üzere, bulunduğu çevreler değişik, ama herzaman “birinci sınıf”tı. Ama her şey ilerideydi,zaman vardı, daima zaman olurdu ve her şeyinsırası vardı. Generalin yaşı da, nasıl derler, tamkıvamındaydı. Elli altı yaşındaydı, fazla değil,yani gerçek yaşamın yeni başladığı, çiçeklendiğiyaşta. Sağlığı yerindeydi, yanakları al aldı,dişleri hafif kararsa da sağlamdı. Tıknaz,şişmancaydı. Sabahları görevde endişeli, telaşlıolan yüz ifadesi akşamları oyun masasında veyaekselanslarının evinde aydınlık, ışıl ışıldı... Herşey şimdiki ve gelecekteki başarıları için el elevermiş, yoluna güller sermişti.Çiçek bahçesi gibi bir ailesi vardı. Kuşkusuz,her şey güllük gülistanlık değildi. Generalin enbüyük hedeflerinin, umutlarının uzun zamandırbüyük bir ciddiyet ve içtenlikle yoğunlaştığıbirçok şey daha vardı. Öyle ya, yaşamda anababa olmak hedefinden önemli, kutsal neolabilir? Ailesinden daha sıkı neye sarılabilirinsan? Generalin ailesi eşi ve üç kızındanoluşuyordu. General uzun zaman önce, dahateğmenken, kendisiyle hemen hemen aynı yaşta,güzelliği de, öğrenimi de olmayan, ona drahoma
olarak topu topu, toprağa bağlı elli köle getirenbir kızla evlenmişti. Generalin sonraki servetinintemelini bu elli köle oluşturmuştu. Ne var kigençlik heyecanıyla erken evlenmiş olmasındanhiçbir zaman yakınmamıştı general, bunugençliğinin bir hatası olarak görmemiş vekarısına her zaman saygılı davranmış, kimizaman ondan çekinmişti. Sevmişti bile onu.Karısı Prens Mışkinler soyundandı. Generalineşi, önemli olmasa da eski bir prens soyu olanMışkinler soyundan olmakla gurur duyardı,kendini önemserdi. Prensesin koruyuculuğunuyapanlardan (aslında bir anlamı da yoktu ya bukoruyuculuğun) zamanının etkili kişilerindenbiri genç prensesin evlenmesiyle ilgilenmeyiüzerine almıştı. Genç subaya o açmıştı kapıyı,içeri itmişti onu. Oysa itmek değil, bir bakışyeter de artardı bile buna. Küçük birkaç istisnadışında karıkoca uzun yıllar uyumlu bir yaşamsürmüşlerdi. General karısı henüz çok gençken,doğuştan bir prenses ve soyunun son temsilcisiolduğu için, belki biraz da kişisel özelliklerinedeniyle yüksek çevrelerde kendisine birkaçkoruyucu edinmişti. Daha sonra zenginleşince,
kocasının rütbesi de yükselince iyice alıştı buçevreye, orada benimsendi bile.Generalin üç kızı (Aleksandra, Adelaida veAglaya) son yıllarda büyümüş, gelişmiş, yetişkinbirer genç kız olmuşlardı. Baba tarafından birerYepançina olsalar da, anne tarafından birerprensestiler, dahası ileride belki de çok yüksekyerlere çıkma iddiasındaki bir babanın yüklüdrahomaları olan kızlarıydılar. Epeyce önemliolan bir şey daha vardı: Yirmi beş yaşına basmışolan en büyük kız kardeş Aleksandra da dahil,üçü de çok güzeldi. Ortanca yirmi üçyaşındaydı, en küçüğü Aglaya ise yirmisine yenibasmıştı. Çok güzeldi Aglaya ve sosyeteninilgisini çekmeye başlamıştı. Hepsi bu kadar dadeğildi: Üç kız kardeş öğrenimleriyle de,zekâlarıyla da, yetenekleriyle de dikkatçekiyorlardı. Birbirlerini çok sevdiklerini,desteklediklerini bilmeyen yoktu. Evingözbebeği en küçük kız kardeş için iki ablanında çok kez özveride bulunduğu bile dillerdeydi.Kız kardeşler toplum içinde öne çıkmak,sivrilmek istemedikleri gibi, aşırı ölçüdealçakgönüllüydüler. Kimse burnu büyüklükle,
kendini beğenmişlikle suçlayamazdı onları, amagururlu ve kendi değerlerinin farkındaolduklarını herkes bilirdi. En büyükleri müzikleilgileniyordu. Ortancanın ise resme büyükyeteneği vardı. Ne var ki yıllarca kimse farkınavarmamıştı bu yeteneğinin. Ancak sonzamanlarda, o da bir rastlantı sonucuanlaşılmıştı. Sözün kısası, üç kız kardeştenherkes büyük övgüyle söz ediyordu. Ama onlaraiyi gözle bakmayan kötü niyetliler de yokdeğildi. Çok kitap okumalarından dehşetle sözediyorlardı. Kızların evlenmek için hiç aceleettikleri yoktu. Toplumun belli kesimine değervermesine veriyorlardı ama, pek o kadar çok dadeğil... Ne var ki babalarının kişilik yapısını,hedeflerini herkes bildiği için bu daha da önemkazanıyordu.Prens, generalin oturduğu dairenin kapısınıçaldığında saat on bire geliyordu. General ikincikatta, toplumdaki yerine uygun, amaolabildiğince sade bir evde oturuyordu. Prensekapıyı resmi giysili bir uşak açtı. Kapıyı açıponu karşısında görünce yüzüne ve elindekiçıkına kuşkulu kuşkulu bakan bu uşağa derdini
anlatabilmesi oldukça uzun sürdü. GerçektenPrens Mışkin olduğunu, önemli bir iş içingenerali kesinlikle görmesi gerektiğini ısrarlabirkaç kez yineledikten sonra kuşkulu uşaknihayet yanı sıra yürüyerek onu generalinçalışma odasına bitişik bekleme odasının holünegötürüp prensi orada, sabahları holde nöbettutan, gelen ziyaretçileri generale haber verengörevliye teslim etti. Nöbetçinin üzerinde frakvardı. Kırkını geçkindi, yüz ifadesi ciddi,kaygılıydı. Generalin özel hizmetlisi olduğu,gelenleri generale haber verdiği için kendisinipek önemsediği belliydi.Ağır, kibirli bir tavırla koltuğuna otururkenprense pek bir şaşkın bakarak (o sırada prens deelinde çıkınıyla hemen yanındaki sandalyeyeilişmişti) şöyle dedi:— Çıkınınızı burada bırakıp kabul odasınageçin.— İzin verirseniz, dedi prens, burada sizinyanınızda kalayım, orada yalnız başıma neyapacağım?
— Burada oturamazsınız, ziyaretçisiniz siz,yani konuk. Generalin kendisiyle migörüşeceksiniz?Uşağın böyle bir konuğu generallegörüştürmekte tereddüt ettiği belliydi. Buyüzden bir kez daha sormuştu aynı soruyu.— Evet, kendisiyle bir iş... diye başlamıştıprens.Ama uşak kesti sözünü:— Size generalle ne işiniz olduğunusormuyorum. Benim görevim yalnızca kimingeldiğini haber vermektir. Ama sekreterolmadan generale geldiğinizi haber veremem,bunu söylüyorum.Generalin oda hizmetçisi uşağın kuşkularıgiderek artıyor gibiydi. Prens her günküziyaretçilere hiç de benzemiyordu. Oysagenerale oldukça sık, hemen her gün belirlisaatte, kimi zaman özellikle iş için çok değişikinsanlar gelirdi. Ne var ki her zamankialışkanlığın ve oldukça geniş ziyaretçi kabul
talimatının tersine görevli büyük bir kararsızlıkiçindeydi. Sekretere haber vermesinin gerekliolduğunu düşünüyordu.Sormadan edemedi sonunda:— Siz gerçekten de... yurtdışından mıgeliyorsunuz?Ama şaşırdı. Aslında belki de şöyle sormakistiyordu: “Sahi, gerçekten Prens Mışkinmisiniz?”— Evet, trenden yeni indim. Sanırım gerçekPrens Mışkin olup olmadığımı sormak istediniz,ama kibarlığınızdan sormadınız.Generalin oda hizmetçisi şaşırmıştı.— Hım... diye mırıldandı.— İnanın, size yalan söylemedim ve hiççekinmeyin, benim yüzümden hesapsormayacaklardır size. Ama benim bu kıyafetle,elimde çıkınımla gelmemde yadırganacak birşey yok: Bu aralar durumum pek iyi değil de...— Biliyor musunuz, benim çekindiğim bu
değil. Geldiğinizi haber vermek zorundayım.Ayrıca sekreter gelip görüşecektir sizinle, eğer...O da var işte. Sormamdan alınmayacaksanız,durumunuz kötü olduğu için generalden bir şeymi isteyeceksiniz yoksa?— Ah hayır, bu konuda içiniz rahat olsun.Başka bir işim var kendisiyle.— Bağışlayın ama, kıyafetinize bakaraksormuştum öyle. Sekreteri bekleyin. General şuanda albayla görüşüyor... Sohbeti çok sever de...— Bu durumda uzun beklemem gerekecekserica etsem, burada bir köşede pipo içebilirmiydim acaba? Pipomla tütünüm yanımda.Generalin oda hizmetçisi kulaklarınainanamıyormuş gibi, küçümser bir tavırla baktıprensin yüzüne.— Pipo... mu içeceksiniz?.. dedi. Pipo ha?Olmaz, burada pipo içemezsiniz. Bunudüşünebilmeniz bile doğrusu çok tuhaf. He-he...Çok tuhaf!— Bu odada demek istememiştim. Bu odada
içilmeyeceğini biliyorum. Dışarı çıkar, uygungöreceğiniz bir yerde içerdim... Tiryakiyim... Üçsaattir de içmedim. Hem bildiğiniz gibi, nederler, yabancısı olduğun manastıra...Uşak, handiyse elinde olmadan mırıldandı:— Peki, bu durumda nasıl haber vereceğimgeldiğinizi? Öyle ya, bir kere buradaolmayacaksınız, ayrıca bekleme odasındaoturmalısınız, çünkü konuksunuz. Oradaolmazsanız, bana sorarlar sonra... (Prensin onurahatsız ettiği belli olan çıkınına yan gözle birkez daha baktıktan sonra ekledi:) Buradakalmaya niyetlisiniz galiba?— Hayır, öyle bir niyetim yok. Kalmamıisteseler bile kalmayacağım. Yalnızca tanışmakiçin uğradım, hepsi o kadar.Generalin oda hizmetçisi şaşırmıştı, kuşkulubir tavırla,— Nasıl? diye sordu. Tanışmak için mi? Oysademin bir iş için geldiğinizi söylememişmiydiniz?
— Aslında pek iş için sayılmaz! Yanidoğrusunu isterseniz, bir işim de yok değil. Birşey danışacağım kendilerine. Ama gelişimin asılnedeni aileyle tanışmak istemem, çünkü PrensMışkinler’denim ben, generalin eşi de benimgibi Prens Mışkinler soyunun son temsilcisidir.Prens Mışkinler soyundan ikimizden başkakimse kalmadı.Artık iyice çekinmeye başlayan uşak şöyle birsilkinip,— Demek akrabasınız da? dedi.— Tam sayılmaz. Bununla birlikte, derinineinecek olursanız akraba sayılırız, ama o kadaruzaktan ki, akraba sayılmayabiliriz de.Yurtdışından bir mektup yazmıştım generalineşine, ama cevap vermedi... Ben dönünce yinede kendileriyle görüşmeyi uygun buldum. Bütünbunları size içiniz rahat olsun diye anlattım,çünkü farkındayım, hâlâ huzursuzsunuz. PrensMışkin’in geldiğini söyleyin, ziyaretiminnedenini o anda anlayacaklardır. Kabul ederlersene âlâ, kabul etmezlerse, yine ne âlâ... Belkidaha da iyi olacaktır o zaman. Ama sanırım
kabul etmezlik yapamayacaklardır: Generalin eşisoyunun son temsilcisini görmek isteyecektir.Duyduğuma göre, soyuna çok değerveriyormuş.Görünüşte prensin konuşması son derecesadeydi. Ne var ki sade olduğu ölçüde o andaanlamsız da kaçıyordu. Gelgelelim, generalindeneyimli oda hizmetçisinin iki uşağınaralarında böyle bir konuşmanın olağanolduğunu, ama bir konuğun bir uşakla böylekonuşmasının çok uygunsuz olduğunubilmemesi olanaksızdı. Öte yandan, uşaklargenellikle efendilerinin sandığından daha zekioldukları için, bu uşak da ortada iki durumunolduğunu düşünmeye başlamıştı: Ya prensdilencinin tekiydi ve dilenmeye gelmişti ya dabir aptaldı, gururu yoktu. Çünkü gururu olan birprens sofada oturup bir uşağa işlerinden sözetmezdi. Yani öyle ya da böyle, hesabınıvermeyecek miydi bunun?..Olabildiğince ısrarlı, şöyle dedi:— Yine de rica etsem, bekleme odasınabuyurur musunuz?..
Prens gülümsedi.— Ama orada otursaydım bütün buaçıklamaları yapamayacaktım size.Yağmurluğuma, çıkınıma bakarak telaşlanıpduracaktınız. Oysa şimdi sekreteri beklemenizebile gerek kalmadı. Doğrudan gidip geldiğimihaber verebilirsiniz.— Sekretere haber vermeden, sizin gibi birkonuğun geldiğini içeri bildiremem. Kaldı ki,general demin, albay içerideyken kim gelmişolursa olsun, rahatsız edilmemesini emretti.Gavrila Ardalionoviç ise haber verilmeden girergeneralin yanına.— Memur falan mıdır?— Gavrila Ardalionoviç mi? Hayır. Şirkettegörevlidir. Hiç değilse çıkınınızı şurayabıraksaydınız.— Ben de öyle düşünmüştüm; izniniz olursakuşkusuz. Bakın ne diyeceğim, yağmurluğumuda çıkarsam mı?— Elbette. Generalin yanına yağmurlukla
girmeyin.Prens ayağa kalktı, aceleyle çıkardıyağmurluğunu. Eski de olsa, dikimi güzelceketiyle şimdi çok daha iyi görünüyordu.Yeleğinin cebinden çelik bir zincir sarkıyordu.Zincirin ucunda da Cenevre yapımı gümüş birsaat vardı. Her ne kadar prens aptal biri olsa da(uşak öyle karar vermişti), generalin odahizmetçisi ondan nedense (elbette bir ölçüde)hoşlanmış bile olsa, konuşmayı sürdürmesininartık uygunsuz kaçmaya başladığınıdüşünüyordu. Öte yandan kesin, kaba bir duyguda uyanmıştı şimdi içinde ona karşı.Prens eski yerine tekrar otururken,— Peki, generalin eşi ne zaman konuk kabulediyor? diye sordu.— Orası benim işim değil artık efendim.Hanımefendi adamına göre değişik saatlerdekabul ediyorlar. Şapkacılarını saat on birdekabul ediyorlar. Gavrila Ardalionoviç’i deherkesten önce kabul ederler, sabah kahvaltısınabile alırlar kendilerini.
Prens,— Burada evler yurtdışındakinden daha sıcak,dedi. Dışarısı ise buradakinden ılık, ama evleriniçi biz Rusların alışık olmadığı kadar soğuk.— Soba yakmıyorlar mı?— Yakmasına yakıyorlar da, evlerinin planıdeğişik, yani sobalar, pencereler...— Hım! Uzun süre mi dolaştınız oralarda?— Evet, dört yıl. Ama hep aynı yerde kaldım,bir köyde...— Belki de bizim buraların her şeyiniunutmuşsunuzdur?— Çok doğru. İnanır mısınız, Rusçayı nasılunutmadığıma hayret ediyorum doğrusu. Şuanda sizinle konuşurken kendi kendime şöylediyorum: “Evet, hiç de fena konuşmuyorum.”Belki de bunun için çok konuşuyorum.Doğrusu, dünden beri durmadan Rusçakonuşmak geliyor içimden.Uşak kendini ne kadar tutmaya çalışıyorduysa
da, böylesine soylu, kibar bir konuşmayısürdürmemek elinde değildi.— Hım! Anlaşılıyor! dedi. Yurtdışına gitmedenönce Petersburg’da mı oturuyordunuz?— Petersburg’da mı? Sürekli sayılmaz,geçerken uğruyordum, o kadar. Eskiden de hiçbilmiyordum kenti, şimdi ise duyduğumkadarıyla biliyorum. Bilenler bile yenidentanımaya çalışıyorlarmış Petersburg’u. O kadardeğişmiş... Kentin mahkemeleri üzerine çok şeyanlatıyorlar.— Hım!.. Mahkemeler. Evet, haklısınız. Peki,oralardaki mahkemeler bizimkilere göre daha mıadil?— Bilmiyorum. Ama bizimkilerle ilgili çok iyişeyler duydum. Örneğin, ölüm cezasıkaldırılmış.— Orada var mı?— Var. Fransa’da, Lyon’da gördüm. Şneydergötürmüştü beni oraya.
— Nasıl, asarak mı idam ediyorlar?— Hayır, Fransa’da hep kafa kesiyorlar.— Nasıl, adam bağırmıyor mu?— Nasıl bağıracak! Her şey bir anda olupbitiyor. Adamın başını giyotin denen birmakineye yerleştiriyorlar, büyük, ağır ve yassıbir bıçak yukarıdan aşağı hızla düşüyor... Kafagöz açıp kapayıncaya dek bedenden kopupuzağa fırlıyor. Ama olayın hazırlık dönemi çokkötü. İdam edilecek kişiye karar okunuyor,sonra özel bir giysi giydiriyorlar, gözlerinibağlıyorlar ve idam sehpasına çıkarıyorlar. Asılkorkunç olanı da burası! İnsanlar seyretmek içintoplanıyor. Kadınlar da... Ama kadınlarınseyretmeye gelmesini pek istemiyorlar.— Öyle ya, ne işleri var kadınların orada?— Elbette! Elbette! O korkunç acıya nedentanık olsunlar!.. İdam edilen kişi soyadı Legroolan orta yaşlı, zeki, korkusuz, güçlü biriydi.Ama bu söylediğime ister inanın, isterinanmayın, o korkusuz, güçlü kuvvetli adamın
yüzü idam sehpasına çıkarken kâğıt gibibembeyazdı. Ağlıyordu. Olacak şey mi?Korkunç bir şey değil miydi bu? Peki ama,korkudan kim ağlar? Hiç de çocuk olmayan,ömründe bir kez bile ağlamamış kırk beşyaşında bir insanın korkudan ağlayabileceğinidüşünemezdim. O anda ruhunda nelerolmaktadır, ruhu nasıl kıvranmakta,sarsılmaktadır? Ruhun küçük düşürülmesi,aşağılanmasıdır bu, başka bir şey değil! Kutsalkitapta “Öldürmeyeceksin” yazar. O biriniöldürdü diye şimdi onu öldürüyorlardı. Olacakşey miydi bu? Bir ay önce tanık oldum bu olaya,hâlâ gözümün önünden gitmiyor. Beş kez derüyama girdi.Konuşurken heyecanlanmıştı prens.Başlangıçta olduğu gibi yine sakinkonuşuyordu, ama soluk yüzü hafifçe kızarmıştı.Generalin odacısı içten bir ilgiyle dinliyorduonu. Öyle ki yanından ayrılmak istemiyorgibiydi. Belki o da hayal gücü olan, düşünmeyiseven biriydi.— Başı bedeninden ayrılırken çok acı
çekmemesi yine de iyi, dedi.Prens heyecanla kesti sözünü:— Bakın ne diyeceğim? Siz de aynı şeyidüşündünüz, herkes öyle düşünüyor... Giyotindenen makine de bunun için icat edilmiş. Ozaman bir fikir gelmişti aklıma: Ya böylesi dahakötüyse? Komik geliyordur bu size, tuhafınızagidiyordur. Ama bazen böyle şeyler geliyorinsanın aklına işte. Düşünsenize: Ya işkenceetseler? O zaman acı çekersin, yara bere içindekalırsın, bedenin acıyla kıvranır. Ama bütünbunlar ruhsal ıstıraptan uzaklaştırır seni.Ölünceye kadar yalnızca yaralarının acısınıhissedersin. Ama asıl ve en büyük acı belki deyaralarının acısı değildir. En önemli olan, birsaat sonra, az sonra, on dakika sonra, birazsonra, yarım dakika sonra, biraz sonra, o andaruhunun bedeninden ayrılacağını, artık bir insanolmayacağını, bunun kesin olduğunu, enönemlisi de kesin olduğunu bilmendir. İştebaşını giyotinin altına koyuyorsun, kocamanbıçağın yukarıdan aşağı nasıl kayarak geldiğiniduyuyorsun... işte saniyenin o dörtte biri olan
süre en korkuncudur... Biliyor musunuz, benimhayal gücümün ürünü değil bunlar. Çoğu kimseaynı şeyi söylemiyor mu? Buna o kadarinanıyorum ki, doğrudan açtım size düşüncemi.Cinayet işlediği için bir insanı öldürmek,cinayetin kendisinden de büyük bir suçtur.Mahkeme kararıyla öldürmek, eşkıyanınöldürmesiyle karşılaştırılamayacak kadarkorkunçtur. Haydutların gece ormanda veyabaşka bir yerde boğazına bıçak dayadıklarıinsanın içinde hâlâ bir kurtulma umudu vardır.Son ana kadar kaçıp ya da yalvarıpkurtulabileceğini umar. Oysa burada, bu umutlaölmek on kez daha kolayken, o son umudu dakesinlikle alırlar elinden. Bir karar sözkonusudur burada, kaçıp kurtulabilme olasılığıolmayan bir karar. İçinde korkunç bir ıstırabın,dünyada eşi olmayan bir ıstırabın bulunduğu birkarar. Savaşta bir eri getirip, topun namlusununönüne koyup üzerine ateş edin. Erin içinde hâlâbir kurtulma umudu vardır. Ama aynı ere ölümcezasına çarptırıldığı kararını okuyun, ya aklınıyitirir ya da ağlamaya başlar. İnsan doğasınınbuna aklını yitirmeden katlanabileceğini kim
söylemiş? Böylesine çirkin, yersiz, anlamsız birhakarete ne gerek var? Kendisine ölüm kararıokunup acı çektirildikten sonra “Hadi git,bağışlandın” denen biri vardır belki. İşte oanlatabilir bize bunu... Bu acıyı da, dehşeti deİsa anlatmıştır. Hayır, bir insana yapılacak şeydeğildir bu!Generalin odacısı bunların tümünü, yanihemen hemen tümünü böyle anlatamayacak olsada, hepsini anladığı duygulu yüzünden bilebelliydi.— Canınız çok pipo içmek istediyse, olabilirbelki, ama biraz çabuk olun, diye mırıldandı.Bakarsınız birden çağırır sizi, ortalardayoksunuz. Bakın, şurada merdivenin altında birkapı var, gördünüz mü? O kapıdan girin, sağdaküçük bir oda göreceksiniz. Orada içebilirsinizpiponuzu. Yalnız pencereyi açın, çünküyasaktır...Ama prens pipo içmek için henüz çıkmamıştıki, kapıdan elinde kâğıtlarla genç bir adam girdi.Generalin odacısı hemen kalkıp gencin kürkünüalmaya davrandı. Genç adam yan gözle şöyle bir
baktı prense.Uşak neredeyse senlibenli, samimi bir tavırla,— Gavrila Ardalionoviç, dedi, bu bay PrensMışkin olduğunu söylüyor, hanımefendininakrabasıymış. Çıkını elinde, trenle yurtdışındangelmiş, yalnız...Generalin odacısı konuşmayı fısıldayaraksürdürdüğü için prens bundan sonrasınıduyamadı. Gavrila Ardalionoviç dikkatledinliyor, arada prense de büyük bir meraklabakıyordu. Sonunda uşağı dinlemeyi bırakıphemen prensin yanına gitti.Aşırı sevecen, kibar bir tavırla sordu:— Demek Prens Mışkin’siniz?Prens gibi yirmi sekiz yaşlarında, sağlamyapılı, sarışın, ortadan uzun boylu, hoş bir gençtiGavrila Ardalionoviç. Küçük bir Napolyonsakalı, zeki ve çok güzel bir yüzü vardı. Bütünbu sevimliliğinin yanında, gülümsemesinde aşırıbir kurnazlık da dikkati çekiyordu. Dişleridüzgün, inci gibiydi. Bakışı, bütün neşesine ve
belirgin saflığına karşın, sabit ve araştırıcıydı.Şöyle geçirdi içinden prens: “Tek başınaykenböyle bakmıyordur, belki hiç gülmüyordur bile.”Prens, generalin oda hizmetlisine ve daha önceRogojin’e anlattıklarının hemen hepsini çabucakbir kez de ona anlattı. Bu arada GavrilaArdalionoviç bir şeyler hatırlamaya çalışıyordusanki.— Bundan bir yıl önce, hatta daha kısa birzaman önce galiba İsviçre’den YelizavetaProkofyevna’ya mektup yazan siz miydiniz?diye sordu.— Evet, bendim.— Öyleyse sizi tanıyorlar burada, sanırımhatırlıyorlar da. Generalle mi görüşecektiniz?Hemen şimdi haber veririm kendilerine... Birazsonra bitecek görüşmesi. Ancak siz... beklemeodasına geçseydiniz... (Sert bir tavırla uşağadöndü:) Neden burada beklettin prensi?— Söyledim kendilerine, ama oraya geçmekistemediler...
O anda generalin çalışma odasının kapısıbirden açıldı, elinde çantayla bir subay yükseksesle konuşarak, vedalaşarak çıktı.Çalışma odasından seslendi general:— Orada mısın Gavrilacığım? Gelsene!Gavrila Ardalionoviç başını eğerek prenseselam verdi, çabuk adımlarla çalışma odasınagirdi.İki dakika sonra tekrar açıldı çalışma odasınınkapısı, Gavrila Ardalionoviç’in çın çın öten dostsesi duyuldu:— Buyurun lütfen prens!
IIIGeneral İvan Fyodoroviç Yepançin çalışmaodasının orta yerinde ayakta durmuş, kapıdangiren prense büyük bir merakla bakıyordu. Onadoğru iki adım bile atmıştı. Prens yaklaşıp tanıttıkendini.— Evet efendim, dedi general. Sizin için neyapabilirim?— Acil bir işim yok. Sizinle tanışmak içinuğramıştım. Rahatsız etmek istemezdim sizi,ama kabul gününüzü de, ne koşullarla ziyaretçikabul ettiğinizi de bilmiyordum... Üsteliktrenden yeni indim... İsviçre’den geliyorum...Gavrila çalışma odasının öte ucunda yazımasasının yanında ayakta duruyor, kâğıtlarıkarıştırıyordu.General gülümseyecek oldu, ama bir andüşünüp gülümsemedi; sonra bir kez dahadüşündü, gözlerini kıstı, konuğunu bir kez dahayukarıdan aşağı süzdü, sonra hemen birsandalye gösterdi ona, kendi de onun hafif
çaprazına oturdu ve sabırsız bir bekleyiş içindeprense döndü.— Tanışma törenleri için genellikle pekzamanım olmaz, dedi general, ama elbette biramacınız vardı buraya gelirken, dolayısıyla...Generalin sözünü kesti prens:— Tahmin etmiştim, dedi, kesinlikle, siziziyarete gelmemin bir amacı olduğunudüşüneceğinizi tahmin etmiştim. Ama yeminederim, sizinle tanışmak mutluluğunakavuşmaktan başka özel bir amacım yok.— Kuşkusuz, benim için de büyük birmutluluk bu. Ama eğlenmek olmuyor herzaman, bildiğiniz gibi, bir şeyler yapmak dagerekiyor... Bununla birlikte, aramızda ortak...yani ziyaretinizin nedeni olabilecek ortak neyinolduğunu hâlâ anlayabilmiş değilim...— Evet, bir neden yok ortada, elbette ortak şeyde çok az. Doğrusunu isterseniz, benim PrensMışkin olmam, sayın eşinizin de bizimsoyumuzdan olması bir neden olamaz. Bunu çok
iyi anlıyorum. Ama ne var ki sizi ziyaretegelmemin tek nedeni de bu. Dört yılı aşkın birsüredir yurtdışındaydım. Oraya giderken aklımpek başımda değildi! Bir şey bilmiyordum, şimdide öyle... İyi insanlara ihtiyacım var. Evet tek birişim var şimdi, nereye başvuracağımıbilmiyorum. Daha Berlin’de şöyledüşünüyordum: “Hiç değilse akrabam sayılırlar,önce onlara giderim. Bakarsın birbirimize yararlıoluruz, onlar bana, ben onlara... İyi insanlarsa,kuşkusuz...” Sizlerin iyi insanlar olduğunuzuduymuştum.General şaşırmıştı.— Çok teşekkür ederim efendim... Sormamaizin verir misiniz, nerede kalacaksınız?— Henüz bilmiyorum.— Demek trenden inince doğru burayageldiniz? Ve... eşyanızla?— Bütün eşyam çamaşırlarımın olduğuçıkınım zaten. Başkaca bir eşyam yok.Genellikle her zaman yanımda taşırım onu.
Akşam otelde bir oda bulabilirim.— Yani hâlâ otelde kalmak niyetindesiniz?— Ah evet, elbette.— Oysa sözlerinizden, bizde kalmayıdüşündüğünüzü anlamıştım.— Bu ancak sizde kalmamı önerirsenizolabilir. Ne yalan söyleyeyim, bunu önersenizbile kalmayabilirim, sizde kalmamın bir nedeniyok... yapım öyle...— Kalmanızı önermemekle iyi etmişimdemek... önermeyeceğim de... İzninizle prens,bir an önce her şey açıklığa kavuşsun: Şu andaanlaştığımız gibi, akrabalık diye bir şey sözkonusu olamaz aramızda –olsaydı, kuşkusuz bironur olurdu bu benim için– bu durumda...— Bu durumda kalkıp gidin mi? dedi prens.(Ayağa kalkmıştı. İçinde bulunduğu durumunzorluğuna karşın, neşeyle gülümsüyordu.)Biliyor musunuz general, buranın kurallarını,genellikle burada insanların nasıl yaşadıklarınıbilmeyişime karşın, aramızdaki ilişkinin böyle
gelişeceğini tahmin ediyordum. Evet, belkiböyle olması da gerekiyordu... Öyle ya,yazdığım mektuba bile cevap alamamıştım...Neyse, hoşça kalın. Rahatsız ettiğim için özürdilerim.Bunu söylerken prensin bakışı öylesinesevecen, gülümsemesi de gizli bir kırgınlıkduygusunun her türlü gölgesinden bile olsunöylesine uzaktı ki, birden duraladı general,değişik bir biçimde baktı konuğuna. Bakışındakibu değişiklik bir anda olmuştu.Bambaşka bir sesle,— Bakın ne diyeceğim prens, dedi, doğrusunuisterseniz, tanımıyorum ben sizi, ama YelizavetaProkofyevna kendisiyle aynı soydan gelen birinibelki görmek isteyebilir... Zamanınız varsa,isterseniz biraz bekleyiniz.— Elbette var. Her zaman zamanım vardır.(Yuvarlak, yumuşak şapkasını hemen masanınüzerine koydu prens.) Doğrusunu isterseniz,Yelizaveta Prokofyevna’nın kendisine mektupyazdığımı belki hatırlayacağını da
düşünmüştüm. Demin sofada beklerken uşağınızbenim yardım istemeye gelmiş bir yoksulolduğumdan kuşkulandı. Gözümden kaçmadı.Bu konuda kesin kurallarınızın olduğunusanıyorum. Ama inanın, bu amaçla gelmedimben buraya, yalnızca insanlarla bir arada olmakiçin geldim. Ama görüyorum ki, biraz rahatsızettim sizi. Bu üzüyor beni işte...General neşeyle gülümsedi.— Bakın ne diyeceğim prens, gerçekten degöründüğünüz gibi bir insansanız, sanırımtanışmak çok hoş olacak sizinle. Amagördüğünüz gibi, çok meşgul biriyim ben. Şimdiyine birtakım evrakları incelemem, imzalamamgerekiyor, sonra da ekselanslarının yanınagideceğim, daha sonra da görevimin başına.Anlayacağınız, ziyaretçilerimin olmasındanhoşnutluk duysam da... elbette iyilerinin... ama...Ama sizin görgülü biri olduğunuza inanıyorumve... Sahi, kaç yaşındasınız prens?— Yirmi altı.— Ya! Oysa ben çok daha genç olduğunuzu
sanmıştım.— Evet, yüzden küçük gösterdiğimi söylerler.Ama sizi rahatsız etmemeyi çabucak öğrenecekve buradan hemen gideceğim, çünkü insanlarırahatsız etmeyi hiç sevmem... Ayrıca anladığımkadarıyla, birçok bakımdan oldukça farklıinsanlarız da... ortak yanımız belki de hiç yok.Ama biliyor musunuz, bu son söylediğimekendim de inanmıyorum. Çünkü çok sık böylegelir insanlara, ortak yanlarının olmadığınısanırlar. Oysa çok ortak yanları vardır...İnsanların tembelliğinden, bir de birbirlerini nasılgörünüyorlarsa öyle değerlendirdiklerinden,onlarda başka bir şeyler bulamadıkları içinoluyor bu... Ne var ki biraz sıkıcı olmayabaşladım galiba? Sanki siz...— Bir şey soracağım size efendim, az da olsabiraz paranız var mı? Ya da bir şeyler yapmakniyetinizde misiniz? Böyle sorduğum içinbağışlayın beni...— Rica ederim, bu sorunuz benim için çokdeğerli ve anlaşılır. Şimdilik param da, işim deyok, ama olsaydı çok iyi olurdu. Yabancı para
vardı yanımda. İsviçre’de yanında hem tedaviolduğum, hem öğrenim gördüğüm profesörŞneyder yol parası olarak vermişti. Yoldayetecek kadardı param, öyle ki burayageldiğimde ancak birkaç kapik kalmıştıcebimde. Aslında bir işim var ve birisine akıldanışmak istiyorum, ama...General sözünü kesti:— Söyler misiniz, şimdi nasıl geçinmeyidüşünüyorsunuz, niyetiniz nedir?— Çalışmak isterdim...— Hımm, evet; gerçi bir filozofsunuz...yeteneklerinizin, becerilerinizin farkındasınız,ama onların arasında size ekmek parasıkazandırabilecek olanları var mıdır? Yinebağışlayın...— Özür dilemeyin. Hayır efendim,yeteneklerimin de, özel birtakım becerileriminde olduğunu sanmıyorum. Hatta tersine, hastabir insanım ben, doğru dürüst bir öğrenim degörmedim: Ekmek parasına gelince, öyle
sanıyorum ki...General yine kesti prensin sözünü, tekrarsorular sormaya başladı. Prens daha önceanlattığı her şeyi bir kez daha anlattı. Bu aradageneralin ölen Pavlişçev’in adını duyduğu, hattaonunla tanıştığı anlaşılmıştı. Pavlişçev onunöğrenimiyle neden ilgilenmişti, bunu prensinkendi de bilmiyordu. Belki, toprağı bol olsunbabasıyla eski dostluğunun hatırına yapmıştıbunu. Anne babası öldüğünde prens küçücük birbebekmiş. Hep köylerde büyümüş. Çünkü sağlıkdurumu köylerde yaşamasını gerektiriyormuş.Pavlişçev köyde yaşaması için akrabası, eskidostu birtakım toprak sahiplerinin yanınagöndermişti onu. Başlangıçta bir mürebbiyetutmuştu ona, sonra bir erkek öğretmen. Prensher şeyi hatırladığını söylese de, ne olup bittiğinipek anlaşılır biçimde açıklayamıyordu. Çünküçoğu olayı yarım yamalak hatırlıyordu. Sık gelennöbetler neredeyse bir budala yapmıştı onu.(Prens tam böyle “budala” diyordu.) SonraPavlişçev bir gün Berlin’de özellikle bu türhastalıklarla ilgilenen, İsviçre’nin ValaisKantonu’nda bir sağlık kurumu bulunan
Profesör Şneyder ile karşılaşmış. Profesörbudalalık, delilik gibi hastalıkları kendince birmetotla, soğuk su ve jimnastikle iyi ediyormuş;bu arada hastalarının öğrenimleriyle, ruhsalgelişimleriyle de yakından ilgileniyormuş.Bundan yaklaşık beş yıl önce Pavlişçev onuİsviçre’ye, Şneyder’in yanına yollamış vebundan iki yıl önce de herhangi bir vasiyetbırakmadan ansızın ölüvermiş. Şneyder iki yıldaha bakmış ona, tedavisini sürdürmüş. Prensbütünüyle iyileşmemiş. Profesörün tedaviyöntemi çok yararlı olmuş prens için. Sonunda,onun pek istemesi ve ortaya çıkan bir gelişmenedeniyle profesör Rusya’ya yollamış onu.General şaşırmıştı.— Ve Rusya’da kimseniz, hiç kimsenizyokken mi? diye sordu.— Şimdilik öyle, ama umarım olacak... birmektup aldım...Prensin sözünü kesti general:— Hiç değilse oralarda bir meslek
edinseydiniz kendinize, dedi. (Onun birmektuptan söz ettiğini duymamıştı.) Peki,hastalığınız bir şeyle, sözgelimi memurluk gibihafif bir işle ilgilenmenize engel midir?— Yo, sanmam. Böyle bir işe girmeyi çokisterdim. Çünkü ne yapabileceğimi görmekistiyorum. Düzenli olmasa da, orada sürekli dörtyıl öğrenim gördüm. Boş zamanlarımda Rusçapek çok kitap okuma fırsatım da oldu.— Rusça kitap mı? Öyleyse okumanız iyidir,yanlışsız yazıyorsunuzdur da umarım?— Elbette.— Çok güzel! Ya el yazınız?— El yazım mükemmeldir. Sanırım özel biryeteneğim var bu konuda, tam bir hattatım.(Heyecanlanmıştı prens.) İsterseniz deneme içinbir şeyler yazayım size.— Lütfen. Bir açıdan gerekli de bu... Hemböyle her şeye hazır olmanız hoşuma gitti prens.Doğrusu, gerçekten çok sevimli, hoş birinsansınız.
— Yazı takımlarınız ne güzel, ne kadar çokkurşun kaleminiz var, mürekkep kalemleriniz dene kadar çok, kâğıtlarınız kalın ve çok güzel...Çalışma odanız da harika! Bakın, şu resimdekiyeri biliyorum ben. İsviçre’den bir manzara...Hiç kuşkum yok, ressam oraya bakarakyapmıştır bu tabloyu. Uri Kantonu’nda biryerdir...— Bu tabloyu burada satın almış olsam daolabilir. Gavrila, prense bir kâğıt verin. İşte sizebir divit ve kâğıt. Şu küçük masaya geçinlütfen... (General, çantasından büyük boy birfotoğraf çıkarıp ona uzatan GavrilaArdalionoviç’e döndü.) Nedir bu? Vay!Nastasya Filippovna! (Heyecanla, büyük birmerakla ekledi general:) Bunu kendi, kendi miyolladı sana?— Demin kendisini kutlamaya gittiğimdeverdi. Uzun zamandır istiyordum ondan bunu.(Buruk bir gülümsemeyle ekledi GavrilaArdalionoviç:) Bilmiyorum, böyle bir günde eliboş uğradığım, bir armağan getirmediğim içinbir sitem miydi bana bu?
General inandırıcı bir tavırla,— Yo, hayır, diye kesti sözünü. Ne tuhafşeyler düşünürsün öyle! Sitem etmek içinmiş...böyle şeylere bakmaz Nastasya Filippovna. Hembinler harcamadan ona nasıl armağan vereceksinki? Portreye gelince... Sahi, aklıma gelmişken, osenin bir resmini istemedi mi?— Hayır, henüz istemedi. Belki de hiçistemeyecek. Bu akşamı unutmadınız değil miİvan Fyodoroviç? Özel davetli olanlardansınızçünkü...— Unutmadım, unutmadım, elbette geleceğim.Hem onun yirmi beşinci doğum günü yemeğininasıl unuturum! Hım... Bak Gavrila, açıkçasöyleyeyim sana, hazırlıklı ol. Afanasiyİvanoviç’e de, bana da söz verdi, bu akşam“evet veya hayır” kesin kararını söyleyecek.Bunu bilesin.Birden tedirginleşmişti Gavrila Ardalionoviç,öyle ki yüzünün rengi bile biraz atmıştı. Titrekbir sesle,
— Gerçekten öyle mi dedi? diye sordu.— Önceki gün söz verdi. İkimiz birlikte okadar üzerine düştük ki, sonunda söz vermekzorunda kaldı. Yalnız zamanı gelene kadar sanabir şey söylememizi rica etti.General gözlerini ayırmadan GavrilaArdalionoviç’e bakıyordu. Tedirginleşmesindenhoşlanmadığı belliydi.Gavrila Ardalionoviç ürkek, ikircikli birtavırla,— Unutmayın İvan Fyodoroviç, dedi. Kendisison kararını verene kadar, karar vermekte benimde tam anlamıyla özgür olduğumu söylemişti.Öyleyse benim de söz hakkım var...Birden ürkmüştü general:— Yoksa sen... yoksa sen...— Hayır, bir şey yok.— Söyler misin, bize ne yapmak niyetindesinsen?
— Yo, vazgeçmiş değilim. Belki deanlatamadım...General canı sıkkın bir tavırla (can sıkıntısınıgizlemeyi bile gerekli görmemişti) mırıldandı:— Bir de sen vazgeçseydin! Hayır kardeş,sorun senin vazgeçip vazgeçmemende değil,onun sözünü sevinçle, mutlulukla karşılamayahazır olmandadır... Senin evde durum nasıl?— Nasıl olacak? Evde her şey benim istediğimgibi. Yalnızca babam her zamanki gibisaçmalıyor. Tam anlamıyla sapıttı. Artıkkonuşmuyorum onunla, ama üzerinde baskımısürdürüyorum. Annem olmasa çoktan kapıyıgöstermiştim ona. Kuşkusuz, durmadan ağlıyorannem. Kız kardeşim küplere biniyor. Sonundaonlara kendimle ilgili kararları almakta özgürolduğumu ve evde... beni anlamalarını istediğimiekledim. En azından, annemin yanında açık açıksöyledim bunları kız kardeşime.General, omuzlarını hafifçe kaldırıp, kollarınıyine hafifçe iki yana açarak dalgın,
— Ben hâlâ anlayamıyorum kardeş, dedi.Geçenlerde bize geldiğinde Nina Aleksandrovnada aynı şeyi söylemişti, hatırlıyorsun, değil mi?Ah vah edip duruyordu. “Neyiniz var?” diyesorduğumda anladım ki, onlar bunu kendileriiçin bir ayıp sayıyorlar. Söyler misiniz, ayıpneresinde bunun? Kim Nastasya Filippovna’yıayıplayabilir ya da herhangi bir şeylesuçlayabilir ki? Totskiy ile birlikte olmasını mı?Ama büyük bir saçmalık bu, hem de bu malumkoşullarda kuşkusuz! “Kızlarınızın yanınasokmuyorsunuz onu, değil mi?” diyor. Eh!Saçmalık! Ah be Nina Aleksandrovna! Yaninasıl anlayamazsınız bunu, bunu...Uygun sözcüğü bulmakta zorlanan generaleyardım etti Gavrila:— Kendi durumunu?.. Anlamasına anlıyor.Lütfen kızmayın ona. Daha o zamanbaşkalarının işine burnunu soktuğu içinhaşlamıştım onu. Ama evde yine de birdeğişiklik yok. Son söz söylenmiş olmasa dafırtına koptu kopacak. Bugün son söz söylenirse,demek her şey söylenecek.
Prens köşede yazı denemesini tamamlamayaçalışırken onların bu konuşmasını dinliyordu.İşini bitirdikten sonra masanın yanına geldi,elindeki kâğıdı generale uzatırken portreyedikkatli dikkatli bakıp,— Nastasya Filippovna bu demek? diyemırıldadı ve hemen heyecanla ekledi: İnanılmazbir güzellik!Portredeki gerçekten olağanüstü güzel birkadındı. Üzerinde son derece sade, şık, siyahipek bir giysiyle fotoğraf çektirmişti. Besbellikoyu kumral olan saçları evdeymiş gibi güzelcetoplanmıştı. Derin bakışlı gözleri koyu renk, alnıdüşünceliydi. Yüz ifadesi tutkulu, sankimağrurdu. Yüzü hafif zayıf, belki de soluktu...Gavrila ile general şaşkınlık içinde baktılarprense...General,— Nasıl, Nastasya Filippovna mı? diye sordu.Nastasya Filippovna’yı tanıyor musunuz yoksa?— Tanıyorum. Daha bir gün olmadı Rusya’ya
ayak basalı ve böylesine bir güzeller güzelinitanıyorum... diye karşılık verdi prens ve hemenRogojin’le karşılaşmasını, konuştuklarını anlattı.Prensin anlattıklarını büyük bir dikkatledinleyen general yine telaşlandı, Gavrila’nınyüzüne heyecanla bakarak:— Al sana yeni haberler! dedi.Gavrila da biraz telaşlanmıştı.— Pek çirkin bir şey bu! diye mırıldandı. Birtüccar çocuğu hovardalık ediyor... Onunla ilgilibir şeyler gelmişti kulağıma...— Benim de dostum, benim de... Küpeolayından sonra Nastasya Filippovna her şeyiönüne gelene anlatmıştı. Ama şimdi durumfarklı. Sanırım bir milyon gibi bir para ve... tutkuvar ortada... Tutalım ki gerçekten çirkin birtutkudur bu, ama yine de bir tutkudur. Ayrıca bubayların neler yapabilecekleri de bilinen birşey... hele kafayı çekmişlerse!.. (Endişeli bitirdisözünü general:) Hım!.. Bir olay çıkmasa bari!Gavrila sırıttı.
— Milyonu tehlikeli mi buluyorsunuz?— Sanırım siz bulmuyorsunuz?Birden prense döndü Gavrila:— Peki, sizce nasıl biri o prens? Ciddi biri mi,yoksa serserinin teki mi? Kişisel görüşünüznedir?Bunu sorarken Gavrila’nın içinde bir şeyleroluyor gibiydi. Sanki yepyeni, özel bir düşüncedoğmuştu beyninde ve gözlerinde sabırsızcaparlıyordu. Gerçekten huzursuz olan general deyan gözle bakıyordu prense. Ama onun vereceğiyanıttan pek bir şey beklemediği belliydi.— Size nasıl söylesem, bilemiyorum, dediprens. Yalnızca çok tutkulu, hatta hastalıklıderecede tutkulu biri gibi geldi bana. Üstelikkendisi de hasta gibi. Çok olasıdır, Petersburg’dailk günlerinden sonra tekrar yatağa düşecektir,özellikle de içmeye başlayınca.Bu düşünceye takılmıştı general.— Gerçekten mi? dedi. Öyle mi geldi size?
— Evet, öyle geldi.Generale bakarak gülümsedi Gavrila.— Bu çeşit rezaletlerin patlak vermesi içinbirkaç gün bile beklemeye gerek kalmayabilir...dedi. Bu akşama kadar bile bir şeyler olabilir.General,— Hım!.. Elbette... dedi. Olabilir, ama budurumda her şey Nastasya Filippovna’nın nedüşüneceğine bağlı.— Öyle ama, onun bazen nasıl olduğunu dabiliyorsunuz.İyice telaşlanan general tekrar yükseltti sesini:— Nasıl oluyormuş? Bak ne diyeceğim sanaGavrila, bugün pek ters davranma ona, öyle olki, bilirsin ya... sözün kısası, onun istediği gibi...Hım!.. Ne diye dudak büküyorsun? Dinle beniGavrila Ardalionoviç, aklıma gelmişken, bunusöylemenin de tam zamanı zaten: Ne diye telaşedip duruyoruz ki? Şunu bilmeni isterim, buişteki kişisel çıkarım konusunda bir endişem
yoktur. Öyle veya böyle, işi kendi çıkarımaçevireceğim. Totskiy kesin kararını verdi,kesinlikle öyle ve benim de herhangi bir kuşkumyok. Şimdi benim bütün çabam senin için.Kendin karar ver. Bana güveniyor musun,güvenmiyor musun? Öte yandan sen... sen... tekkelimeyle kafası çalışan bir insansın ve sendenumutluyum... bu olayda da, bu... bu...Sözcük bulmakta zorlanan generale yineyardım etti Gavrila:— Asıl önemli olandır...Bunu söylerken, artık gizlemeye gerekgörmediği zehirli bir gülümseme dolaşmıştıdudaklarında. Bakışının ifade ettiği şeyianlamasını istiyor gibi ateşli bakışını generalingözlerine dikmişti.Generalin yüzü kıpkırmızı oldu. ÖfkeyleGavrila’nın gözlerinin içine bakarak karşılıkverdi:— Evet, çok doğru, en önemli olan akıldır!Gerçekten çok komik bir insansın Gavrila
Ardalionoviç! Farkındayım, kendin için birkurtuluş olduğunu düşündüğün için bu tüccarçocuğunun ortaya çıkmasına seviniyorsun. Evet,burada en başta akıllı olmak gerekir. Özellikle...iki tarafı da düşünmek gerek: Dürüst veaçıkyürekli olman, başkalarını incitmiş olmamakiçin önceden uyarman gerekirdi... bunun içinyeterli zaman vardı, şimdi bile var... (Generalanlamlı anlamlı kaldırdı kaşlarını) Önündeyalnızca birkaç saat kalmış olmasına karşın,zamanın var... Anladın mı beni? Anladın mı?Gerçekten istiyor musun, istemiyor musun?İstemiyorsan açık açık söyle olsun bitsin... Hiçkimse tutmuyor sizi Gavrila Ardalionoviç, kimsezorla kapana sokmaya çalışmıyor sizi... bundabir kapan görüyorsanız eğer...Gavrila alçak sesle, kararlı,— İstiyorum, diye mırıldandı.Bakışlarını yere indirip üzgün, sustu.General rahatlamıştı. Biraz önceheyecanlandığı, çok ileri gittiği için şimdipişmanlık duyduğu belliydi. Birden prense
döndü. Prens orada olduğu ve her şeyi duymuşolabileceği için kaygılı bir ifade belirdi yüzünde.Ama bir anda geçti kaygısı. Prense bir bakıştainsanın bütünüyle rahatlaması olasıydı.Prensin uzattığı yazı örneğine bakınca,— Ooo! diye haykırdı general. Yazı dediğinböyle olur işte! Böylesini herkes yazamaz!Baksana Gavrila, bu ne yetenek böyle!Prens kalın, perdahlı bir kâğıda ortaçağ Rusharfleriyle şu cümleyi yazmıştı:“Alçakgönüllü başrahip Pafnutiy imzasını attı.”Prens olağanüstü bir hazla ve heyecanlaaçıkladı:— Başrahip Pafnutiy’in on dördüncüyüzyıldan kalma bir belgedeki imzasıdır bu. Eskibaşrahiplerimizin, metropolitlerimizin hepsibelgelere enfes imzalar atarlarmış; kimi zamanbüyük bir özenle, titizlikle koyarlarmışimzalarını! Hiç değilse bir Pogodin baskınız varmı general? Sonra bir deneme daha yaptımşurada: Geçen yüzyılın iri, yuvarlak Fransız yazı
stilidir bu. Hatta harflerin bazıları değişikbiçimde yazılıyordu. Aralıklı, birtakım yazarlarınbenimsedikleri bir türdü. Böyle yazılmış birkitap vardı bende. Kabul edersiniz ki pek çirkinbir yazı türü de değildi. Şu yuvarlak “d”lere,“a”lara bakınız. Ben burada Fransız yazı stiliniRus harflerine uyarladım. Çok zor oldu, amabaşardım. Buyurun size pek hoş ve ilginç birörnek daha: “Azim, her zorluğu yener.” Rusyazıcılarının veya daha doğrusu, askeryazıcılarının kullandığı bir yazı stilidir bu.Önemli kişilere sunulan resmi yazılarda bu stilkullanılırdı. Burada da harfler iri, nefistir,siyahtır, siyah yazılır, ama pek güzeldir. Yazıustası şu tamamlanmamış, yarım kuyruklarıkesmeseydi ya da şöyle dersek daha iyi olacak,harfleri kısaltmaya kalkışmasaydı –dikkatbuyurun– her harfi tam olarak yazsaydı,bütününe baktığımızda yazı stilinin özelliğini,asker yazıcının ruhunu görecektik burada. Şöylebir bırakmak isteseydi kendini, yeteneğinigöstermek gelseydi içinden, yakası kancaylasımsıkı kapalı olduğu bu disiplinde yazısı harikaolurdu! Geçenlerde bir rastlantı sonucu elime
böyle bir örnek geçince, hem de nerede?İsviçre’de!.. çok şaşırdım. Sade, olağan, sukatılmamış bir İngiliz yazı stiliydi bu: Zarafettebunun ötesi olamazdı. Her şey vardı orada. İncigibi, mücevher gibi bir yazıydı! Bitmişti artıkorada her şey. İşte yine Fransız stili değişik biryazı örneği daha. İsviçre’ye gelmiş seyyar satıcıbir Fransız’dan öğrenmiştim onu: İngiliz yazıstili bu, ama daha siyah; çizgiler biraz daha koyuve kalın. Yalnızca oranlar biraz değişik. Şunu daunutmayın: Harflerin oval bölümleri biraz dahayuvarlak, üstelik yazıda harflerin uzatılmasınada izin var. Bu onların ulusal bir özelliği!Harflerin uzatılması olağanüstü bir yetenek ister.Ama başarılı olmuşsa, oran tutturulmuşsaböylesi bir yazının üzerine yazı olamaz. İnsanâşık bile olabilir öyle bir yazıya.General güldü.— Ohoo! İşin ne inceliklerinibiliyormuşsunuz! Siz yalnızca bir hattat değil,aynı zamanda bir sanatçıymışsınız dostum. Öyledeğil mi Gavrila?— Hayret, dedi Gavrila. (Alaylı bir tavırla
gülerek ekledi:) Bunun kendisine bir Tanrıvergisi olduğunun da farkında.General,— Gül sen, gül, dedi. Biz burada bir meslektensöz ediyoruz. Prens, şimdi biz bu yazdıklarınızıkime göstereceğiz, biliyor musunuz? Başlangıçtaayda otuz beş ruble kazanabilirsiniz. (Saatinebakarak ekledi:) Ama saat yarım olmuş. Hadi işbaşına prens. Acelem var çünkü... Bugün birdaha görüşemeyiz belki! Bir dakika oturunuz.Söylediğim gibi, sizi çok sık kabuletmeyebilirim. Az da olsa, yani en acilgereksinimlerinizi karşılamanız için sizeyardımcı olmayı yürekten istiyorum. Gerisinibildiğiniz gibi yapabilirsiniz. Kalemde küçük biriş bulmaya çalışacağım size. Şöyle pek ağırolmayan, ama özen isteyen bir görev. Şimdigelelim öteki ayrıntılara: Evde, yani size ancakşimdi tanıttığım bu genç dostum GavrilaArdalionoviç İvolgin’in evinde, annesi ile kızkardeşi kullanılmayan iki üç odayı temizleyipdöşediler, güvenilir kişilerin tavsiye ettiklerikişilere yemekli ve hizmetçili olarak kiraya
veriyorlar. Nina Aleksandrovna benim tavsiyemikabul edecektir, bundan kuşkum yok. Sizin içinbüyük bir şans bu prens. Önce yalnızyaşamayacaksınız, bir aile ortamındaolacaksınız; sonra bana sorarsanız, Petersburggibi bir kentte daha ilk adımda yalnız kalmanızdoğru olmaz. Gavrila Ardalionoviç’in anneciğiNina Aleksandrovna ve kız kardeşi VarvaraArdalionovna benim çok saygı duyduğum ikihanımefendidir. Nina Aleksandrovna, meslekhayatına birlikte başladığım, ama sonralarıbirtakım nedenlerle ilişkimi kestiğim, yine desaygı duyduğum eski arkadaşım, emekli generalArdalion Aleksandroviç’in eşidir. Prens, bütünbunları size anlatmamın nedeni sizi kişisel olaraktavsiye edeceğimi ve dolayısıyla size kefilolacağımı bilmenizi istememdir. Kira çok düşükve öyle sanıyorum ki, alacağınız aylık ücretkiranızı rahat karşılayacaktır. Evet, insanıncebinde az da olsa bir miktar harçlık bulunmalı.Ama sizi cep harçlığından uzak durmanız,genellikle iyisi mi cebinizde parabulundurmaktan kaçınmanız için uyarırsamgücenmeyin bana prens. Sizinle ilgili ilk
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 877
- 878
- 879
- 880
- 881
- 882
- 883
- 884
- 885
- 886
- 887
- 888
- 889
- 890
- 891
- 892
- 893
- 894
- 895
- 896
- 897
- 898
- 899
- 900
- 901
- 902
- 903
- 904
- 905
- 906
- 907
- 908
- 909
- 910
- 911
- 912
- 913
- 914
- 915
- 916
- 917
- 918
- 919
- 920
- 921
- 922
- 923
- 924
- 925
- 926
- 927
- 928
- 929
- 930
- 931
- 932
- 933
- 934
- 935
- 936
- 937
- 938
- 939
- 940
- 941
- 942
- 943
- 944
- 945
- 946
- 947
- 948
- 949
- 950
- 951
- 952
- 953
- 954
- 955
- 956
- 957
- 958
- 959
- 960
- 961
- 962
- 963
- 964
- 965
- 966
- 967
- 968
- 969
- 970
- 971
- 972
- 973
- 974
- 975
- 976
- 977
- 978
- 979
- 980
- 981
- 982
- 983
- 984
- 985
- 986
- 987
- 988
- 989
- 990
- 991
- 992
- 993
- 994
- 995
- 996
- 997
- 998
- 999
- 1000
- 1001
- 1002
- 1003
- 1004
- 1005
- 1006
- 1007
- 1008
- 1009
- 1010
- 1011
- 1012
- 1013
- 1014
- 1015
- 1016
- 1017
- 1018
- 1019
- 1020
- 1021
- 1022
- 1023
- 1024
- 1025
- 1026
- 1027
- 1028
- 1029
- 1030
- 1031
- 1032
- 1033
- 1034
- 1035
- 1036
- 1037
- 1038
- 1039
- 1040
- 1041
- 1042
- 1043
- 1044
- 1045
- 1046
- 1047
- 1048
- 1049
- 1050
- 1051
- 1052
- 1053
- 1054
- 1055
- 1056
- 1057
- 1058
- 1059
- 1060
- 1061
- 1062
- 1063
- 1064
- 1065
- 1066
- 1067
- 1068
- 1069
- 1070
- 1071
- 1072
- 1073
- 1074
- 1075
- 1076
- 1077
- 1078
- 1079
- 1080
- 1081
- 1082
- 1083
- 1084
- 1085
- 1086
- 1087
- 1088
- 1089
- 1090
- 1091
- 1092
- 1093
- 1094
- 1095
- 1096
- 1097
- 1098
- 1099
- 1100
- 1101
- 1102
- 1103
- 1104
- 1105
- 1106
- 1107
- 1108
- 1109
- 1110
- 1111
- 1112
- 1113
- 1114
- 1115
- 1116
- 1117
- 1118
- 1119
- 1120
- 1121
- 1122
- 1123
- 1124
- 1125
- 1126
- 1127
- 1128
- 1129
- 1130
- 1131
- 1132
- 1133
- 1134
- 1135
- 1136
- 1137
- 1138
- 1139
- 1140
- 1141
- 1142
- 1143
- 1144
- 1145
- 1146
- 1147
- 1148
- 1149
- 1150
- 1151
- 1152
- 1153
- 1154
- 1155
- 1156
- 1157
- 1158
- 1159
- 1160
- 1161
- 1162
- 1163
- 1164
- 1165
- 1166
- 1167
- 1168
- 1169
- 1170
- 1171
- 1172
- 1173
- 1174
- 1175
- 1176
- 1177
- 1178
- 1179
- 1180
- 1181
- 1182
- 1183
- 1184
- 1185
- 1186
- 1187
- 1188
- 1189
- 1190
- 1191
- 1192
- 1193
- 1194
- 1195
- 1196
- 1197
- 1198
- 1199
- 1200
- 1201
- 1202
- 1203
- 1204
- 1205
- 1206
- 1207
- 1208
- 1209
- 1210
- 1211
- 1212
- 1213
- 1214
- 1215
- 1216
- 1217
- 1218
- 1219
- 1220
- 1221
- 1222
- 1223
- 1224
- 1225
- 1226
- 1227
- 1228
- 1229
- 1230
- 1231
- 1232
- 1233
- 1234
- 1235
- 1236
- 1237
- 1238
- 1239
- 1240
- 1241
- 1242
- 1243
- 1244
- 1245
- 1246
- 1247
- 1248
- 1249
- 1250
- 1251
- 1252
- 1253
- 1254
- 1255
- 1256
- 1257
- 1258
- 1259
- 1260
- 1261
- 1262
- 1263
- 1264
- 1265
- 1266
- 1267
- 1268
- 1269
- 1270
- 1271
- 1272
- 1273
- 1274
- 1275
- 1276
- 1277
- 1278
- 1279
- 1280
- 1281
- 1282
- 1283
- 1284
- 1285
- 1286
- 1287
- 1288
- 1289
- 1290
- 1291
- 1292
- 1293
- 1294
- 1295
- 1296
- 1297
- 1298
- 1299
- 1300
- 1301
- 1302
- 1303
- 1304
- 1305
- 1306
- 1307
- 1308
- 1309
- 1310
- 1311
- 1312
- 1313
- 1314
- 1315
- 1316
- 1317
- 1318
- 1319
- 1320
- 1321
- 1322
- 1323
- 1324
- 1325
- 1326
- 1327
- 1328
- 1329
- 1330
- 1331
- 1332
- 1333
- 1334
- 1335
- 1336
- 1337
- 1338
- 1339
- 1340
- 1341
- 1342
- 1343
- 1344
- 1345
- 1346
- 1347
- 1348
- 1349
- 1350
- 1351
- 1352
- 1353
- 1354
- 1355
- 1356
- 1357
- 1358
- 1359
- 1360
- 1361
- 1362
- 1363
- 1364
- 1365
- 1366
- 1367
- 1368
- 1369
- 1370
- 1371
- 1372
- 1373
- 1374
- 1375
- 1376
- 1377
- 1378
- 1379
- 1380
- 1381
- 1382
- 1383
- 1384
- 1385
- 1386
- 1387
- 1388
- 1389
- 1390
- 1391
- 1392
- 1393
- 1394
- 1395
- 1396
- 1397
- 1398
- 1399
- 1400
- 1401
- 1402
- 1403
- 1404
- 1405
- 1406
- 1407
- 1408
- 1409
- 1410
- 1411
- 1412
- 1413
- 1414
- 1415
- 1416
- 1417
- 1418
- 1419
- 1420
- 1421
- 1422
- 1423
- 1424
- 1425
- 1426
- 1427
- 1428
- 1429
- 1430
- 1431
- 1432
- 1433
- 1434
- 1435
- 1436
- 1437
- 1438
- 1439
- 1440
- 1441
- 1442
- 1443
- 1444
- 1445
- 1446
- 1447
- 1448
- 1449
- 1450
- 1451
- 1452
- 1453
- 1454
- 1455
- 1456
- 1457
- 1458
- 1459
- 1460
- 1461
- 1462
- 1463
- 1464
- 1465
- 1466
- 1467
- 1468
- 1469
- 1470
- 1471
- 1472
- 1473
- 1474
- 1475
- 1476
- 1477
- 1478
- 1479
- 1480
- 1481
- 1482
- 1483
- 1484
- 1485
- 1486
- 1487
- 1488
- 1489
- 1490
- 1491
- 1492
- 1493
- 1494
- 1495
- 1496
- 1497
- 1498
- 1499
- 1500
- 1501
- 1502
- 1503
- 1504
- 1505
- 1506
- 1507
- 1508
- 1509
- 1510
- 1511
- 1512
- 1513
- 1514
- 1515
- 1516
- 1517
- 1518
- 1519
- 1520
- 1521
- 1522
- 1523
- 1524
- 1525
- 1526
- 1527
- 1528
- 1529
- 1530
- 1531
- 1532
- 1533
- 1534
- 1535
- 1536
- 1537
- 1538
- 1539
- 1540
- 1541
- 1542
- 1543
- 1544
- 1545
- 1546
- 1547
- 1548
- 1549
- 1550
- 1551
- 1552
- 1553
- 1554
- 1555
- 1556
- 1557
- 1558
- 1559
- 1560
- 1561
- 1562
- 1563
- 1564
- 1565
- 1566
- 1567
- 1568
- 1569
- 1570
- 1571
- 1572
- 1573
- 1574
- 1575
- 1576
- 1577
- 1578
- 1579
- 1580
- 1581
- 1582
- 1583
- 1584
- 1585
- 1586
- 1587
- 1588
- 1589
- 1590
- 1591
- 1592
- 1593
- 1594
- 1595
- 1596
- 1597
- 1598
- 1599
- 1600
- 1601
- 1602
- 1603
- 1604
- 1605
- 1606
- 1607
- 1608
- 1609
- 1610
- 1611
- 1612
- 1613
- 1614
- 1615
- 1616
- 1617
- 1618
- 1619
- 1620
- 1621
- 1622
- 1623
- 1624
- 1625
- 1626
- 1627
- 1628
- 1629
- 1630
- 1631
- 1632
- 1633
- 1634
- 1635
- 1636
- 1637
- 1638
- 1639
- 1640
- 1641
- 1642
- 1643
- 1644
- 1645
- 1646
- 1647
- 1648
- 1649
- 1650
- 1651
- 1652
- 1653
- 1654
- 1655
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 1000
- 1001 - 1050
- 1051 - 1100
- 1101 - 1150
- 1151 - 1200
- 1201 - 1250
- 1251 - 1300
- 1301 - 1350
- 1351 - 1400
- 1401 - 1450
- 1451 - 1500
- 1501 - 1550
- 1551 - 1600
- 1601 - 1650
- 1651 - 1655
Pages:
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 1000
- 1001 - 1050
- 1051 - 1100
- 1101 - 1150
- 1151 - 1200
- 1201 - 1250
- 1251 - 1300
- 1301 - 1350
- 1351 - 1400
- 1401 - 1450
- 1451 - 1500
- 1501 - 1550
- 1551 - 1600
- 1601 - 1650
- 1651 - 1655
Pages: