın kendinden biraznefret etmeye meyillidir. Elbette yalnızca birbakımdan... Kuşkusuz herkes için öyle demekdeğildir bu...Duraksadı, sözünün sonunu getiremedi. Sonderece heyecanlı olmasına karşın, konuşmalarıbüyük bir dikkatle izliyordu. Değişik bir özelliğivardı prensin: Kendisini ilgilendiren bir şeyi herzaman olağanüstü saf bir dikkatle dinler, o andakendisine sorulan sorulara yine öyle saf cevaplarverirdi. Onun kendisiyle alay edildiğine, şakayapıldığına dair hiçbir kuşku barındırmayan buinancı, saflığı yüzüne, bedeninin duruşuna bileyansırdı. Ne var ki Yevgeniy Pavloviç baştanberi onunla biraz şakacı konuşuyor olmasınakarşın, şimdi onun verdiği cevap karşısında,ondan böyle bir cevap beklemiyormuş gibi, pekciddi bakıyordu yüzüne.— Evet... dedi. Ne var ki çok tuhaf ve çokdoğru bir cevap verdiniz prens. Ciddi misöylediniz bunu?
Prens şaşırmış gibi,— Siz ciddi sormamış mıydınız? diye karşılıkverdi.Onun bu cevabı üzerine herkes gülmeyebaşladı.Adelaida atıldı:— Bundan hiç kuşkunuz olmasın, YevgeniyPavloviç her zaman eğlenir insanlarla! Ama kimizaman bazı konularda öyle ciddi konuşur kişaşarsınız!Aleksandra sert bir tavırla,— Bence yersiz bir konuşma bu, dedi. Hiçgirmeseydik bu konuya daha iyi ederdik. Hanidolaşmaya çıkacaktık...Yevgeniy Pavloviç,— Hadi çıkalım, hava da harika! diye haykırdı.Yalnız bu kez çok ciddi olduğumu sizlere veözellikle de prense kanıtlamak için (çok ilgimiçektiniz prens ve size yemin ederim, aslında boşolsam da, göründüğüm kadar boş biri değilim!)
ve... izin verirseniz baylar bayanlar, kişiselmerakımdan, prense son bir soru daha sorupbitireceğim. İki saat önce sanki inadına geldiaklıma bu soru. (Görüyorsunuz ya prens, bazenben de ciddi şeyler düşünüyorum.) Cevabınıbuldum bu sorunun, ama bakalım prensin cevabıne olacak? Demin “özel durum” dediler. Budeyim bizde çok kullanılır. Sık duyarız onu.Geçenlerde şu... gencin altı kişiyi öldürmesiolayından da, avukatının katil yoksul olduğuiçin aklına doğal olarak öldürme düşüncesiningelebileceğini söylediği tuhaf savunmasından dasöz ederken gazeteler hep bu ifadeyi kullandılar.Avukatın savunması belki tam öyle değildi, amao anlam çıkıyordu. Bana sorarsanız, avukatböyle tuhaf bir görüşü açıklarken, son dereceliberal, son derece insani ve günümüzdesavunulabilecek en ilerici bir düşünceyisavunduğuna inanıyordu. Peki, bu konuda siz nedüşünüyorsunuz prens? Kavramların,düşüncelerin böyle çarpıtılması, olaylara böyleters, tuhaf bakış özel bir durum mudur, genel birdurum mu?Herkes kahkahalarla gülmeye başladı.
Aleksandra ile Adelaida gülerek,— Özel, elbette özeldir, dediler.Prens Ş. ekledi:— İzin ver, bir kez daha hatırlatayım sanaYevgeniy Pavloviç... Bu şakaların sıkmayabaşladı artık.Yevgeniy Pavloviç, Prens Lev Nikolayeviç’inmeraklı, ciddi bakışını üzerinde yakalayınca,Prens Ş.’nin sözünü bitirmesini beklemeden,— Ne dersiniz prens? diye sordu. Sizce buolay özel mi, genel midir? Ne yalan söyleyeyim,sizin için düşündüm ben bu soruyu.Prens sakin, ama kararlı bir tavırla karşılıkverdi:— Hayır, özel değildir.Prens Ş. canı biraz sıkkın,— İnsaf edin Lev Nikolayeviç, diye haykırdı.Sizi oyuna getirdiğinin farkında değil misiniz?Düpedüz alay ediyor sizinle, açığınızı
yakalamak istiyor...Prensin yüzü kızardı, bakışını önüne indirdi.— Ben Yevgeniy Pavloviç’in doğrusöylediğini düşünüyorum.Prens Ş.,— Sevgili prens, diye sürdürdü konuşmasını.Bundan üç ay önceki konuşmamızı hatırlayınız.Yeni mahkemelerimizde yetenekli ne çokavukatın olduğundan söz ediyorduk! Son dereceilginç jüri kararları olduğunu söyleyen siz değilmiydiniz? Ne çok seviniyordunuz buna,sevincinize ben de ortak oluyordum... Yenimahkemelerin kurulmasıyla gururduyabileceğimizi söylüyorduk... Ama buacemice savunma, bu tuhaf gerekçe ötekibinlercesinin arasında elbette özeldir.Bir süre düşündü Prens Lev Nikolayeviç, sonrasakin, hatta ürkek de olsa, kararlı bir tavırlacevap verdi:— Benim söylemek istediğim, (YevgeniyPavloviç’in de dediği gibi) düşüncelerin ve
kavramların çarpıtılması sık rastlanılan birşeydir, bu yüzden ne yazık ki özel olmaktan çokgeneldir. O kadar ki, bu çarpıtma çok yaygınolmasaydı, belki de bunun gibi... akıl almazcinayetler işlenmezdi.— Akıl almaz cinayetler mi dediniz? diyesordu Prens Ş.. Ama inanın, tıpkı böylecinayetler, hatta daha da korkunçları, şimdiyekadar çok işlenmiştir (hem yalnızca bizimülkemizde değil), bence daha uzun süre deişlenecektir. Bir farkla ki, önceleri daha azaçıklık vardı bizde, oysa şimdi böyle şeylerdenyüksek sesle sözü edilmeye, hatta gazetelerdeolayla ilgili yazılar çıkmaya başladığı için buçeşit cinayetler çok işleniyor gibi geliyor size.Sizin yanılgınız, olağanüstü saf yanılgınızburada işte prens (alaylı alaylı gülümsedi PrensŞ.). İnanın bana öyle.— Eskiden de çok cinayet işlendiğini, hem deböyle korkunç cinayetlerin işlendiğini ben debiliyorum. Geçenlerde cezaevlerini dolaştım,birkaç mahkûmla, sanıkla tanışma fırsatım oldu.Hatta onlarca insanı öldürmüş ve hiç pişmanlık
duymayan çok daha korkunç katillerle tanışmafırsatım da oldu. Bakın bu arada neyi fark ettim:En azılı, en acımasız bir katil bile suçluolduğunu biliyor, yani hiç pişmanlık duymasada, kötü bir şey yaptığını vicdanında kabulediyor. Ve hepsi böyledir. Oysa YevgeniyPetroviç’in söylediği katiller kendilerini suçlubile kabul etmezler, buna hakları olduğunu,hatta... iyi bir şey yaptıklarını düşünürler. Yaniaşağı yukarı böyledir. Bana sorarsanız, korkunçfark buradadır işte. Unutmayın ki, bunu yapanlargençlerdir, yani çarpık düşüncelere kendilerinikolayca kaptırabilecek yaşta olan gençler...Prens Ş. artık gülmüyor, hayretle dinliyorduprensi. Uzun süredir bir şey söylemek isteyenAleksandra İvanovna, aklına çok değişik bir şeygelmiş gibi susuyordu. Yevgeniy Pavloviç iseprense büyük bir şaşkınlık içinde bakıyordu.Ama şimdi bakışında en ufak bir alay yoktu.Lizaveta Prokofyevna beklenmedik bir şekildesöze karıştı:— Ne o dostum, prense neden öyle şaştınız?Sizden aptal olduğunu, sizin gibi
düşünemeyeceğini mi sanıyordunuz?Yevgeniy Pavloviç,— Hayır efendim, onun için değil, dedi. Pekiama, nasıl oldu da prens (bu sorum içinbağışlayın beni), bunu görüyor, farkedebiliyorsanız (tekrar bağışlayın) bu tuhafolayda... geçen günkü... hani... Burdovskiy’digaliba... onun düşüncelerinin ve ahlakanlayışının da çarpık olduğunu nasıl farkedemediniz? Sözünü ettiğiniz olayla hiç farkıyoktu oysa! O zaman acaba hiçbir şeyinfarkında değil misiniz diye düşünmüştüm.Lizaveta Prokofyevna sesini yükseltti.— Bakın ne diyeceğim çocuklar, gördüğünüzgibi bizler fark ettik, şimdi de bununlaövünüyoruz. Ama bugün onların birinden, enönemlilerinden, hani şu suratı siğilli olandan,(hatırlıyor musun Aleksandra?) prens bir mektupaldı. Kendisine özgü tavrıyla da olsa,mektubunda özür diliyor prensten ve o zamanonu kışkırtan arkadaşıyla da (hatırlıyor musunAleksandra?) ilişkisini kestiğini haber veriyor ve
artık prense daha çok inandığını yazıyor. Onapek yukarıdan bakıyoruz, ama hiçbirimizşimdiye kadar böyle bir mektup almadık.Kolya haykırdı birden:— İppolit de buraya taşındı, şu anda burada!Prens telaşlandı.— Nasıl? Taşındı mı?— Sizin Lizaveta Prokofyevna ile çıkmanızınhemen arkasından geldik. Bize getirdim onu!Lizaveta Prokofyevna, biraz önce prensiövdüğünü unutup öfkeyle,— Bahse girerim, diye bağırdı, bahse girerim,dün Petersburg’da onun tavan arası odasınauğramış, ayaklarına kapanıp ondan özür dilemiş,o iblisin lütfedip buraya gelmesi içinyalvarmıştır. Gittin oraya, değil mi? Deminkendin söyledin. Gittin mi, gitmedin mi? Söyle!Ayaklarına kapandın mı, kapanmadın mı?Kolya araya girip bağırdı:
— Hiç de kapanmadı! Tersine: İppolit iki kezyakaladı prensin elini, dudaklarına götürüp öptü.Ben gördüm... Görüşmeleri bu kadarla bitti işte.Prens, yazlığa taşınırsa daha rahat edeceğinisöyledi yalnızca, o da hemen kabul etti, biraziyileşir iyileşmez taşınacağını söyledi.Prens ayağa kalktı, şapkasını alırken,— Boş konuşuyorsunuz Kolya, diyemırıldandı. Neden anlatıyorsunuz ki bunları,ben...Lizaveta Prokofyevna susturdu onu.— Nereye?Kolya heyecanlanmıştı.— Telaşlanmayın prens, diye sürdürdükonuşmasını. Gitmeyin, rahatsız etmeyin onu.Yoldan geldi, yorgun, uyuyor. Buraya geldiğiiçin çok mutlu. Hem biliyor musunuz prens,bence onunla şimdi hiç görüşmezseniz çok iyiedersiniz. Hatta yarına erteleyin onunlagörüşmeyi. Yoksa yine mahcup olacak...Sabahleyin altı aydır kendini böyle iyi
hissetmediğini söylüyordu. Öksürüğü bile iki katazaldı.Prens, Aglaya’nın oturduğu köşeden birdenkalkıp masaya yaklaştığını fark etti. Onabakmaya cesaret edemiyordu, ama Aglaya’nın oanda kendine (belki de öfkeyle) baktığını,simsiyah gözlerinde kesinlikle tehdit dolu birifadenin olduğunu, yüzünün alev alev yandığınıbütün varlığıyla hissediyordu.Yevgeniy Pavloviç,— Bana kalırsa Kolya Ardalionoviç, sözünüettiğiniz kişi o akşam ağlayan, bizleri cenazetörenine çağıran veremli genç ise, boşunagetirdiniz onu buraya... Komşu evin duvarındanöylesine heyecanla söz etmişti ki, inanın, çokyakında o duvarın özlemiyle içi yanmaya başlar.— Çok doğru söyledin, dedi LizavetaProkofyevna. Seninle tartışır, didişir, sonra daçeker gider, görürsün!Ve hep birlikte dolaşmaya çıkmayahazırlandıklarını unutup uzandı, dikiş sepetini
ağırbaşlı bir tavırla yanına çekti.Yevgeniy Pavloviç,— Hatırlıyorum, pek övüyordu o duvarı, diyesürdürdü konuşmasını. Karşısında o duvarolmayınca kesinlikle anlamlı bir biçimdeölemez... Oysa ölümünün anlamlı,çevresindekileri duygulandıran bir ölümolmasını çok istiyor.— Ne yaparsınız? diye mırıldandı prens. Onubağışlamazsanız, o da siz onu bağışlamanızıbeklemeden ölür... Buraya da ağaçlar için geldizaten.— Ah, ben her şeyini bağışlıyorum, bunusöyleyebilirsiniz kendisine.Bakışını kaldırmadan, döşemede bir noktayabakmayı sürdürerek, sakin, isteksiz bir tavırlakarşılık verdi prens:— Bunu böyle almamak gerekir... Siz de onunsizi bağışlamasını istemelisiniz.— Nedenmiş o? Ne suç işledim ki ona karşı?
— Anlayamıyorsanız, o zaman... amaanlarsınız canım. O akşam istediği... hepinizikutsamak ve sizin de onu kutsamasıydı, hepsi bukadar işte...Prens Ş. orada bulunanların bazılarıylabakıştıktan sonra çekingen bir tavırla araya girdi:— Sevgili prens, bu dünyada cennetiyakalamak öyle kolay değildir. Oysa cennetiyakalamaya çalışıyor gibisiniz... Zor iştir cennetiyakalamak prens, o güzel kalbinizin sandığındanzordur. İyisi mi değiştirelim bu konuyu, yoksayine utanacağız sonunda, o zaman da...Lizaveta Prokofyevna canı sıkkın bir tavırlayerinden kalkıp sertçe,— Müzik dinlemeye gidelim artık, dedi.Onun arkasından herkes kalktı.
IIPrens birden Yevgeniy Pavloviç’in yanınasokuldu. Elini tutup tuhaf bir heyecanla,— Yevgeniy Pavloviç, dedi, inanın, her şeyekarşın, benim gözümde son derece soylu, sonderece iyi bir insansınız. Kuşkunuz olmasınbundan...Yevgeniy Pavloviç şaşkınlıkla bir adım geriçekildi. Bir an kahkahalarla gülmek geldiiçinden, ama tuttu kendini. Yakından bakıncaprens kendinde değilmiş, hatta çok değişik birdurumdaymış gibi gelmişti ona.— Bahse girerim prens, diye haykırdı, banaasıl söylemek istediğiniz bu değildi... Hatta belkide bana söylemeyecektiniz bunu da... Ama neoluyorsunuz? Fenalaştınız mı?— Olabilir, çok doğru tahmin ettiniz, belki deyanına sokulmak istediğim kişi siz değildiniz.(Böyle dedikten sonra tuhaf, hatta komik birbiçimde gülümsedi prens, ama sonraheyecanlanmış gibi yükseltti sesini:) Üç gün
önce yaptığımı hatırlatmayın bana! Üç gündürçok utanıyorum zaten... Suçlu olduğumubiliyorum...— Peki,... peki neymiş yaptığınız o kadarkorkunç şey?— Biliyorum Yevgeniy Pavloviç, sanırım ençok sizi utandırdım. Yüzünüz kızarıyor, butertemiz bir kalbinizin olduğunu gösteriyor.İnanın, şimdi gidiyorum.Lizaveta Prokofyevna korkarak sorduKolya’ya:— Neyi var onun? Krizi böyle mi başlıyoryoksa?— Önemli değil, Lizaveta Prokofyevna, dediprens. Kriz geldiği falan yok. Şimdi gidiyorum.Biliyorum, ben... doğanın küçük düşürdüğü birinsanım. Yirmi dört yıl hastaydım, doğumumdanyirmi dört yaşıma kadar. Hasta kabul edin beni.Şimdi gidiyorum, hemen şimdi, inanıngidiyorum. Yüzüm kızarmıyor, bunun içinyüzünün kızarması olmaz insanın, öyle değil
mi? Ama toplumda fazlalığım ben... Gururumadüşkünlüğümden söylemiyorum bunu... Bu sonüç gün uzun uzun düşündüm ve ilk fırsatta bukonuda sizi dürüstçe bilgilendirmeye kararverdim. Sözünü etmeye kalkışırsam sizi kendimegüldürürüm. Demin Prens Ş. de aynı şeyisöylemişti bana... Davranışlarım inceliktenuzaktır, duygularım ölçüsüzdür, düşüncelerimianlatmak için uygun sözcüklerikullanamıyorum, bu yüzden düşüncelerim deanlamsız, saçma kaçıyor. Dolayısıyla bunahakkım yok... Ayrıca kuşkucuyum. Ben... beninanıyorum ki, bu evde kimse küçük görmüyorbeni ve burada hak ettiğimden çok seviliyorum.Ayrıca biliyorum (hem de kesinlikle biliyorum)ki yirmi dört yıllık bir hastalık insanların bana...kimi zaman... gülmelerine neden olacak bazıbelirtiler bırakmıştır üzerimde, öyle değil mi?Prens çevresine bakınarak bir cevap, bir kararbekliyordu sanki. Herkes prensin bubeklenmedik, hastalıklı ve görünüşte her açıdannedensiz çıkışı karşısında şaşkınlık içindeydi. Nevar ki onun bu çıkışı son derece tuhaf bir olayaneden oldu.
Ansızın haykırdı Aglaya:— Ne diye söylüyorsunuz bunu burada?Onlara neden anlatıyorsunuz bunu? Hem deonlara! Onlara!Çok öfkeli olduğu belliydi: Gözlerindekıvılcımlar çakıyordu. Karşısında dili tutulmuşgibi dikiliyordu prens, yüzü bembeyazdı.Aglaya bağırmayı sürdürüyordu:— Bu anlattıklarınıza değer hiç kimse yokburada! Buradakilerin hiçbiri, hiçbiri tırnağınızada, aklınıza da, kalbinize de değmez sizin!Hepsinden dürüst, hepsinden soylu, hepsindeniyi, temiz yürekli, zekisiniz! Yere düşürdüğünüzmendilinizi eğilip yerden almaya değecek birkişi yok aralarında... Neden küçültüyorsunuzkendinizi, herkesten aşağı görüyorsunuz? Nedenyıkılmış bir insan olarak gösteriyorsunuzkendinizi? Neden hiç gurur yok sizde?Lizaveta Prokofyevna ellerini birbirine vurdu.— Aman Tanrım, hiç aklıma gelir miydi?
Kolya heyecanla bağırdı:— Zavallı şövalye! Hey!— Kesin sesinizi!.. diye haykırdı Aglaya.(Büyük bir öfkeyle Lizaveta Prokofyevna’nınüzerine yürüdü. Kendini kaybetmişti sanki. Herşeyi göze alabilecek bir öfke ifadesi vardıyüzünde.) Burada, sizin evinizde nasıl hakaretedebiliyorlar bana! Herkes üzerime üzerimegeliyor! Eziyet ediyor bana! Neden şu üç gündürsizin için herkes sıkıştırıp duruyor beni prens?Ne olursa olsun, evlenmeyeceğim sizinle!Unutmayın, ne olursa olsun ve hiçbir zaman!Bunu unutmayın! Sizin gibi komik biriyleevlenir mi insan? Aynada kendinize bakın bir...Neye benzediğinizi görün!.. Neden, nedensizinle evleneceğim diye takılıyorlar bana? Bunubilmek zorundasınız! Siz de varsınız bukomploda!Adelaida korku içinde mırıldandı:— Kimse öyle takılmadı sana!— Kimsenin aklından geçmedi böyle bir şey!
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 877
- 878
- 879
- 880
- 881
- 882
- 883
- 884
- 885
- 886
- 887
- 888
- 889
- 890
- 891
- 892
- 893
- 894
- 895
- 896
- 897
- 898
- 899
- 900
- 901
- 902
- 903
- 904
- 905
- 906
- 907
- 908
- 909
- 910
- 911
- 912
- 913
- 914
- 915
- 916
- 917
- 918
- 919
- 920
- 921
- 922
- 923
- 924
- 925
- 926
- 927
- 928
- 929
- 930
- 931
- 932
- 933
- 934
- 935
- 936
- 937
- 938
- 939
- 940
- 941
- 942
- 943
- 944
- 945
- 946
- 947
- 948
- 949
- 950
- 951
- 952
- 953
- 954
- 955
- 956
- 957
- 958
- 959
- 960
- 961
- 962
- 963
- 964
- 965
- 966
- 967
- 968
- 969
- 970
- 971
- 972
- 973
- 974
- 975
- 976
- 977
- 978
- 979
- 980
- 981
- 982
- 983
- 984
- 985
- 986
- 987
- 988
- 989
- 990
- 991
- 992
- 993
- 994
- 995
- 996
- 997
- 998
- 999
- 1000
- 1001
- 1002
- 1003
- 1004
- 1005
- 1006
- 1007
- 1008
- 1009
- 1010
- 1011
- 1012
- 1013
- 1014
- 1015
- 1016
- 1017
- 1018
- 1019
- 1020
- 1021
- 1022
- 1023
- 1024
- 1025
- 1026
- 1027
- 1028
- 1029
- 1030
- 1031
- 1032
- 1033
- 1034
- 1035
- 1036
- 1037
- 1038
- 1039
- 1040
- 1041
- 1042
- 1043
- 1044
- 1045
- 1046
- 1047
- 1048
- 1049
- 1050
- 1051
- 1052
- 1053
- 1054
- 1055
- 1056
- 1057
- 1058
- 1059
- 1060
- 1061
- 1062
- 1063
- 1064
- 1065
- 1066
- 1067
- 1068
- 1069
- 1070
- 1071
- 1072
- 1073
- 1074
- 1075
- 1076
- 1077
- 1078
- 1079
- 1080
- 1081
- 1082
- 1083
- 1084
- 1085
- 1086
- 1087
- 1088
- 1089
- 1090
- 1091
- 1092
- 1093
- 1094
- 1095
- 1096
- 1097
- 1098
- 1099
- 1100
- 1101
- 1102
- 1103
- 1104
- 1105
- 1106
- 1107
- 1108
- 1109
- 1110
- 1111
- 1112
- 1113
- 1114
- 1115
- 1116
- 1117
- 1118
- 1119
- 1120
- 1121
- 1122
- 1123
- 1124
- 1125
- 1126
- 1127
- 1128
- 1129
- 1130
- 1131
- 1132
- 1133
- 1134
- 1135
- 1136
- 1137
- 1138
- 1139
- 1140
- 1141
- 1142
- 1143
- 1144
- 1145
- 1146
- 1147
- 1148
- 1149
- 1150
- 1151
- 1152
- 1153
- 1154
- 1155
- 1156
- 1157
- 1158
- 1159
- 1160
- 1161
- 1162
- 1163
- 1164
- 1165
- 1166
- 1167
- 1168
- 1169
- 1170
- 1171
- 1172
- 1173
- 1174
- 1175
- 1176
- 1177
- 1178
- 1179
- 1180
- 1181
- 1182
- 1183
- 1184
- 1185
- 1186
- 1187
- 1188
- 1189
- 1190
- 1191
- 1192
- 1193
- 1194
- 1195
- 1196
- 1197
- 1198
- 1199
- 1200
- 1201
- 1202
- 1203
- 1204
- 1205
- 1206
- 1207
- 1208
- 1209
- 1210
- 1211
- 1212
- 1213
- 1214
- 1215
- 1216
- 1217
- 1218
- 1219
- 1220
- 1221
- 1222
- 1223
- 1224
- 1225
- 1226
- 1227
- 1228
- 1229
- 1230
- 1231
- 1232
- 1233
- 1234
- 1235
- 1236
- 1237
- 1238
- 1239
- 1240
- 1241
- 1242
- 1243
- 1244
- 1245
- 1246
- 1247
- 1248
- 1249
- 1250
- 1251
- 1252
- 1253
- 1254
- 1255
- 1256
- 1257
- 1258
- 1259
- 1260
- 1261
- 1262
- 1263
- 1264
- 1265
- 1266
- 1267
- 1268
- 1269
- 1270
- 1271
- 1272
- 1273
- 1274
- 1275
- 1276
- 1277
- 1278
- 1279
- 1280
- 1281
- 1282
- 1283
- 1284
- 1285
- 1286
- 1287
- 1288
- 1289
- 1290
- 1291
- 1292
- 1293
- 1294
- 1295
- 1296
- 1297
- 1298
- 1299
- 1300
- 1301
- 1302
- 1303
- 1304
- 1305
- 1306
- 1307
- 1308
- 1309
- 1310
- 1311
- 1312
- 1313
- 1314
- 1315
- 1316
- 1317
- 1318
- 1319
- 1320
- 1321
- 1322
- 1323
- 1324
- 1325
- 1326
- 1327
- 1328
- 1329
- 1330
- 1331
- 1332
- 1333
- 1334
- 1335
- 1336
- 1337
- 1338
- 1339
- 1340
- 1341
- 1342
- 1343
- 1344
- 1345
- 1346
- 1347
- 1348
- 1349
- 1350
- 1351
- 1352
- 1353
- 1354
- 1355
- 1356
- 1357
- 1358
- 1359
- 1360
- 1361
- 1362
- 1363
- 1364
- 1365
- 1366
- 1367
- 1368
- 1369
- 1370
- 1371
- 1372
- 1373
- 1374
- 1375
- 1376
- 1377
- 1378
- 1379
- 1380
- 1381
- 1382
- 1383
- 1384
- 1385
- 1386
- 1387
- 1388
- 1389
- 1390
- 1391
- 1392
- 1393
- 1394
- 1395
- 1396
- 1397
- 1398
- 1399
- 1400
- 1401
- 1402
- 1403
- 1404
- 1405
- 1406
- 1407
- 1408
- 1409
- 1410
- 1411
- 1412
- 1413
- 1414
- 1415
- 1416
- 1417
- 1418
- 1419
- 1420
- 1421
- 1422
- 1423
- 1424
- 1425
- 1426
- 1427
- 1428
- 1429
- 1430
- 1431
- 1432
- 1433
- 1434
- 1435
- 1436
- 1437
- 1438
- 1439
- 1440
- 1441
- 1442
- 1443
- 1444
- 1445
- 1446
- 1447
- 1448
- 1449
- 1450
- 1451
- 1452
- 1453
- 1454
- 1455
- 1456
- 1457
- 1458
- 1459
- 1460
- 1461
- 1462
- 1463
- 1464
- 1465
- 1466
- 1467
- 1468
- 1469
- 1470
- 1471
- 1472
- 1473
- 1474
- 1475
- 1476
- 1477
- 1478
- 1479
- 1480
- 1481
- 1482
- 1483
- 1484
- 1485
- 1486
- 1487
- 1488
- 1489
- 1490
- 1491
- 1492
- 1493
- 1494
- 1495
- 1496
- 1497
- 1498
- 1499
- 1500
- 1501
- 1502
- 1503
- 1504
- 1505
- 1506
- 1507
- 1508
- 1509
- 1510
- 1511
- 1512
- 1513
- 1514
- 1515
- 1516
- 1517
- 1518
- 1519
- 1520
- 1521
- 1522
- 1523
- 1524
- 1525
- 1526
- 1527
- 1528
- 1529
- 1530
- 1531
- 1532
- 1533
- 1534
- 1535
- 1536
- 1537
- 1538
- 1539
- 1540
- 1541
- 1542
- 1543
- 1544
- 1545
- 1546
- 1547
- 1548
- 1549
- 1550
- 1551
- 1552
- 1553
- 1554
- 1555
- 1556
- 1557
- 1558
- 1559
- 1560
- 1561
- 1562
- 1563
- 1564
- 1565
- 1566
- 1567
- 1568
- 1569
- 1570
- 1571
- 1572
- 1573
- 1574
- 1575
- 1576
- 1577
- 1578
- 1579
- 1580
- 1581
- 1582
- 1583
- 1584
- 1585
- 1586
- 1587
- 1588
- 1589
- 1590
- 1591
- 1592
- 1593
- 1594
- 1595
- 1596
- 1597
- 1598
- 1599
- 1600
- 1601
- 1602
- 1603
- 1604
- 1605
- 1606
- 1607
- 1608
- 1609
- 1610
- 1611
- 1612
- 1613
- 1614
- 1615
- 1616
- 1617
- 1618
- 1619
- 1620
- 1621
- 1622
- 1623
- 1624
- 1625
- 1626
- 1627
- 1628
- 1629
- 1630
- 1631
- 1632
- 1633
- 1634
- 1635
- 1636
- 1637
- 1638
- 1639
- 1640
- 1641
- 1642
- 1643
- 1644
- 1645
- 1646
- 1647
- 1648
- 1649
- 1650
- 1651
- 1652
- 1653
- 1654
- 1655
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 1000
- 1001 - 1050
- 1051 - 1100
- 1101 - 1150
- 1151 - 1200
- 1201 - 1250
- 1251 - 1300
- 1301 - 1350
- 1351 - 1400
- 1401 - 1450
- 1451 - 1500
- 1501 - 1550
- 1551 - 1600
- 1601 - 1650
- 1651 - 1655
Pages:
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 1000
- 1001 - 1050
- 1051 - 1100
- 1101 - 1150
- 1151 - 1200
- 1201 - 1250
- 1251 - 1300
- 1301 - 1350
- 1351 - 1400
- 1401 - 1450
- 1451 - 1500
- 1501 - 1550
- 1551 - 1600
- 1601 - 1650
- 1651 - 1655
Pages: