Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-21 09:58:25

Description: Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Search

Read the Text Version

— Gidelim, sert kız!Kapıda Gavrila ile karşılaştılar.Gavrila sordu Kolya’ya:— Babam evde mi?Olumlu yanıt alınca onun kulağına bir şeyfısıldadı.Kolya “tamam” anlamında salladı başını veVarvara Ardalionovna’nın arkasından çıktı.— İki sözcük söyleyeceğim prens, birkonuda... uyarmayı unuttum sizi. Ricaedeceğim: Sizin için çok zor olmayacaksa,demin orada Aglaya ile aramızda olanlardanburada, burada tanık olacaklarınızdan da oradasöz etmeyiniz. Çünkü burada da yeterincesaçmalık var. Hepsine lanet olsun... Hiç değilsebugünlük tutun dilinizi.Prens, Gavrila’nın serzenişine biraz alınmışgibi,— İnanın, sizin sandığınızdan çok daha az şeysöyledim bugün, dedi.

Görünüşe bakılırsa, aralarındaki ilişki giderekkötüleşiyordu.— Öyle ama, bugün sizin yüzünüzden çokçektim... Neyse, kısaca rica ediyorum...— Ayrıca dikkatinizi çekerim GavrilaArdalionoviç, demin sizinle herhangi bir bağımve resimden söz etmemek için de bir nedenimyoktu. Benden böyle bir ricada bilebulunmamıştınız.Gavrila odanın içinde tiksinir gibi gözgezdirdikten sonra,— Öf, ne iğrenç bir oda bu, dedi. Karanlık vepencereler avluya bakıyor. Kim ne derse desin,çok ters bir zamanda katıldınız aramıza prens...Neyse, beni ilgilendirmez. Odaları kiralayan bendeğilim.Ptitsın kapıdan başını uzatıp seslendiGavrila’ya. Gavrila prensi hemen bırakıp çıktıodadan. Oysa daha bir şeyler söylemek istiyorduprense, ama besbelli başlamaktan utanıyor, nesöyleyeceğini bilemiyordu. Odayı kötülemesi de

bundandı.Prens daha yeni yıkanmış, üstüne başına yeniçekidüzen vermişti ki, tekrar açıldı odasınınkapısı, yeni biri uzattı başını.Uzunca boylu, geniş omuzlu, kıvırcık, kabarıksarı saçlı, otuz yaşlarında biriydi. Ablak yüzükırmızı, dudakları iri, kocaman burnu yassı,sanki durmadan kırpıştırdığı alaylı bakan yarıkapalı gözleri ufaktı. Bütün bunlar onun küstahbiri olduğu izlenimini veriyordu. Üstü başı dapek temiz sayılmazdı.Kapıyı önce ancak başını sokabileceği kadaraçmıştı. Aradan uzattığı başı beş saniye kadarkolaçan etti odayı; sonra yavaş yavaş açılmayabaşladı kapı ve konuk bütün bedeniyle göründüeşikte. Ama içeri girmiyordu, eşikte durmuş,gözlerini kırpıştırarak prense bakmayabaşlamıştı. Sonunda arkasından kapadı kapıyı,yaklaşıp bir sandalyeye oturdu, kuvvetlice tuttuprensi kolundan ve çapraz karşısındaki divanaoturttu.Soran bakışını prensin yüzüne dikip,

— Ferdışçenko, dedi.Prens neredeyse gülerek,— Evet? diye karşılık verdi.Ferdışçenko prensin yüzüne yine öylebakarak,— Burada oturuyorum, dedi.— Benimle tanışmak mı istiyorsunuz?Konuk saçlarını karıştırdıktan sonra derindenbir göğüs geçirdi, karşı köşeye bakmaya başladı.— E-eh! diye mırıldandı. (Birden prensedönüp ekledi:) Paranız var mı?— Biraz var.— Tam ne kadar?— Yirmi beş ruble.— Gösterin bakayım.Prens yeleğinin cebinden yirmi beş rublelikbanknotu çıkarıp Ferdışçenko’ya verdi.

Ferdışçenko şöyle bir baktı banknota, sonraçevirip öteki yüzüne baktı, daha sonra ışığatuttu.Düşüncelere dalmış gibi,— Çok tuhaf, dedi, neden koyulaşır bunlar?Yirmi beş rublelik banknotların bazıları çokkoyulaşıyor, bazıları da tersine, soluklaşıyor.Buyurun.Prens banknotunu geri aldı. Ferdışçenko ayağakalktı.— Sizi uyarmak için geldim buraya, dedi, ilkolarak bana borç para vermeyin, çünkükesinlikle isterim.— Tamam.— Bu odaya kira ödemek niyetinde misiniz?— Evet.— Benimse hiç öyle bir niyetim yok.Teşekkürlerimi sunarım. Sağınızdaki ilkodadayım, görmüş olmalısınız... Bana pek sıkuğramamaya çalışın. Merak etmeyin, ben size

gelirim. Generali gördünüz mü?— Hayır.— Sesini de mi duymadınız?— Duymadım.— Yakında hem görürsünüz, hem sesiniduyarsınız. Benden bile borç para ister! Avis aulecteur.[7] Hoşça kalın. Ferdışçenko diye birsoyadıyla yaşanabilir mi dersiniz? Ha?— Neden olmasın?— Hoşça kalın.Kapıya yürüdü Ferdışçenko. Daha sonra prensonun orijinalliği ve neşesiyle herkesi şaşırtmayıkendine görev edinmiş, ama bunu hiçbir zamanbecerememiş biri olduğunu öğrenecekti. Bazıkimselerin üzerinde tatsız bir izlenim bilebırakıyor, bunun için üzülüyor, ama yine deedindiği bu görevden vazgeçmiyordu. Tamçıkarken kapıda biriyle karşılaşması ona bubaşarısızlığını düzeltme fırsatı vermişti sanki.Prensin tanımadığı bu yeni konuğa içeri girmesi

için yol verirken, konuğun arkasından prensiuyarır gibi göz kırpmış, böylece yine debaşarısız olarak gitmekten kurtulmuştu.Yeni gelen uzun boylu, elli beş yaşlarında(hatta daha fazla gösteriyordu), epeyce şişmanbiriydi. Kırlaşmış kabarık favorilerininçevrelediği ablak yüzü kıpkırmızıydı. Bıyığıkalın, iri gözleri patlaktı. Kendini salıvermişliğe,yıpranmışlığa, hatta pisliğe bırakmış gibigörünmese, duruşu heybetli bile olabilirdi.Üzerinde dirsekleri neredeyse delinecek eski birredingot vardı. Evde giydiği gömleği deyağlıydı. Yakından hafif votka kokuyordu, amaduruşu etkileyiciydi. Karşısındakini etkilemekiçin bu tavrı takınmaya çalıştığı belliydi. Prensinyanına yaklaştı; hiç acele etmeden, hoş birgülümsemeyle, sessizce elini tuttu, avucundatutarak, tanıdık çizgiler bulmaya çalışıyormuşgibi bir süre baktı prensin yüzüne.Sakin ama mağrur bir tavırla,— Ta kendisi! Evet, ta kendisi! dedi. Canlı gibikarşımda! Benim için değerli, tanıdık bir isimdensöz edildiğini duydum ve bir daha geri

gelmeyecek geçmişi hatırladım... Prens Mışkinmi oluyorsunuz?— Evet efendim.— General İvolgin, emekli ve şanssız Generalİvolgin... İzninizle adınızı, baba adınızı sorabilirmiyim?— Lev Nikolayeviç.— Evet, evet! Yakın dostum, çocuklukarkadaşım Nikolay Petroviç’in oğlusunuzdiyebilir miyim?— Babamın adı Nikolay Lvoviç’di.Yanlışını düzeltti general:— Evet, Lvoviç.Ama hiç acele etmeden, aslında bu ismiunutmamış da, dalgınlığından öylesöyleyivermiş gibi büyük bir kendine güvenlesöylemişti bunu. Prensin elini tutup hemenyanına oturttu.— Elimde büyüdünüz, diye ekledi.

— Gerçekten mi? dedi prens. Babam öleliyirmi yıl oluyor.— Evet, yirmi yıl... Yirmi yıl ve üç ay. Okuldaberaberdik, okuldan sonra da hemen orduyayazıldık...— Evet, babam askerdi. Vasilyevski Alayı’ndaüsteğmen.— Yok, Belomirski’de... Ölmeden önceatanmıştı Belomirski Alayı’na. O sırada ben deoradaydım ve sonsuzluğa ben yolcu ettim onu.Anneciğiniz...Hüzünlü anıları hatırlayınca üzülmüş gibi sustugeneral. Prens,— Soğuk algınlığından altı ay sonra o da öldü,dedi.— Hayır, soğuk algınlığından ölmedi. Soğukalgınlığından değil, inanın bu ihtiyara. Benoradaydım. Toprağa ben verdim annenizi.Babanızın hasretine dayanamadı, soğukalgınlığından ölmedi. Evet efendim, prensesi deçok iyi hatırlıyorum! Gençlik işte! İki çocukluk

arkadaşı prensle ben annenizin yüzünden azkaldı öldürecektik birbirimizi.Prens generali biraz inanmadan dinlemeyebaşlamıştı.— Daha babanızın, dostumun nişanlısıykensırılsıklam âşıktım annenize. Prens bunu farkedince çok etkilendi. Bir gün sabah saat altı gibigelip uyandırdı beni. Şaşkınlık içinde kalkıpgiyindim. İkimiz de susuyorduk. Her şeyianlamıştım. Cebinden iki tabanca çıkardı. Ortayabir mendil koydu. Düello tanığımız bile yoktu.Beş dakika sonra birbirimizi sonsuzluğa yolcuedecektiysek tanık nemize gerekti? Tabancalarıdoldurduk, mendilden iki yana açıldık,tabancaları birbirimizin kalbine doğrulttuk...birbirimizin yüzüne bakıyorduk. Ansızınikimizin de gözlerinden yaşlar boşaldı, ellerimiztitremeye başladı. İkimizin de, ansızın ikimizinde! Aynı anda ikimiz de birbirimizin boynunaatıldık, kucaklaştık, aramızda bu kez bir yücegönüllülük savaşı başladı. Prens kız senindirdiye haykırıyordu; ben, hayır senindir! diye.Anlayacağınız... anlayacağınız... Siz burada...

bizim evde mi kalacaksınız?Prens hafifçe kekeleyerek,— Belki bir süre için, dedi.Kolya kapıdan başını uzatıp,— Prens, annem sizi çağırıyor, diye seslendi.Prens gitmek için kalkmıştı ki, general sağ elinionun omzuna koyup dostça tekrar divanaoturttu.— Babanızın gerçek bir dostu olarak uyarmakistiyorum sizi, dedi. Gördüğünüz gibi, acı birolayın yargısız kurbanıyım! Yargısız! NinaAleksandrovna eşi az bulunur bir kadındır.Varvara Ardalionovna, kızım VarvaraArdalionovna da eşi az bulunur bir kızdır.Durumumuz öyle gerektirdiği için odalarımızıkiraya veriyoruz. İnanılmaz bir düşüş bizimki!Oysa general-vali olmama şunun şurasında nekalmıştı!.. Ama burada olduğunuz içinmutluyuz. Gelgelelim, bir trajedi yaşıyoruzevimde!

Prens soru dolu bakışlarla ve büyük birmerakla bakıyordu ona.— Bir evlilik, hem de benzeri az görülür birevlilik hazırlanmakta burada. Neyin nesi olduğubilinmeyen bir kadınla, ileride çarın maiyetsubayı olabilecek bir delikanlının evliliği...Karımla kızımın bulunduğu eve getirecekler bukadını! Ama ben hayatta olduğum sürece burayagiremez o kadın! Kapının eşiğine yatıpuzanacağım, üzerimden geçip girsin bakalımeve, nasıl girecek!.. Bu aralar Gavrila ilekonuşmuyorum, onunla karşılaşmaktan bilekaçıyorum. Özellikle uyarmak istiyorum sizi,burada kalacaksanız, nasıl olsa her şeye tanıkolacaksınız. Ama arkadaşımın oğlusunuz siz, bunedenle sizden beklemek hakkım var...— Prens, lütfen konuk salonuna, yanıma gelirmisiniz?Bu kez Nina Aleksandrovna kendi gelmiştikapıya. General seslendi ona:— Düşünebiliyor musun dostum, küçükkenprensi kucağımda gezdirmişim!

Nina Aleksandrovna generale sitemli, prensemeraklı bir göz attı, ama bir şey söylemedi.Prens kalkıp arkasından gitti. Ama konuksalonuna gelip de oturduklarında NinaAleksandrovna çok acele, alçak sesle prense birşey anlatmaya tam başlamıştı ki birden generalgirdi içeri. Hemen sustu Nina Aleksandrovna vegözle görülür bir can sıkıntısıyla elişinin üzerineeğildi. Belki de generalin gözünden kaçmamıştıonun bu can sıkıntısı, ama aldırmadı. Neşesiyerindeydi.Nina Aleksandrovna’ya seslendi:— Arkadaşımın oğlu! Rastlantıya bak! Hiçaklıma gelir miydi? Toprağı bol olsun, NikolayLvoviç’i hatırlamıyor musun yoksa dostum?Tanışmıştın onunla... Tver’de miydi?— Nikolay Lvoviç diye birini hatırlamıyorum.(Prense döndü Nina Aleksandrovna.) Babanızmıydı?— Evet, babamdı, dedi prens; (sonra generaledönüp ürkek bir tavırla ekledi:) ama sanırımTver’de değil, Yelisavetgrad’da öldü. Pavlişçev

öyle söylemişti bana...General ısrar ediyordu:— Hayır, Tver’de öldü. Ölümünden hemenönce Tver’e atanmıştı, hatta hastalığı tamilerlememişti o zaman. Siz çok küçüktünüz,babanızın Tver’e atanmasını da, oraya gidişinizide hatırlamazsınız. Çok iyi bir insandı Pavlişçev,ama yanılmış olabilir.— Pavlişçev’i tanıyor muydunuz?— Harika bir insandı, babanız öldüğünde benyanındaydım. Ölüm döşeğinde dualar okudumonun için...— Yargılanırken ölmüş babam, dedi prens. Neiçin yargılandığını hiçbir zamanöğrenemediysem de, hastanede öldüğünübiliyorum.— Ha, Kolpakov adında bir er yüzündenyargılandı, ama hiç kuşku yok, yargılanmasısonuçlansaydı prensin suçsuz olduğuanlaşılacaktı.

Prens büyük bir merakla sordu:— Öyle mi? Emin misiniz?— Elbette! diye haykırdı general. Mahkemekesin bir karara varamadan dağıldı. İnanılmazbir davaydı! Hatta gizemli bile diyebilirim...Bölük komutanı Kurmay Yüzbaşı Larionovölünce yerine prensi belirli bir süre içinatamışlardı. Olağan bir şey... O arada erKolpakov bir arkadaşının çizmesini çalmış, gidipsatmış, parasıyla içki içmiş. Bu da olağan birşey... Prens de (dikkat ediniz, olay birbaşçavuşla bir onbaşının yanında oluyor),Kolpakov’u biraz haşlamış ve onukırbaçlatacağını söyleyerek gözdağı vermiş. Buda olağan... Kolpakov yatakhaneye gitmiş,ranzasına uzanmış, on beş dakika sonra daölüvermiş. Tamam, ama hiç beklenmedik,neredeyse olmayacak bir şey. Neyse, gömmüşlerKolpakov’u. Prens olayı yukarıya rapor etmiş,sonra da mevcuttan düşmüşler Kolpakov’u.Bundan daha olağan ne olabilir, değil mi? Amatam altı ay sonra tugayı teftişe geldiklerindebakmışlar ki er Kolpakov hiçbir şey olmamış

gibi aynı tümen aynı tugayın NovozemlyanskiPiyade Alayı’nın ikinci tabur üçüncü bölüğündemevcut!Prens büyük bir şaşkınlık içinde,— Nasıl olur! diye haykırdı.Nina Aleksandrovna birden ona döndü,neredeyse üzgün, yüzüne bakarak,— Öyle değil, yanlışı var! dedi. Mon mari setrompe.[8]— Ama dostum, se trompe demek kolay, hadisen anlat bakalım ne olup bittiğini, çık işiniçinden! Herkes şaşırıp kalmıştı. Önce ben qu’onse trompe[9] derdim... Ama ne yazık ki olayıntanığıydım, kurulan komisyonda da vardım.Olayın bütün tanıkları komisyonda verdikleriifadelerde bu Kolpakov’un altı ay önce olağanbir törenle, trampetler çalınarak toprağa verilener Kolpakov olduğunu doğruladı. Gerçekten degörülmemiş, neredeyse inanılmaz bir olaydı,kabul ediyorum, ama...

O sırada Varvara Ardalionovna girdi içeri.— Babacığım, yemeğiniz hazır.— Bu güzel işte, harika! Çok acıkmıştım...Aslında o olayın psikolojik bir yanının dahaolduğunu söyleyebilirim...Varvara sabırsızca,— Çorbanız yine soğuyacak, dedi.General kapıdan çıkarken mırıldandı:— Şimdi, hemen gidiyorum... (Sonrakoridordan geldi sesi:) Bütün raporlara karşın...Nina Aleksandrovna,— Kiracımız olacaksanız ArdalionAleksandroviç’in birçok şeyini hoş görmenizgerekecek, dedi. Ama çok rahatsız etmez sizi;yemeğini de odasında yalnız yer. Kabuledersiniz ki herkesin birtakım kusurları vardır...Birçok kimsede, hatta parmakla gösterilmeyealışmış insanlarda bile daha fazla kusur vardır.Yalnız çok önemli bir ricam olacak sizden:Kocam bir gün sizden kirayı isterse, bana

ödediğinizi söyleyin. Yani ArdalionAleksandroviç’e yaptığınız ödeme elbette geçerliolacaktır, ama ödemelerin düzenli olması içinrica ediyorum... Ne var Varvara?Varvara odaya geri dönmüş ve bir şeysöylemeden Nastasya Filippovna’nın resminiannesine uzatmıştı. İlk anda korkmuş gibiürpermişti Nina Aleksandrovna, sonra sanki içisızlıyormuş gibi büyük bir acıyla uzun uzunbakmıştı resme. Soru dolu bakışlarla bakmıştıVarvara’nın yüzüne.Varvara,— Bugün Gavrila’ya vermiş, dedi, akşama daher şey bitiyormuş.Nina Aleksandrovna umutsuzca,— Bu akşam ha! diye haykırdı. Ne diyorsun?Hiç kuşku yok demek, umut da kalmadı...Resmini verdiğine göre, her şey tamamdır...(Şaşırmış gibi ekledi:) Bunu kendisi mi gösterdisana?— Neredeyse bir aydır konuşmadığımızı

biliyorsunuz. Ptitsın anlattı bana her şeyi. Buresim de masanın altında yerlerde sürünüyordu,orada buldum.Nina Aleksandrovna birden prense döndü.— Bir şey sormak istiyorum size prens (burayada sırf bunun için rica ettim sizi), oğlumu uzunzamandır mı tanıyorsunuz? Sanki bir yerlerdenyeni geldiğinizi söylüyordu da...Prens yarısını atlayarak kendisiyle ilgili kısacabilgi verdi. Nina Aleksandrovna ile Varvaradikkatle dinledi anlattıklarını.Nina Aleksandrovna,— Sizden Gavrila Ardalionoviç’le ilgili birşeyler öğrenmeye çalışmıyorum prens, dedi.Yanlış anlayabilirsiniz beni. Bana açamadığı birşey varsa, bunu ondan gizli öğrenmeye çalışmakistemem. Özellikle şunun için soruyorum:Gavrila demin sizin yanınızda da, sonra sizgittikten sonra da sizi sorduğumda şöyle cevapverdi bana: “Her şeyi biliyor, açıkkonuşabilirsiniz kendisiyle, rahat olun!” Ne

demek oluyor bu? Yani şunu öğrenmekisterdim, ne ölçüde...Birden Gavrila ile Ptitsın girdi kapıdan. NinaAleksandrovna hemen sustu. Varvara odanın birköşesine çekildi, prens Nina Aleksandrovna’nınyanındaki sandalyede kaldı. NastasyaFilippovna’nın resmi Nina Aleksandrovna’nınmasasının üzerinde, en görülen yerde, tamönünde duruyordu. Resmi orada görünceyüzünü buruşturdu Gavrila, canı sıkkın birtavırla aldı, odanın öteki köşesindeki kendiçalışma masasının üzerine fırlattı.Birden sordu ona Nina Aleksandrovna:— Demek bugün, ha Gavrila?Şöyle bir silkindi Gavrila,— Ne bugün? dedi. (Sonra birden prenseçullandı:) Evet, anlaşılıyor! Yani burada dayaptınız yapacağınızı!.. Neyiniz var sizin yahu,bir hastalık falan mı bu? Dilinizi tutamıyormusunuz? Bana bakın ekselansları...Ptitsın araya girdi:

— Burada suçlu olan benim Gavrila, başkakimse değil.Gavrila dönüp sorar gibi baktı ona.Ptitsın,— Her şey bir bakıma bittiğine göre, böylesidaha iyi oldu Gavrila... dedi.Sonra odanın bir köşesine çekildi, oradakimasanın başına oturdu, cebinden kurşunkalemleyazılı küçük bir kâğıt parçası çıkardı, kâğıdıdikkatle incelemeye başladı. Gavrila yüzü asık,bir aile içi kavganın çıkmasını bekliyordu.Prensten özür dilemeyi ise düşündüğü yoktu.Nina Aleksandrovna,— Bittiğine göre, İvan Petroviç haklı, dedi.Surat asma lütfen Gavrila, kızma da. Anlatmakistemiyorsan, hiçbir şey sormayacağım sana. Veinan, her şey kabulüm, canını sıkma lütfen.Başını elişinden kaldırmadan konuşuyordu.Gerçekten de sakindi sanki. Gavrila şaşırmıştı,ama ne olur ne olmaz diye sesini çıkarmadan

annesine bakıyor, onun daha açık konuşmasınıbekliyordu. Aile içi kavgalar artık pahalıyapatlamaya başlamıştı ona. Nina Aleksandrovnaonun çekingenliğini fark etmişti. Acı birgülümsemeyle ekledi:— Hâlâ kuşkulusun, inanmıyorsun bana. İçinrahat olsun, daha önce olduğu gibi gözyaşıdökmeyeceğim, yalvarıp yakarmayacağım, enazından kendi adıma. Tek istediğim senin mutluolman, sen de biliyorsun bunu. Kaderimekatlanacağım, ama bir arada olsak da, ayrılsakda kalbim her zaman seninle olacak. Elbetteyalnızca kendim için söylüyorum bunu. Kızkardeşinden aynı şeyi isteyemezsin...Gavrila kız kardeşine bakıp alaycı, öfke dolubir tavırla bağırdı:— Ah, yine o! Anneciğim! Size daha önceverdiğim sözü yemin ederek tekrarlıyorum: Benburada olduğum sürece, yaşadığım sürece hiçkimse saygısızlık edemeyecek size. Evimizegiren herkes, bu kim olursa olsun, size saygıgösterecek...

Gavrila o anda öyle neşelenmişti ki, neredeyseuysal ve sevecen bakıyordu annesine.— Kendimle ilgili bir korkum olmadığınıbiliyorsun Gavrila. Bu arada hiç kendim içinendişelenmedim, acı çekmedim. Duyduğumagöre bugün her şey bitiyormuş, öyle mi?Gerçekten öyle mi?Gavrila cevap verdi:— Nastasya Filippovna kabul edipetmeyeceğini bu akşam açıklayacağına sözverdi...— Neredeyse üç haftadır bu konuyu açmaktankaçınıyorduk. İyi de ediyorduk. Şimdi her şeybittiğine göre tek sorum olacak sana: Onusevmediğine göre, nasıl oluyor da “evet” demeyidüşünüyor sana, resmini veriyor? Yoksa senonu, öyle bir... öyle bir...— Görmüş geçirmişi mi demek istiyorsunuz?— Öyle demek istememiştim. Yoksa o kadarmı döndürdün onun başını?

Nina Aleksandrovna’nın bu sorusunda ansızınbir sinirlilik belirmişti. Gavrila durdu, bir dakikakadar düşündü ve alaycı tavrını gizlemedenşöyle dedi:— Yine heyecanlandınız anneciğim,tutamadınız kendinizi. Hep bu yüzden başlıyorkavgalarımız. Hiçbir şey sormayacağınızı, sitemetmeyeceğinizi söylediniz, oysa hemenbaşladınız... İyisi mi kapatalım bu konuyu.Gerçekten, kapatalım daha iyi. Hiç değilseniyetlendiniz ya... Hiçbir zaman, hiçbir şey içinbırakmayacağım sizi. Benim yerimde başkasıolsaydı, en azından böyle bir kız kardeşten kaçargiderdi. Görüyor musunuz, nasıl bakıyor banaoradan? Burada keselim anneciğim! Oysa nasılsevinmiştim... Hem Nastasya Filippovna’yıaldattığımı nereden çıkardınız? Varvara’yagelince, ne isterse yapsın... Yeter! Umurumdadeğil artık!Konuştukça sinirleniyordu Gavrila, odanıniçinde amaçsız dolaşıp duruyordu. Bu türkonuşmalar her zaman hemen gelir, aileüyelerinin en duyarlı oldukları konulara

dayanırdı.Varvara olduğu yerden seslendi:— O bu eve gelirse buradan çıkıp gideceğimisöyledim, dediğimi de yapacağım.— İnadından! diye bağırdı Gavrila. İnadındanda evlenmiyorsun! Ne diye? Ne o, gözdağı mıveriyorsun bana? Umurumda değil VarvaraArdalionovna, isterseniz şu anda gerçekleştirinniyetinizi. Artık bıktım sizden. (Prensinkalktığını görünce seslendi ona:) Ne o prens,sonunda bizi terk etmeye mi karar verdiniz?Gavrila’nın sesinde handiyse çileden çıkmanıneşiğindeymiş gibi bir ton vardı. Böyle sinirleneninsan öfkesinden neredeyse haz duymaya başlar,artarak güçlenen bu duygusuna gittiği yerekadar bütünüyle bırakır kendini. Gavrila’yaherhangi bir cevap vermek için prens kapıdadurup arkasına baktı, ama onu aşağılayanGavrila’nın allak bullak yüzündeki o ifadeyigörünce (bardağı taşıracak son damla eksikti oanda), bir şey söylemeden dönüp çıktı odadan.Birkaç dakika sonra konuk salonundan gelen

seslerden, onun arkasından içeridekikonuşmaların şiddetinin ve gürültüsününarttığını anladı.Koridora çıkmak, oradan da odasına gitmekiçin salondan antreye geçmişti ki, dış kapınınyanından geçerken dışarıdan birinin kapınınçıngırağını var gücüyle çekiştirmeye çalıştığınıfark etti. Ama çıngırakta bir bozukluk olmalıydı:Titreşiyor ama ses çıkarmıyordu. Prens sürgüyüçekip kapıyı açtı, açar açmaz şaşkınlıkla biradım geri çekildi, ürpermişti bile: KarşısındaNastasya Filippovna duruyordu. Resmindenhemen tanımıştı onu. Prensi görünce öfkeyleparladı Nastasya Filippovna’nın gözleri. Biromuz vurup onu kenara ittikten sonra hızlaantreye daldı, kürkünü çıkarırken hiddetle,— Çıngırağı onarmaya üşeniyorsan, hiçdeğilse antrede otur da, kapıyı çaldıklarındaduy... Öf, şimdi de kürkümü yere düşürdün,salak!Kürkü gerçekten de yerdeydi. NastasyaFilippovna, yardım etmesini beklemedenkürkünü çıkarıp arkasına bakmadan ona doğru

atmış, ama prens yakalayamamıştı onu.— Kovmak gerek seni. Hadi koş, geldiğimihaber ver içeri.Bir şey söylemek istiyordu prens, ama öylesineşaşkın bir durumdaydı ki, ağzını açıp bir şeysöyleyememiş, yerden kaldırdığı kürk elinde,konuk salonuna doğru yürümüştü.— Şuna bakın, şimdi de kürkümle gidiyor! Nediye götürüyorsun kürkümü? Ha-ha-ha! Delimisin nesin?Prens durmuş aval aval bakıyordu NastasyaFilippovna’nın yüzüne. Nastasya Filippovnagülmeye başlayınca o da gülümsemişti. Amahâlâ ağzını açıp bir şey söyleyemiyordu.Nastasya Filippovna’ya kapıyı açtığı ilk andayüzü bembeyazdı, oysa şimdi birden kıpkırmızıolmuştu.Nastasya Filippovna ayaklarını yere vuraraknefretle bağırdı:— Ne budala şey bu! Nereye gidiyorsun? Kimgeldi diyeceksin?

Prens,— Nastasya Filippovna, diye mırıldandı.Hemen sordu Nastasya Filippovna:— Nereden tanıyorsun beni? Daha önce hiçgörmedim seni! Hadi git, haber ver... Obağrışmalar da ne oluyor?— Kavga ediyorlar, dedi prens.Konuk salonuna doğru yürüdü. Çok kritik biranda girdi salona: Nina Aleksandrovna “herşeye razı olduğunu” unutmak üzereydi.Varvara’yı savunuyordu şimdi. Ptitsın,kurşunkalemle yazılı kâğıdı bırakmış,Varvara’nın yanında ayakta duruyordu.Varvara’nın korktuğu falan yoktu. Hiç dekorkak bir kız değildi. Oysa ağabeyinin sözlerigittikçe kabalaşmakta, dayanılmaz olmaktaydı.Böyle durumlarda genellikle susardı Varvara,gözlerini ayırmadan alaylı alaylı bakardıağabeyinin yüzüne. Bu taktiğin ağabeyiniçileden çıkaracağını biliyordu. Tam o anda daprens kapıdan seslenmişti:

— Nastasya Filippovna!

IXBir anda sesler kesildi odada. Prensin nedediğini anlayamamış, anlamak istemiyorlarmışgibi herkes ona bakıyordu. Gavrila korkudandonakalmıştı.Nastasya Filippovna’nın gelişi, özellikle oanda gelişi herkes için son derece tuhaf, kötü birsürprizdi. Nastasya Filippovna’nın burayalütfedip ilk kez gelmiş olması bir yana, o günekadar kendisini pek yüksekten satmış, Gavrilaile konuşmalarında onun ailesiyle tanışmaisteğini bile dile getirmemiş, son zamanlarda isedünyada öyle birileri yokmuş gibi onlardan hiçsöz etmez olmuştu... Gavrila, kendisi için tatsızolan aile konusuna Nastasya Filippovna’nın sonzamanlarda hiç girmemesinden bir bakımahoşnuttu, ama yine de ailesini böylesineküçümsemesini hazmedemiyor, bunun hesabınıileride görmeyi düşünüyordu. NastasyaFilippovna’nın onun ailesini alaya almasını,iğnelemesini beklerdi, ama evlerine gelmesinihiç beklemezdi... Evlenmeleri konusundaailesinde neler olduğunu, ailede ona ne gözle

baktıklarını Nastasya Filippovna’nın çok iyibildiğinden Gavrila’nın kuşkusu yoktu. Resminiverdikten sonra Nastasya Filippovna’nın şimdide evine gelmesi, hem de doğum gününde,Gavrila’nın kaderi konusunda kesin kararınıvereceği günde gelmesi bu kararın ne olacağınıgösteriyor olabilirdi.Herkesin şaşkın şaşkın prense bakması uzunsürmedi: Nastasya Filippovna konuk salonununkapısında belirmiş, prensi hafifçe tekrar kenaraiterek odaya girmişti. Ona doğru atılanGavrila’ya elini uzatıp neşeli,— Nihayet içeri girebildim, dedi... Kapınıza nediye çıngırak takarsınız ki? Yüzünüzün hali neöyle? Tanıştırsanıza beni...Ne yapacağını şaşıran Gavrila, önce Varvaraile tanıştırdı Nastasya Filippovna’yı. Varvara ileNastasya Filippovna birbirine el uzatmadan öncebir süre tuhaf bakışlarla süzdüler birbirlerini.Bununla birlikte Nastasya Filippovnagülümsüyor, neşeli görünmeye çalışıyordu.Varvara ise neşeli görünmeye çalışmıyor,Nastasya Filippovna’nın yüzüne canı sıkkın bir

tavırla dik dik bakıyordu. En olağan bir nezaketgereği olan hafif bir gülümsemeden bile iz yoktuyüzünde. Gavrila donup kalmıştı. Ricadabulunabileceği, yapılmasını isteyebileceği birşey yoktu, buna zaman da kalmamıştı. VeVarvara’ya öyle tehditkâr bir bakış attı ki,Varvara bu bakışın gücünden o anın ağabeyiiçin ne anlama geldiğini anlamakta gecikmedi.Bu yüzden Gavrila’nın karşısında geri çekilmeyekarar vermiş olacak, Nastasya Filippovna’yabelli belirsiz gülümsedi (ailede herkes birbirinihâlâ çok seviyordu). Bu arada ne yapacağınıiyice şaşıran Gavrila konukla önce annesinitanıştırması gerekirken, annesinden önce kızkardeşini tanıştırdıktan sonra, bu yetmiyormuşgibi, bu kez de tanıştırmak için konuğunuannesinin yanına götürecek yerde, annesinikonuğunun yanına götürmüş, ama annesi yinede durumu kurtarmıştı. Ne var ki NinaAleksandrovna “çok sevindiğini” anlatmayayeni başlamışken Nastasya Filippovna onunsözünü bitirmesini beklememiş, hemenGavrila’ya dönmüş, (kendisine yergösterilmesini bile beklemeden) onun yanına,

pencerenin hemen önündeki küçük divanaoturmuş, yüksek sesle şöyle demişti:— Çalışma odanız nerede sizin? Ve... vekiracılarınız? Kiracılarınız vardı, değil mi?Gavrila’nın yüzü kıpkırmızı olmuştu. Cevapolarak bir şeyler mırıldanacak oldu, amaNastasya Filippovna sözünü kesti:— Kiracı nasıl alabiliyorsunuz bu eve?Çalışma odanız bile yok. (Birden NinaAleksandrovna’ya döndü.) Kârlı bir şey mi bubari?— Biraz zahmetli... dedi Nina Aleksandrovna.Ama kârlı olması gerek. Ne var ki biz daha yeniyeni...Nastasya Filippovna yine sözünü bitirmesinibeklemedi Nina Aleksandrovna’nın.Gülümseyerek bakıyordu Gavrila’nın yüzüne.Birden bağırdı ona:— Neden asıyorsunuz suratınızı? AmanTanrım, şu anda yüzünüzü görseniz!

Ama gülüşü kısa sürdü. Gavrila’nın yüzügerçekten de çok kötüydü. Yüzündekidonakalmışlık, komik ürkeklik, hüzünlüşaşkınlık kaybolmuştu. Şimdi bembeyazdı yüzü,dudakları kasılmıştı. Gülmeyi sürdüren NastasyaFilippovna’nın gözlerinin içine bir şeysöylemeden kötü kötü bakıyordu.Nastasya Filippovna’yı gördüğü anda şaşırıpkalmış ve bu şaşkınlığını üzerinden hâlâatamamış biri daha vardı odada. Gerçi o öncekiyerinde, konuk salonunun kapısında dikilmeyisürdürüyordu, ama Gavrila’nın yüzündekikorkunç değişikliği, beyazlığı o da görmüştü.Prensti bu. Neredeyse korku içinde, kendinibilmeden öne atıldı. Gavrila’nın kulağınafısıldadı:— Su için. Öyle de bakmayın...Onun bunu ilk anda herhangi bir özel amaçlasöylemediği belliydi. Ne var ki söylediğininolağanüstü bir sonucu oldu. Gavrila’nın bütünöfkesi bir anda prense yönelmişti. Omuzlarındanyakaladı onu, nefretle, öfkeyle, söyleyecek birşey bulamıyormuş gibi uzun uzun baktı yüzüne.

Herkes heyecanlanmıştı. Nina Aleksandrovnahafifçe bir çığlık bile atmıştı. Ptitsın huzursuzcabir adım öne çıkmış, kapının yanında belirenKolya ile Ferdışçenko şaşkınlık içinde öylekalakalmışlardı. Yalnızca Varvara önce olduğugibi kaşlarının altından dikkatle izliyordu olanbiteni. Oturmuyor, kollarını göğsünün üzerindekavuşturmuş, annesinin yanında ayaktaduruyordu.Ama birden toparladı kendini Gavrila, sinirlikahkahalar atmaya başladı. Tam anlamıylakendindeydi şimdi.Olabildiğince neşeli, içten bir tavırla,— Ne o prens, doktor falan mısınız yoksa?diye haykırdı. Korkuttun beni... NastasyaFilippovna izninizle, kendisini daha bu sabahtanımış olsam da, bu çok değerli kişiyi takdimedebilir miyim size.Nastasya Filippovna şaşırmış gibi baktı prense.— Prens mi? Prens ha? Düşünebiliyormusunuz, demin antrede uşak sandım onu ve

geldiğimi haber vermesi için buraya yolladım!Ha-ha-ha!Odada gülmeye başlamalarına sevinenFerdışçenko hemen yaklaştı,— Hiç önemi yok, hiç önemli değil! dedi.Önemli değil: Se non é vero...[10]Nastasya Filippovna,— Az kaldı bir kez daha kabalaşacaktım sizekarşı prens, dedi. Bağışlayın lütfen...Ferdışçenko, bu saatte işiniz ne sizin burada? Enazından, sizinle karşılaşmayı beklemiyordumburada. (Bu arada onunla tanıştırmak içinomzuna elini koyduğu prensin omzundan elinihâlâ çekmemiş olan Gavrila’ya döndü.) Kim?Hangi prens? Prens Mışkin mi?— Kiracımız, diye tekrar etti Gavrila.Besbelli prensi herkes (onları içindebulundukları zor durumdan kurtaracak) azbulunur biri olarak görüyordu. Bu yüzdenNastasya Filippovna’nın önüne sürüyorlardı

onu. Bu arada prens hemen arkasından, galibaFerdışçenko’nun Nastasya Filippovna’yaaçıklama yaparken açık açık “budala” diyefısıldadığını bile duymuştu.Nastasya Filippovna, prensi yukarıdan aşağıson derece senlibenli bir tavırla süzerkensürdürdü konuşmasını:— Söyler misiniz, demin sizinle ilgili öylesinefeci... yanıldığımda neden uyarmadınız beni?Sabırsızca prensin cevabını bekliyor, bucevabın kesinlikle yine kahkahalarla gülmesinigerektirecek aptalca bir cevap olacağından emingörünüyordu.— Sizi birden karşımda görünce... diyebaşlayacak oldu prens.— Peki, karşınızdakinin ben olduğunu nasılanladınız? Daha önce nerede görmüştünüz beni?Aslında ben de daha önce görmüş gibiyim onusanki... İzninizle sorabilir miyim, karşınızda benigörünce neden öyle donakaldınız? Donakalacakne var bende?

Ferdışçenko yüzünü buruşturarak,— Hadi bakalım! diye sürdürdü konuşmasını.Hadi! Aman Tanrım, senin yerinde olsaydım busoruya karşılık neler söylerdim neler! Hadiseneprens... odun gibi durma hadi!Prens gülümseyerek baktı Ferdışçenko’ya.— Sizin yerinizde olsaydım ben de çok şeysöylerdim... dedi. (Nastasya Filippovna’yadönüp sürdürdü konuşmasını:) Bugün resminizçok etkilemişti beni... Daha o anda sizidüşünüyordum, birden karşımda görünce...— Peki, ben olduğumu nasıl anladınız?— Resminizden.— Başka?— Başka, tam hayal ettiğim gibiydiniz... Sankiben de bir yerde görmüş gibiydim sizi.— Peki, nerede? Nerede?— Gözlerinizi bir yerde gördüm sanki... Amamümkün değil! Ben hiç burada bulunmadım.

Belki rüyalarımda...— Haydaa, prens! diye haykırdı Ferdışçenko.Hayır, se non é vero sözümü geri alıyorum.Bununla birlikte... (Üzgün bir tavırla ekledi:)Bununla birlikte, yüreğinin temizliğinden böylesöylüyor!Prens birkaç cümlesini kesik kesik solukalarak, tedirgin bir tavırla söylemişti. Çokheyecanlı olduğu her halinden belliydi. NastasyaFilippovna merakla bakıyordu ona. Gülmüyorduartık. Tam o anda prensle NastasyaFilippovna’yı çevreleyen kalabalığın arkasındanyeni, gür bir ses yükseldi (öyle ki kalabalık ikiyana ayrılmıştı), ailenin babası General İvolgingelip Nastasya Filippovna’nın karşısına dikildi.Frak giymiş, temiz bir yakalık takmış, bıyıklarınıboyamıştı...Bu kadarına dayanamazdı artık Gavrila.Hastalık, evham derecesine varan onurunadüşkünlüğü ve kibriyle son iki aydır hiç değilsedaha bir yakışık alır biçimde dayanabileceği,kendini daha bir soylu gösterebileceği bir nokta

arayan Gavrila, seçtiği bu yolda kendisininhenüz pek acemi olduğunu, muhtemelen sonunugetiremeyeceğini hissettiğinden, zaten bir despotolduğu evinde işi umutsuzca tam bir küstahlığavurmuştu, ama onu son ana kadar şaşırtan, onaacımasızca üstünlük sağlayan NastasyaFilippovna’ya karşı bu tavrı kullanmaya cesaretedemediği için, Nastasya Filippovna’nın kendideyimiyle “sabırsız dilenci” (NastasyaFilippovna’nın bu sözü kulağına gelmişti vebunun acısını daha sonra ondan çok kötüçıkaracağına yeminler etmişti) kimi zamançocukça, durumu toparlamayı, terslikleridüzeltmeyi hayal ediyordu ve şimdi bu korkunçkadehi, hem de böyle bir anda içmekzorundaydı! Şimdi de hiç beklenmedik,gururuna düşkün biri için çok ağır bir işkence(kendi evinde ailesi adına utanmak işkencesi)düşmüştü payına. O anda “Bütün bunlara değermi elde edeceklerim?” diye geçirdi içinden.Tam o anda da yalnızca geceleri rüyalarınakabus gibi giren, kanının donmasına, içininutanç ateşiyle yanmasına neden olan şeygerçekleşmişti: Babası ile Nastasya Filippovna

sonunda karşılaşmıştı. Gavrila generali kimizaman nikâh töreninde düşünmeye çalışır, ama okorkunç sahneyi düşünmeye hiçbir zamansonuna kadar dayanamaz, bu düşünceyikafasından hemen kovardı. Belki de aşırıabartıyordu o kötü sahneyi. Gururuna pekdüşkün insanlarda çok görülen bir durumdur bu.Son iki ayda çok düşünüp taşınmış ve sonundane pahasına olursa olsun, babasını hiç değilse birsüreliğine Nastasya Filippovna’dan uzaktutmaya, hatta (annesi istese de, istemese de)mümkünse Petersburg’dan uzaklaştırmaya kararvermişti. On dakika önce Nastasya Filippovnageldiğinde öylesine şaşırmış, öylesine allakbullak olmuştu ki, Ardalion Aleksandroviç’inortaya çıkabileceğini düşünememiş, bunun içinherhangi bir önlem de almamıştı. Gelgelelim,işte çıkmıştı ortaya general. Hem de büyük birtitizlikle hazırlanmış, frakını giymiş olarak vetam da Nastasya Filippovna’nın “onu da, onunailesini de aşağılamak için fırsat kolladığı” biranda girmişti odaya... (Bundan kuşkusu yoktuGavrila’nın.) Öyle ya, onun ailesiniaşağılamaktan başka ne amaçla gelmiş olabilirdi

buraya? Annesiyle, kız kardeşiyle ahbaplıketmek için mi, yoksa onun evinde onları küçükdüşürmek için mi? Aslında iki tarafıntavırlarından her şey kuşku duyulmayacakşekilde ortadaydı: Annesiyle kız kardeşigururları incinmiş gibi bir kenara çekilmiş,oturuyorlardı, Nastasya Filippovna ise onlarınvarlıklarını bile unutmuşa benziyordu... Böyledavrandığına göre, demek belli bir amacı vardı!Ferdışçenko hemen kolundan yakaladıgenerali, Nastasya Filippovna’nın yanınagötürdü.General mağrur bir tavırla öne eğilipgülümseyerek,— Ardalion Aleksandroviç İvolgin, dedi.Yaşlı, mutsuz, eski bir asker ve böylesine harikabir insanı arasına almak umuduyla mutlu birailenin babası...Sözünün sonunu getiremedi. Ferdışçenkooturması için hemen ona bir sandalye çekti.Yemek sonrası dakikalarda bacaklarını güçsüzhisseden general hemen çöktü, daha doğrusu

yığılıverdi sandalyeye. Ama hiç de mahcupolmadı bundan. Nastasya Filippovna’nın tamkarşısında oturmuş ve onun zarif parmaklarınıyapmacık, hoş bir incelikle yavaşça, etkileyicibir biçimde dudaklarına götürmüştü. Aslındagenerali mahcup etmek çok zordu. Kıyafetininaz da olsa özensizliğinden başka dış görünüşüoldukça düzgündü. Kendisi de farkındaydıbunun. Önceleri yüksek düzeyli çevrelerdebulunmuştu. İki üç yıl önce ise dışlanmıştıoralardan. O zamandan bu yana kişiliğindekibirtakım zayıflıklara bırakmıştı kendini. Ama oçevrelerden kalma kimi ince tavırları vardı hâlâ.Ardalion Aleksandroviç’in ortaya çıkmasınaNastasya Filippovna’nın pek sevindiği belliydi.Onunla ilgili çok şey duymuştu çünkü.— Duyduğuma göre, oğlum... diye başlayacakoldu Ardalion Aleksandroviç.— Evet, oğlunuz! dedi Nastasya Filippovna.Doğrusu, siz de çok iyi bir babaymışsınız!Neden hiç gelmiyorsunuz bana? Siz kendiniz migizleniyorsunuz, yoksa oğlunuz mu gizliyorsizi? Kimsenin küçük düşmesine neden olmadan

gelebilirsiniz bana.Tekrar başlayacak oldu general:— On dokuzuncu yüzyılın çocukları ve annebabaları...Nina Aleksandrovna yüksek sesle girdi araya:— Nastasya Filippovna! Lütfen ArdalionAleksandroviç’e izin verin, içeride bekliyorlaronu.— İzin vermek mi! Rica ederim, onunla ilgiliöyle çok şey duydum, onunla görüşmeyiöylesine uzun zamandan beri istiyordum ki!Hem ne işi olabilir? Emekli değil mi?Bırakmayacaksınız beni general,gitmeyeceksiniz, değil mi?— Söz veriyorum, general ziyaretinizegelecek, ama şimdi dinlenmesi gerekiyor.Nastasya Filippovna, tıpkı oyuncağı elindenalınmış şımarık, aptal bir kız çocuk gibi yüzünüburuşturarak bağırdı:— Ardalion Aleksandroviç, dinlenmeniz

gerektiğini söylüyorlar!General kendini daha da küçük düşürmeyeçalışıyor gibiydi. Mağrur bir tavırla karısınadöndü, elini kalbinin üzerine koyup, sitemedercesine,— Dostum! diye bağırdı. Dostum benim!Varvara yüksek sesle,— Anneciğim, dedi, hâlâ çıkmıyor musunuzodadan?— Hayır Varvara, sonuna kadar oturacağım.Nastasya Filippovna Varvara’nın sorusunu da,annesinin cevabını da duymamış olamazdı, amaneşesini bu daha da arttırmıştı sanki. Tekrartekrar sorular sormaya başlamıştı generale. Beşdakika sonra, odadakilerin kahkahaları arasındason derece mağrur tavırlarla anlatıyor,anlatıyordu general.Prensi eteğinden çekeledi Kolya.— Hiç değilse siz bir şeyler yapıp götürün onuburadan! dedi. Yapamaz mısınız bunu? Lütfen!

(Çocukcağızın gözlerinden yaşlar akıyordu,gözlerinde nefret parıltıları vardı. Kendi kendinemırıldandı:) Ah kahrolası Gavrila, ah!Nastasya Filippovna’nın sorularını cevaplarkenaçıldıkça açılıyordu general:— İvan Fyodoroviç Yepançin’le çok yakındosttuk. Ben, o ve yirmi yıllık ayrılıktan sonraoğlunu bugün kucakladığım toprağı bol olsun,Prens Lev Nikolayeviç Mışkin... ayrılmaz birüçlüydük, yani üç silahşorlar: Atos, Portos veAramis. Ama ne yazık ki iftiralara, mermilereyenik düşmüş birimiz mezarda; iftiralarla,mermilerle hâlâ savaşan birimiz karşınızda...— Mermilerle ha! diye haykırdı NastasyaFilippovna.— Mermiler şuramda, göğsümde. Karskuşatmasında aldım bu kurşunları. Kötühavalarda hep hissediyorum onları buramda.Geri kalan konularda tam bir filozofumdur.Gezer, dolaşırım, işlerinden uzaklaşmışburjuvalar gibi kahve içer, dama oynar,“Indépendance” okurum. Ama bizim Portos’u,

yani Yepançin’i üç yıl önce trende bir finoyüzünden çıkan olaydan sonra silmiştim.Nastasya Filippovna büyük bir merakla sordu:— Fino mu? Bir fino yüzünden ha! Bir finoyüzünden. (Hatırlamış gibi ekledi:) Hem detrende!..— Saçma bir olaydı, anlatmaya değmez:Prenses Belokonskaya’nın mürebbiyesi Ms.Şmidt yüzünden, ama... anlatmaya değmez.Nastasya Filippovna neşeyle bağırdı:— Anlatmalısınız! Kesinlikle anlatmalısınız!Ferdışçenko araya girdi:— Ben duymadım o olayınızı! C’est dunouveau.[11]Tekrar Nina Aleksandrovna’nın yalvaran sesiduyuldu:— Ardalion Aleksandroviç!Kolya seslendi:

— Babacığım, sizi çağırıyorlar.General kendinden pek hoşnut bir tavırlaanlatmaya başladı:— Kısaca söylemek gerekirse, aptalca birolaydı. İki yıl önce, evet, eksiksiz iki yılönceydi! Yeni X...ski demiryolu daha yeniaçılmıştı. Görevimle ilgili çok önemli bir iş içinbirinci sınıf biletimi almış (sivil palto vardıüzerimde), yerime oturmuş, puromu içiyordum.Daha doğrusu, puromu içmeye devamediyordum, çünkü daha trene binmedenyakmıştım puromu. Kompartımanda yalnızdım.Trende sigara içmek yasak da, serbest dedeğildi. Yani genellikle yarı yasak, yarı serbestti.Adamına göre yani... Kompartımanın penceresiinikti. Tam tren kalkacağı sırada, son düdükçalmadan hemen önce iki hanım, yanlarında birfinoyla gelip tam karşıma oturdu. Geçkalmışlardı. Birinin üzerinde pek gösterişli açıkmavi, şık bir giysi vardı. Öteki daha sadegiyimliydi. Üzerinde siyah ipek bir pelerin vardı.İkisi de hiç fena sayılmazdı. Pek kibirlibakıyorlar, aralarında İngilizce konuşuyorlardı.

Elbette umursadığım yoktu onları, puromutüttürmeyi sürdürüyordum. Bir ara söndüreyimmi diye düşünecek olmuştum, ama baktımpencere açık, dumanı pencereden dışarıüfleyerek içmeye devam ettim. Fino açık mavilikadının kucağında yatmış uyuyordu. Ufacık,yumruğum kadar, simsiyah bir şeydi. Patileribembeyazdı. Çok sevimli bir köpekti. Boynundabir şey yazılı gümüş bir tasması vardı. Hiçilgilendiğim yoktu onunla. Yalnız farkındaydım,hanımlar puro içtiğim için kızıyorlardı bana.Hanımlardan biri kaplumbağa kabuğundan saplıgözlüğünü gözüne götürmüş, bana bakıyordu.Ama ben yine ilgilenmiyordum. Bir şeysöylemiyorlardı çünkü! Söyleyecek, beniuyaracak olsalardı, rica etselerdi, öyle ya, dillerivardı! Oysa susuyorlardı... sonra ansızın, inanınbir uyarı yapmadan, yani en küçük bir uyarıdabulunmadan, sanki çıldırmış gibi fırladı yerindenaçık mavili kadın, elimdeki puromu kaptığı gibipencereden dışarı fırlattı. Tren uçarcasınagidiyordu, bense aptal aptal bakıyordum. Yabanikadın, gerçekten çıldırmış gibiydi... İriyarı,şişman, uzun boylu, sarışın, kırmızı yüzlü (hem

de çok kırmızı yüzlü), bir kadındı. Parlayanbakışlarını yüzüme dikmişti. Bir şey söylemedenkalktım yerimden, olağanüstü kibar, son derecesaygılı ve nasıl söylesem, çok nazik bir tavırlagittim, iki parmağımla yumuşakça, hiçincitmeden ensesinden yakaladım finoyu vepencereden dışarı, puromun arkasındangönderiverdim! Yalnızca bir kez ciyaklamıştı, okadar! Tren uçarcasına gitmeyi sürdürüyordu...Nastasya Filippovna kahkahalarla gülüyor,küçük bir kız gibi ellerini çırpıyordu.— Çok acımasızsınız! diye bağırdı.Ferdışçenko bağırıyordu:— Bravo, Bravo!Ptitsın (o da çok rahatsızdı generalin oradabulunmasından) gülümsedi. Kolya bile gülmeyebaşlamış, hatta “Bravo!” diye bağırmıştı.General coşkuyla sürdürüyordu konuşmasını:— Haklıydım da, evet haklıydım, üç kezhaklıydım! Çünkü trende sigara içmek


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook