Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-21 09:58:25

Description: Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Search

Read the Text Version

FYODORMİHAYLOVİÇDOSTOYEVSKİ



BUDALA



RUSÇA ASLINDAN ÇEVİREN:

ERGİN ALTAY









FYODOR MİHAYLOVİÇDOSTOYEVSKİBUDALAözgün adıИдиотrusça aslından çevirenERGİN ALTAY© türkiye iş bankası kültür yayınları,2011editörALİ ALKAN İNALgörsel yönetmenBİROL BAYRAMredaksiyonKORAY KARASULUdüzeltiNEBİYE ÇAVUŞgrafik tasarım ve uygulamaTÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜRYAYINLARI1. basım, ocak 2012, istanbulBu kitabın tüm yayın hakları saklıdır.Tanıtım amacıyla, kaynak göstermekşartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında

gerek metin, gerek görsel malzemeyayınevinden izin alınmadan hiçbir yollaçoğaltılamaz, yayımlanamaz vedağıtılamaz.TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜRYAYINLARIistiklal caddesi, meşelik sokak no: 2/4beyoğlu 34433 istanbulTel. (0212) 252 39 91Fax. (0212) 252 39 95www.iskultur.com.tr

Romanın Başlıca KahramanlarıADELAİDA İVANOVNA YEPANÇİNA:General İvan Fyodoroviç Yepançin’in ortancakızı.AFANASİY İVANOVİÇ TOTSKİY: Zenginbir toprak sahibi, Nastasya Filippovna’nın eskivelinimeti.AGLAYA İVANOVNA YEPANÇİNA:General İvan Fyodoroviç Yepançin’in küçükkızı.ALEKSANDRA İVANOVNA YEPANÇİNA:General İvan Fyodoroviç Yepançin’in büyükkızı.ANTİP BURDOVSKİY: Pavlişçev’in oğluolduğunu iddia eden delikanlı.ARDALİON ALEKSANDROVİÇ İVOLGİN:Emekli general, Nina Aleksandrovna’nın kocası,Gavrila, Varvara ve Kolya’nın babası.FERDIŞÇENKO: İvolginler’de yaşayan birmemur.

GAVRİLA ARDALİONOVİÇ İVOLGİN:General İvolgin’in oğlu.GENERAL YEPANÇİN: YelizavetaProkofyevna’nın kocası, Aglaya, Adelaida veAleksandra’nın babası.İPPOLİT TERENTYEV: Kolya’nın arkadaşı.İVAN PETROVİÇ PTİTSIN: Varvara’nınkocası, tefeci.İVAN PETROVİÇ: Pavlişçev’in akrabası.KELLER: Emekli teğmen, “boksör”.KOLYA (NİKOLAY) ARDALİONOVİÇİVOLGİN: General İvolgin’in küçük oğlu.LİZAVETA PROKOFYEVNA YEPANÇİNA:General Yepançin’in karısı, Aglaya, Adelaida veAleksandra’nın annesi.LUKYAN TİMOFEYEVİÇ LEBEDEV:Vera’nın babası, Doktorenko’nun dayısı.NASTASYA FİLİPPOVNA BARAŞKOVA:Prens Mışkin’in sevgilisi, Rogojin’in metresi.

NİKOLAY ANDREYEVİÇ PAVLİŞÇEV:Prens Mışkin’i evlat edinmiş soylu bir topraksahibi.NİNA ALEKSANDROVNA İVOLGİNA:General İvolgin’in karısı. Gavrila, Varvara veKolya’nın annesi.PARFYON SEMYONOVİÇ ROGOJİN:Milyoner bir tüccarın oğlu.PRENS LEV NİKOLAYEVİÇ MIŞKİN:Yelizaveta Prokofyevna’nın uzaktan akrabası,Pavlişçev’in evlatlığı.PRENS Ş.: Adelaida İvanovna’nın nişanlısı,Yevgeniy Pavloviç’in akrabası.PRENSES BELOKONSKAYA: YelizavetaProkofyevna’nın yakın arkadaşı, Aglaya’nınvaftiz annesi.VARVARA ARDALİONOVNA İVOLGİNA(PTİTSINA): General İvolgin’in kızı, sonraPtitsın’ın karısı.VERA LUKYANOVNA LEBEDEVA:

Lebedev’in kızı.YEVGENİY PAVLOVİÇ RADOMSKİY:Zengin bir yaver, Prens Ş.’nin akrabası.

Birinci Bölüm

IKasım sonlarında, karların eridiği bir sabahınsaat dokuzunda Varşova-Petersburg treni hızlaPetersburg’a yaklaşmaktaydı. Hava öylesinenemli, öylesine sisliydi ki, şafak bile güçlüklesöküyordu; vagonların pencerelerinden raylarınsağında solunda on adım ötesi zor görünüyordu.Yolcular arasında yurtdışından dönenler devardı, ama daha çok üçüncü mevki vagonlarıkalabalıktı ve buradaki yolcuların hepsi de trenekısa süre önce binmiş küçük esnafla işçilerdi.Her zaman olduğu gibi herkes yorgundu, geceyolculuğu gözkapaklarını ağırlaştırmıştı,üşümüşlerdi, yüzler sisin altında soluk sarıydı.Ortalığın ağarmaya başlamasıyla birlikteüçüncü mevki vagonlarından birinde pencerekenarında karşılıklı oturan iki yolcu seçilirolmuştu: İkisi de gençti, ikisinin de hemen hiçbagajı yoktu, ikisi de şık giyimli değildi, ikisininde epey ilginç yüzleri vardı ve nihayet, ikisininde birbiriyle sohbet etmek istediği belliydi.Birbirlerinin özellikle o anda neyiyle ilginçolduğunu bilselerdi, kaderin onları Varşova-

Petersburg treninin üçüncü mevkiinde böylesinetuhaf bir rastlantıyla karşı karşıya oturtmasınakuşkusuz ikisi de şaşardı. Biri kısa boylu,kıvırcık saçları neredeyse kapkara, gri, ufakgözleri ateşli bakan, yirmi yedi yaşlarında birgençti. Burnu iri, yassı, elmacık kemikleriçıkıktı; ince dudaklarında küstah, alaycı, hattahain bir gülümseme dolaşıyordu. Ancak alnıgeniş, biçimliydi ve yüzünün pek gösterişliolmayan alt bölümünün çirkinliğini örtüyordu.Bu yüzde, genç adamın oldukça sağlam yapısınakarşın, ona bitkin bir görünüm veren bir ölümsolukluğu ile küstah ve kaba gülümseyişine de,ateşli, kendini beğenmiş bakışına da ters düşen,tutku dolu, neredeyse azap verici bir şeyözellikle dikkati çekiyordu. Sıkı giyinmişti.Kuzu kürkü, önü kapalı, bol, siyah bir gocukvardı üzerinde, bu yüzden gece hiç üşümemişti.Oysa karşısında oturan, rutubetli Rus kasımgecesine hazırlıksız olduğu belli olan yolcu,gecenin tüm nemini gece boyu sırtındahissetmek zorunda kalmıştı. Onun üzerinde isegenellikle yurtdışında uzak bir yerlere, sözgelimiİsviçre’ye, Kuzey İtalya’ya gidenlerin, dönüş

yolunun Eydtkuhnen’den Petersburg’a kadarolan bölümünü kuşkusuz hesaba katmadan,kışları giydiklerinin tıpatıp aynısı, kocamankukuletalı, çok bol, kolsuz, kalın bir yağmurlukvardı. Ne var ki İtalya’da epeyce işe yarayan veyararlı olan bu yağmurluğun Rusya’da bir işeyaramadığı anlaşılıyordu. Kukuletalıyağmurluğun sahibi de yirmi altı, yirmi yediyaşlarında, ortadan biraz uzun boylu, açık sarısaçları gür, yanakları çökük, neredeyse beyazaçalan sarı, sivri sakalı seyrek bir gençti. Gözleriiri, mavi, sabit bakışlıydı. Bakışlarında sakin,ama ağır, bazı kimselerin daha ilk bakıştakarşısındakinin saralı olduğunu anlamasınaneden olan o tuhaf şey vardı. Bununla birlikteyüzü hoş, zarif, kuru, ama soluk, şimdi isesoğuktan morarmıştı. Elinde rengi atmış eski birfulara sarılı küçük bir çıkın vardı, bütün yoleşyası oydu herhalde. Ayağında Rus stiliolmayan, tozluklu kalın tabanlı potinler vardı.Karşısındaki önü kapalı gocuklu, siyah saçlıgenç, biraz da yapacak başka bir şeybulamadığından olacak, onu uzun uzuninceledikten sonra nihayet, bazı kimselerin

yakınlarının başarısızlıkları karşısında hazduyduklarını belli eden o kaba, önemsemez,küçümser gülümsemesiyle sordu:— Üşüdünüz mü?Sonra omuzlarını kaldırdı.Karşısında oturan genç hemen cevap verdi:— Çok. Düşünün ki, havalar soğumadı daha.Ya bir de ayaz olsaydı? Bizim buraların bukadar soğuk olduğunu düşünmüyordum.Unutmuşum.— Yurtdışından mı geliyorsunuz?— Evet, İsviçre’den.Siyah saçlı genç şöyle bir ıslık çalıp güldü.— Vay! Demek öyle!..Sohbet başlamıştı. İsviçre işi yağmurluklusarışın gencin, esmer yol arkadaşının bazılarınınkaba, yersiz ve anlamsız olduklarından kuşkuduyulmayacak sorularına istekle cevap vermesişaşırtıcıydı. Onun sorularını cevaplarken söz

arasında, gerçekten de uzun süre, dört yıldanfazla yurtdışında olduğunu, saraya veyatitremeli, kasılmalı kora hastalığına benzer tuhafbir sinirsel rahatsızlık nedeniyle orayagönderildiğini açıklamıştı. Onu dinlerken birkaçkez hafifçe gülümsemişti esmer genç; “Ee,iyileştiniz mi bari?” sorusuna sarışın genç,“Hayır, iyileşmedim” cevabını verince de açıkçagülmüştü.— He, he! Boşuna gitti paracıklarınız desenize.(Alaylı bir tavırla eklemişti:) Pek güvenirizyabancı doktorlara.Hemen yanlarında oturan, küçük memur olsagerek, kötü giyimli, ense kulak yerinde, kırmızıburunlu, çopur yüzlü, kırk yaşlarında biri sözekarıştı:— Çok doğru buyurdunuz efendim! Evet,Rusları ülkelerine çekmeyi iyi bilirler!İsviçre’den dönen hasta genç sakin, yatıştırıcıbir sesle,— Yo, benim durumumda yanılıyorsunuz,

dedi. Sizinle tartışacak değilim kuşkusuz, çünkübaşkalarının durumundan haberim yok, amabenim doktorum ülkeme dönebilmem için elindeavucundaki son parayı verdi bana, yaklaşık ikiyıl da ücret almadan ilgilendi benimle.Esmer genç sordu:— Ne yani, hiç para ödemediniz mi?— Hayır. Orada bakımımı üstlenen BayPavlişçev iki yıl önce ölünce buraya, uzaktanakrabam general eşi Yepançina’ya bir mektupyazdım, ama yanıt alamadım. Bu yüzdendönüyorum işte.— Peki, nereye dönüyorsunuz?— Yani nerede kalacağımı mı soruyorsunuz?..Henüz bilmiyorum nerede kalacağımı. Aslında...şöyle...— Demek henüz kararınızı vermiş değilsiniz?Esmer gençle memur kılıklı yolcu tekrar güldü.Esmer genç sordu:— Demek neyiniz var neyiniz yok, hepsi şu

çıkınınızın içinde... öyle mi?Kırmızı burunlu memur pek keyifli bir tavırla,— Öyle olduğuna bahse girerim, dedi. Gerçifakirlik ayıp değildir ya, bagaj vagonunda da birşeyi olduğunu sanmıyorum.Memurun bu söylediğinin de gerçek olduğuhemen anlaşıldı: Sarışın genç olağandışı biracelecilikle itiraf etti bunu.Esmer gençle memur doyasıya güldüktensonra (işin ilginç yanı, çıkın sahibi de onlarabakarak sonunda gülmeye başlamış, bununüzerine gülenlerin neşesi daha da artmıştı)memur konuşmasını sürdürdü:— Bu çıkınınızın anlamı büyük olmalı; gerçi,en azından şu İsviçre işi potinlerinizdenanlaşıldığı kadarıyla, içinde paketlenmiş avuçavuç Napolyon, Friedrich altınları, değeri dahadüşük Hollanda gümüşleri olmasa da... sözdeakrabanız olan general eşi Yepançina’yıdüşünecek olursak, yine de önemli olabilir buçıkınınız. Elbette general eşi Yepançina

gerçekten akrabanızsa... ve her insandaolabileceği gibi, dalgınlığınızdan ya da hiçdeğilse hayal gücünüzün fazlalığından öylesanmıyorsanız...Hemen karşılık verdi sarışın genç:— Yine çok doğru buyurdunuz. Gerçekten dekimi zaman yanıldığım oluyor, yani akrabamfalan değildir belki; hatta mektubuma cevapvermemesini de hiç yadırgamamıştım. Oysanasıl beklemiştim mektubunu...— Demek boş yere posta parası vermişsiniz.Hım... En azından, çok saf, çok iyi niyetlisiniz,bu da çok güzel bir şey doğrusu! Hım... Evetefendim, General Yepançin’i tanırız, ünlü biridirçünkü. İsviçre’de bakımınızı üstlenen BayPavlişçev’i de tanırız, yalnız sözünü ettiğinizNikolay Andreyeviç Pavlişçev ise tabii; ikikuzendirler çünkü. Öteki hâlâ Kırım’da yaşıyor.Nikolay Andreyeviç ise öldü; yüksek çevrelerdeilişkileri olan saygın bir insandı. Toprağa bağlıdört bin kölesi vardı bir zamanlar...— Evet ta kendisi, Nikolay Andreyeviç

Pavlişçev’den söz ediyorum.Sarışın genç böyle dedikten sonra meraklıbakışını her şeyi bilen ukala memurun yüzünedikti.Bu tür ukala insanlara toplumun bellikesimlerinde kimi zaman, hatta çoğu zamanrastlanır. Her şeyi bilirler. Zamanımızın birdüşünürünün dediği gibi, yaşamda ilgiduydukları daha önemli şeyler ve görüşleriolmadığından, zekâlarının, yeteneklerinin tümilgisi tek bir yöndedir. Gelgelelim, “her şeyibilirler” derken burada oldukça sınırlı bir alanınkastedildiğini bilmek gerek: Falanca neredeçalışıyor, kimleri tanır, malı mülkü ne kadardır,vali olarak nerelerde görev yapmıştır, karısıkimlerdendir, ne kadar drahoma getirmiştir,kuzeni kimdir, uzak akrabaları kimlerdir, vb.vb... Hep bu çeşit şeylerle ilgilenirler. Her şeyibilen bu kişilerin çoğu dirsekleri aşınmış,yırtılmış giysilerle dolaşır, ayda on yedi rublemaaş alır. En küçük ayrıntısına varana kadar herşeylerini bildikleri insanlarsa, onları buna hangisebeplerin yönlendirdiğini elbette bilmezler;

oysa bu çokbilmişlerin çoğu, handiyse bütün birbilimsel çalışma düzeyinde olan bu bilgileriylepek rahattır, bu bilgileri nedeniyle kendilerinesaygı duyar, hatta en yüksek düzeyde ruhsaldoyum içinde olurlar. Hem epey de çekici birbilim dalıdır. Bu bilimde kişisel huzurunu da,ülküsünü de en yüksek düzeyde bulmuş ve hattabütün kariyerini yalnızca bu alanda yapmış çokbilim adamı, edebiyatçı, ozan, politikacı gördümben. Esmer genç bütün bu konuşma süresinceesnemiş durmuş, amaçsızca pencereden dışarıbakmış, yolculuğun bitmesini sabırsızlıklabeklemişti. Sanki dalgındı, hatta çok dalgındı;neredeyse endişeli görünüyordu, hatta tuhaf birhali vardı: Kimi zaman dinliyor, ama duymuyor,bakıyor ama görmüyordu. Ara sıra gülüyor, amagülerken neye güldüğünü bilmiyor,hatırlamıyordu sanki.Çopur yüzlü yolcu, çıkınlı sarışın gence döndübirden:— Affedersiniz, kiminle tanışmak mutluluğunutattığımı sorabilir miyim?Sarışın genç hemen cevap verdi:

— Prens Lev Nikolayeviç Mışkin...— Prens Mışkin mi? Lev Nikolayeviç Mışkinmi? (Düşünüyormuş gibi ekledi memur:)Tanışmadık sizinle efendim. Hatta adınızı hiçduymadım efendim. Yani soyadınızıdemiyorum, tarihe geçmiş bir soyadıdır çünkü.Bakılacak olursa, Karamzin’in “Tarih”inde kesinvardır. Ben kişilerden söz ediyorum efendim...günümüzde Prens Mışkinler’e hiçbir yerderastlanmıyor artık, hatta adları dahi duyulmuyorefendim.Hemen karşılık verdi prens:— Evet, haklısınız! Prens Mışkinler’den kimsekalmadı artık, benden başka yani;yanılmıyorsam ben sonuncuyum. Atalarımızagelince, onlar yüksek devlet görevlilerininyanında çalışan köylülermiş. Ama babam askeriokulu bitirdikten sonra orduda üsteğmen olarakgörev yaptı. Doğrusu, general eşi Yepançina’nınMışkinler’le yakınlığının nereden geldiğini tambilmiyorum, o da kadın olarak son Mışkin’dir...Memur kıs kıs güldü:

— He-he-he! Demek, kadın olarak son Mışkinha? He-he! Çok güzel söylediniz bunu!Esmer genç de gülümsedi. Sarışın genç,epeyce kötü bir kelime oyunu yaptığına kendide biraz şaşırmıştı. Neden sonra şaşkınlık içindeaçıklamaya çalıştı:— İnanın, hiç düşünmeden öylesine söyledimbunu...Memur keyifli bir tavırla onayladı onu:— Haklısınız, anlaşılıyor efendim, anlaşılıyor...Esmer genç sordu birden:— Peki, orada bilimsel çalışmalarınız oldu muprens? Bir profesörün yanında falan?— Evet... oldu...— Oysa benim böyle bir çalışmam hiç olmadı.Prens neredeyse özür diler gibi karşılık verdi:— Benim de pek az oldu zaten... Hastalığımnedeniyle sürekli çalışmama izin vermediler.

Esmer genç çabucak:— Rogojinler’i duymuşluğunuz var mıdır?diye sordu.— Hayır, hiç duymadım. Hem Rusya’da çokaz kişiyi tanıyorum zaten. Siz bir Rogojinmisiniz yoksa?— Evet. Bir Rogojinim. Parfyon Rogojin...Memur, yüzünde zorlamalı mağrur bir ifadeyleatılacak oldu:— Parfyon mu dediniz? Şu Rogojinler’ denolmayasınız...Ama konuşmanın başından beri ona bir kezbile olsun dönüp bakmayan, yalnızca prenslekonuşan esmer genç kaba bir tavırla kestisözünü:— Evet, onlardanım.— İyi ama... nasıl olur? (Şaşkınlıktan donupkalmış gibi gözleri dışarı uğramıştı memurun;yüzünü saygıyı, yaltaklanmayı, hatta korkuyuandıran bir ifade kaplamıştı.) Şu yedi göbekten

soylu Semyon Parfyonoviç Rogojin’in... Bir ayönce ölen, arkasında iki buçuk milyon rublelikbir servet bırakan Semyon ParfyonoviçRogojin’in oğlusunuz demek?Esmer genç yine kesti sözünü:— Onun iki buçuk milyonluk servet bıraktığınınereden öğrendin sen? (Bu kez de memuruyüzüne bakmaya değer bulmadan söylemiştibunu. Memuru göstererek prense göz kırpıpekledi:) Hayret doğrusu! Görüyorsunuz, hemennasıl yaltaklanmaya başladı! Ama doğrudur,babam öldü ve ben bir ay sonra Pskov’danneredeyse çıplak ayakla dönüyorum eve. Neaşağılık kardeşim, ne annem para yolladı bana.Babamın öldüğünü bile haber vermediler! Benbir köpeğim sanki! Ateşler içinde tam bir ayyattım Pskov’da.— Şimdiyse bir milyondan fazla paranızolacak; Tanrım, ne büyük para bu! diyerek elçırptı memur.Rogojin sinirli, kötücül bir tavırla, tekrarbaşıyla memuru işaret etti.

— Peki ama, söyler misiniz, şuna ne oluyor?Amuda kalkıp önümde dolaşsan bile kapikkoklatmam sana.— Dolaşacağım da efendim, dolaşacağım...— Vay canına! Karşımda bir hafta dans et,yine vermeyeceğim, yine vermeyeceğim!— Vermezsen verme! İstemiyorum, verme!Yine dans edip oynayacağım karşında. Karımı,küçücük çocuklarımı terk edeceğim, karşındaoynayacağım. Öveceğim seni, göklereçıkaracağım!Yana tükürdü esmer genç.— Tüh sana! (Prense döndü.) Bundan beşhafta önce ben de sizin gibi, elimde bir çıkınlababa evimden Pskov’a, halamın yanınakaçmıştım. Ateşler içinde yattım Pskov’da, buarada babam ölmüş. Beyin kanamasından...Toprağı bol olsun. Ama öldüresiye dövmüştübeni! İnanır mısınız prens, yemin ederim,doğrudur bu söylediğim! Evden kaçmasaydım,öldürecekti beni.

Prens gocuklu milyonere değişik bir meraklabakarak,— Bir şey için kızdırmış olmayasınız onu?dedi.Bir milyonluk mirasa konmak gayet dikkatedeğer bir şey olsa da, prensi ilgilendiren, şaşırtanbaşka bir şeydi. Evet, Rogojin de bu sohbetiiçtenlikten, açıkkalplilikten çok dağınık,gayriihtiyari bir tavırla, sırf içindeki endişeden,korkudan kurtulmak için birilerine bakmak,birileriyle konuşmak gereksinimi duyduğundansürdürüyormuş gibi görünmesine karşın, aslındapek istekli sohbet ediyordu onunla. Sanki hâlâsıtmalı, en azından ateşi var gibiydi. Memuragelince, gözlerini Rogojin’e dikmiş, soluğunututmuş, onun ağzından çıkan her sözcüğüelmasmış gibi yakalıyor, ölçüp biçiyordu.Rogojin,— Kızmıştı işte, çok kızmıştı, diye karşılıkverdi. Evet, kızmakta belki haklıydı da, ama benen çok ağabeyime içerliyorum. Annem için birşey söylemeyeceğim. Yaşlı kadın... Ortodoks

almanağı türünden şeyler okur, yaşlı kadınlarlaoturup çene çalar, ağabeyim Semyon ne derseinanır. Peki ama, o neden zamanında habervermedi bana? Anlıyoruz herhalde efendim!Gerçi o sıralar kendimi bilmeden yatıyordum.Bir telgrafın geldiğini de söylüyorlardı. Telgrafıhalam almış. Ama o da otuz yıldır dul yaşayanbir kadın, sabahtan gece yarılarına kadarbirtakım divanelerle oturur. Rahibe desem,değil... Telgrafı görünce korkmuş, açmadangötürüp karakola teslim etmiş. Bu zamana kadarorada beklemiş telgraf. Neyse ki, Konev’in,Vasiliy Vasilyeviç Konev’in bana yazdığımektuptan öğrendim durumu. Ağabeyim“Bunlar çok para eder” diyerek, babamıntabutunun üzerine örtülen örtünün altınpüsküllerini bile gece kesmiş. İstersem, yalnızcabunun için Sibirya’ya yollatırım onu. Çünkükâfirliktir bu... (Memura döndü:) Hey sen,bostan korkuluğu! Yasalarca kâfirlik değil midirbu?Hemen karşılık verdi memur:— Evet efendim, kâfirliktir!

— Cezası Sibirya’ya sürgün müdür?— Evet, Sibirya’ya sürgündür. Hem de hemen!Prense dönüp konuşmasını sürdürdü Rogojin:— Hâlâ yatakta yattığımı sanıyorlar. Oysa ben,hasta olmama karşın, kimseye bir şeysöylemeden trene atladığım gibi yola çıktım.Geliyorum işte. Kapıyı açıp beni karşındagörünce ne yapacaksın bakalım sevgiliağabeyim Semyon Semyonıç! Biliyorum, çokçekiştirdin beni toprağı bol olsun babama. Evet,biliyorum, Nastasya Filippovna olayındagerçekten de çok kızdırdım babamı. Bütün suçbendeydi. Yanlış yaptım.Memur, bir şeyi anlamaya çalışıyormuş gibi,yaltaklanarak sordu:— Nastasya Filippovna olayında mı?Rogojin katlanamıyormuş gibi bağırdı ona:— Tanımıyorsun ki onu, sana ne!Memur mağrur bir tavırla,

— Niçin tanımayacakmışım, tanıyorum! diyekarşılık verdi.— Şuna bak! Dünyada yalnızca bir NastasyaFilippovna mı var? Hem ne yüzsüz adamsın senöyle! Sana söylüyorum, pislik! (Prense dönüpsürdürdü konuşmasını:) Böyle bir pisliğin hemenyakama yapışacağı içime doğmuştu sanki!Memur ısrar ediyordu:— Belki de tanıyorumdur efendim! Lebedev’intanımadığı yoktur! İsterseniz beni azarlayınekselans, ama ya kanıtlarsam tanıdığımı? AynıNastasya Filippovna’nın yüzünden babanızkızılcık sopasıyla haşlamıştı sizi. SoyadıBaraşkova’dır. Doğrusu, ünlü bir hanımefendidirkendileri. Bir çeşit prensestir de. Aynı zamandaTotskiy, Afanasiy İvanoviç Totskiy isminde,birtakım şirketlerin, derneklerin yönetim kuruluüyesi olduğundan General Yepançin’le yakındostluk kurmuş, zengin bir toprak sahibiyleberaberdir...Rogojin sonunda gerçekten şaşırmıştı.

— Vay be! dedi. Sen neymişsin! Tüh!Gerçekten de her şeyi biliyor adam.— Bilir! Her şeyi bilir Lebedev! AlekseyLihaçov ile iki ay dolaşmış adamım benbeyefendiciğim. O da babasını kaybetmişti...Anlayacağınız, her yere birlikte gidiyorduk.Sonunda Lebedev olmadan bir yere adımınıatmaz olmuştu. Kendisi şu anda bir borçyüzünden içeride, ama o zamanlar Armance’ıda, Coralie’yi de, prenses Patskaya’yı da,Nastasya Filippovna’yı da, daha birçok kimseyide tanıyordu.Rogojin kötü kötü baktı memurun yüzüne;öfkeden dudakları bile bembeyaz olmuş,titriyordu.— Nastasya Filippovna’yı mı dedin? YoksaLihaçov’la aralarında...Memur aceleyle karşılık verdi:— Hayır, hayır bir şey olmadı aralarında!Hiçbir şey olmadı! Asla olmadı! Onca paraharcamasına karşın amacına ulaşamadı Lihaçov!

Armance’a benzemez Nastasya Filippovna.Yalnızca Totskiy vardı onun için. AkşamlarıBolşoy Tiyatrosu’na veya Fransız Tiyatrosu’nagider, Totskiy’in özel locasında otururlardı.Tiyatroda subaylar onunla ilgili bol bolkonuşurlardı aralarında, ama konuştuklarıyalnızca şu kadarla kalırdı: “Bak, NastasyaFilippovna dedikleri kadın şu işte...” Başkaherhangi bir şey söyleyemezlerdi, hiçbir şey!Söyleyebilecekleri başka bir şey yoktu çünkü.Rogojin asık suratla doğruladı memuru:— Çok doğru. O zaman aynı şeyi Zalyojev desöylemişti bana. Prens, bir gün sırtımda babamınüç yıllık eski redingotu, Nevskiy Caddesi’nikoşarak karşıdan karşıya geçiyordum, tam oanda Nastasya Filippovna da bir mağazadançıkmış, arabasına biniyordu. Şurama bir ateşdüştü sanki. Tam o sırada Zalyojev’lekarşılaştım. Benim gibi biri değildir Zalyojev.Güzelce tıraş olmuş, berberden çıkıyordu. Saplıgözlüğü de gözündeydi. Oysa biz ucuzçizmelerle dolaşıyor, etsiz lahana çorbası ilekarnımızı doyuruyorduk. Zalyojev şöyle dedi

bana: “Sana göre biri değildir o... Bir prensestir.Adı Nastasya Filippovna, soyadı Baraşkova’dırve Totskiy ile yaşıyor. Totskiy ise ondan nasılkurtulacağını bilemiyor. Adam hayli yaşlandı,neredeyse elli beş oldu ve Petersburg’un engüzel kızıyla evlenmeye çalışıyor. BugünBolşoy’a bale izlemeye gidersen NastasyaFilippovna’yı parterdeki locasında görebilirsin.Locasında olacaktır.” Babama bale izlemeyegitmek istediğimi söyleyecek olsam öldüresiyedöverdi beni! Yine de gizlice evden kaçtım vebir kez daha gördüm Nastasya Filippovna’yı. Ogece hiç uyumadım. Sabahleyin, toprağı bololsun babam her biri beş bin ruble, yüzde beşfaizli iki tahvil verdi bana. “Git bunları bozdur,”dedi. “Yedi bin beş yüz rublesini Andreyev’inbürosuna götür, kendisine ver, on binden gerikalanı bir yere takılmadan, doğru bana getir.Bekliyorum.” Tahvilleri sattım, parayı aldım,ama Andreyev’in bürosuna uğramadım, sağımasoluma bakmadan, doğru İngiliz mağazasınagittim, her birinin ucunda fındık iriliğinde birerpırlanta sallanan bir çift küpe aldım. Dört yüzruble borçlu kaldım. Kim olduğumu söyledim,

güvenip küpeleri verdiler. Küpelerle doğruZalyojev’e gittim: Böyle iken böyle kardeşim,hadi Nastasya Filippovna’ya gidelim... Gittik.Oraya kadar nasıl gittiğimi bilmiyorum.Doğrudan konuk salonuna aldılar bizi. NastasyaFilippovna yanımıza çıktı. O anda kimolduğumu söyleyemedim, benim yerimeZalyojev söyledi: “Parfyon’dan... ParfyonRogojin’den dünkü karşılaşmanızın anısınaküçük bir armağan hanımefendi. Lütfen kabulbuyurunuz.” Paketi açıp baktı NastasyaFilippovna, gülümsedi, “Bu inceliği içinarkadaşınız Bay Rogojin’e teşekkürlerimibildiriniz lütfen,” dedikten sonra selam veripçıktı. O anda nasıl oldu da ölmedim,bilmiyorum! Oradan çıkabildiysem, şöyledüşündüğümdendir: “Nasıl olsa öldüm ben!Kurtuluş yok...” Ama en ağırıma giden, şuşeytan Zalyojev’in olaydan yararlanmasıydı.Boyum kısaydı, kıyafetim berbattı, bir şeysöylemeden öyle dikilip duruyor, aptal aptalkadının yüzüne bakıyordum. Utanıyordumçünkü. Oysa Zalyojev’in üzerinde son moda çokşık bir giysi vardı. Boynuna damalı bir kravat

bağlamış, yüzüne kremler, pudralar sürmüş,saçlarını kıvırtmıştı. Öylesine ezilip büzülüyor,öylesine yaltaklanıyordu ki, NastasyaFilippovna’nın onu ben sandığından kuşkumyoktu! Dışarı çıkınca şöyle dedim Zalyojev’e:“Bana bak, sakın ola bir daha buraya benimlebirlikte gelmeyi düşüneyim deme, duydun mubeni?” Güldü: “Sen şimdi Semyon Parfyonıç’anasıl hesap vereceksin, onu düşün!” Ne yalansöyleyeyim, eve gitmektense kendimi oracıktanehre atmayı düşünmüyor da değildim... Sonra“Aman, battı balık yan gider!” dedim kendikendime ve her şeyi göze almış bir günahkârgibi gittim eve.Memur yüzünü ekşiterek (titremişti bile) şöylededi:— Vah vah! (Prense döndü:) Toprağı bololsun, babası değil on bin ruble için, on rubleiçin bile insanı dünyaya geldiğine pişmanedecek biriydi.Prens dikkatle bakıyordu Rogojin’e. Yüzüşimdi daha da beyazlaşmış gibiydi.

Memurun söylediğini tekrarladı Rogojin:— Dünyaya geldiğine pişman edermiş! Sen nebilirsin? (Prense dönüp sürdürdü konuşmasını:)Babam hemen öğrenmişti durumu. Zalyojevönüne gelene anlatmıştı olayı çünkü. Babamkolumdan tuttuğu gibi üst kata çıkardı beni, birodaya kapadı, tam bir saat patakladı. “Bu dahabaşlangıç,” dedi, “asıl akşama görüşeceğimseninle.” Ne yapsa beğenirsiniz? O yaşta kalkıpNastasya Filippovna’nın evine gitmiş, önündeyerlere kadar eğilip yalvarmış yakarmış,ağlamış... Kadın sonunda getirip kutuyu suratınafırlatmış. “Al işte, küpelerin moruk,” demiş.“Parfyon onları böylesine büyük bir tehlikeyigöze alıp bana getirdiğine göre, şimdi buküpeler benim için on kat daha değerlidir.Selamlarımı, teşekkürlerimi ilet ParfyonSemyonıç’a.” Bu arada ben anacığımın hayırduasını alıp, Seryoja Protuşin’den borç aldığımyirmi rubleyle trene atladığım gibi Pskov’unyolunu tuttum. Eve vardığımda sıtmadan tir tirtitriyordum. Yaşlı kadınlar hemen dualarokumaya başladılar. Sarhoştum. Sonra meyhanemeyhane dolaşıp cebimdeki paranın hepsini

içkiye verdim, zilzurna sarhoş, kendimibilmeden sokaklarda yattım... Sabaha karşızangır zangır titremeye başladım, bu aradaköpekler de saldırmıştı üzerime. Kendime zorgeldim.Memur ellerini ovuşturarak kikirdedi.— Öyle ama efendim, şimdi NastasyaFilippovna ile güzel günler başlayacak! Artıkküpelerin sözü mü olur beyefendi! Daha neküpeler armağan ederiz biz ona, değil mi?Rogojin memuru kolundan kuvvetliceyakalayıp, bağırdı:— Nastasya Filippovna’nın adını bir dahaağzına alırsan, Tanrı tanığım olsun, kırbaçlarımseni! Lihaçov’la çok gezip tozduğun belli!— Kırbaçlayacaksan, beni kabul ediyorsundemektir! Kırbaçla öyleyse! Böylece kırbacınınizi kalır üzerimde... A! Gelmişiz.Gerçekten de tren gara giriyordu. Rogojinkimseye haber vermeden yola çıktığınısöylemişti, ama yine de birkaç kişi karşılamaya

gelmişti onu.Ona şapkalarını sallıyor, sesleniyorlardı.Rogojin kendisini karşılamaya gelenleremağrur, hatta sanki biraz da kindar birgülümsemeyle bakarak,— Vay canına, Zalyojev de burada! diyemırıldandı. (Birden prense döndü:) Seni nedençok sevdiğimi bilmiyorum prens. Belki de böylebir zamanda karşılaştığımızdandır; hoş aynızamanda bununla da (başıyla Lebedev’igösterdi) karşılaştım, ama hiç sevmedim onu.Uğra bana prens. Önce şu ayağındaki tuhafşeyleri çıkarıp atalım. En kalitelisinden bir sansarkürkü alırım sana; birinci sınıf bir frak, beyaz yada hangi renk istersen bir yelek diktiririm sana,ceplerini tıka basa para doldururum ve... sonraNastasya Filippovna’ya gideriz! Geleceksin,değil mi?Lebedev etkileyici, mağrur bir tavırla atıldı:— Kabul edin Prens Lev Nikolayeviç! Sakınkaçırmayın bu fırsatı! Sakın ha!..

Prens Mışkin ayağa kalktı, kibarca elini uzattıRogojin’e ve sevecen bir tavırla,— Büyük bir zevkle geleceğim ziyaretinize,dedi, ayrıca beni sevdiğiniz için de çok teşekkürederim. Gelebilirsem, bakarsınız bugün bileuğrarım size. Çünkü bütün içtenliğimlesöylüyorum, ben de çok sevdim sizi. Özelliklede pırlantalı küpelerle ilgili anlattıklarınızdansonra... Aslında yüzünüzün biraz asık olmasınakarşın, daha önce de hoşlanmıştım sizden.Sözünü verdiğiniz giysiler ve kürk için deteşekkür ederim. Çünkü gerçekten de giysiye vebir kürke acilen ihtiyacım var. Şu anda tek kapikbile yok cebimde.— Akşama param olacak, çok param olacak,gel, bekleyeceğim seni!Memur girdi araya:— Olacak, olacak, akşama parası olacak!— Peki, kadınlar konusunda usta mısın prens?Önceden söyleyin şunu!— Ben mi? Yo, hayır! Aslında ben... Belki de

bilmiyorsunuzdur... Doğuştan olan hastalığımnedeniyle kadınları hiç tanımam.— Öyleyse, diye haykırdı Rogojin, prens sengerçek bir meczupsun. Öylelerini sever Tanrı.Memur tekrar karıştı söze:— Evet, öylelerini Tanrı sever.Rogojin memura döndü.— Hadi bakalım yalaka, arkamdan gel!Hep birlikte indiler trenden.Lebedev amacına ulaşmıştı. Biraz sonra,Rogojin’i karşılamaya gelmiş gürültülü kalabalıkVoznesenskiy Bulvarı’na doğru uzaklaştı.Prensin Liteynaya’ya gitmesi gerekiyordu. Havarutubetli, ıslaktı. Gelen geçene sordu prens, üçversta yolu olduğunu öğrenince bir arabayabinmeye karar verdi.

IIGeneral Yepançin, Liteynaya’nın birazuzağında, Preobrajeniye Kilisesi’ne yakın kendievinde oturuyordu. Altı dairesinin beşi kiradaolan bu harika evden başka, generalinSadovaya’da yine çok iyi kira getiren büyük birevi daha vardı. Bu iki evin dışında,Petersburg’un hemen yakınında epeyce iyi geliriolan geniş bir çiftliği ile yine Petersburgcivarında bir fabrikası vardı. GeneralYepançin’in eskiden vergi toplama görevindebulunduğu biliniyordu. Şimdilerde ise önemlibirkaç şirketin yönetimde sözü geçen önemliortaklarındandı. Büyük paralar, büyük işlersahibi ve büyük ilişkileri olan biri olaraktanınıyordu. Bazı çevrelerde, bu arada kendialanında da vazgeçilmez biri olmayı başarmıştı.Öte yandan İvan Fyodoroviç Yepançin’inöğrenimsiz biri olduğu ve bir er ailesindengeldiği de biliniyordu. Bir er ailesinden gelmesihiç kuşku yok ki onun için yalnızca gurur vericibir şeydi; ne var ki kafası çalışan biri olmasınakarşın, generalin birtakım küçük, hoş

görülebilecek zayıflıkları da yok değildi; ayrıcabazı imalardan hoşlanmazdı. Ama zeki, beceriklibiri olduğu kuşkusuzdu. Sözgelimi, öneatılmamak, geride kalmak gibi bir ilkesi vardı kiçoğu kimse onun bu sadeliğine, özellikle de herzaman yerini bilmesine değer verirdi. Amayerini öylesine bilen bu İvan Fyodoroviç’inruhunda kimi zaman nelerin olup bittiğindeninsanlarının haberi olsaydı kim bilir nedüşünürlerdi! Gerçi gerçekten hem becerikli,hem yaşam deneyimi olan biriydi, son dereceönemli birtakım yeteneklere de sahipti, amakafasındaki “gerçek sadık” insandan çok,başkalarının düşüncelerini uygulayan ve“çağımız nereye gidiyor?” diye soran biri, hattadürüst bir Rus olarak görünmeyi severdi. Bu sonözelliği nedeniyle komik birkaç olay da geçmiştibaşından. Ama general hiç üzülmüyordubunlara, en komiklerine bile... Bununla birlikteşansı yerindeydi. Kâğıt oyununda bile iyiydişansı. Kâğıt oyununu aşırı büyük meblağlarlaoynar ve bu sözde küçük, ama çoğu zaman işinepek yarayan zayıflığını kasıtlı olarak gizlemez,hatta tam tersine, öne çıkarırdı. Anlaşılacağı


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook