Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-21 09:58:25

Description: Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Search

Read the Text Version

daha çok Lizaveta Prokofyevna’nın) neşesininyerinde olmadığı anlaşılsa da, itiraf bu kadarlakalmıştı. Adelaida ile Prens Ş., ziyaretlerisırasında Lizaveta Prokofyevna’dan da,Aglaya’dan da, hatta İvan Fyodoroviç’ten de teksözcükle olsun söz etmemişlerdi. Gezintilerinedevam etmek için çıkarken birlikte dolaşmakiçin davet de etmemişlerdi prensi. Eveçağırmaktan ise ima yollu bile söz etmemişlerdi.Bu konuda Adelaida çok ilginç bir de cümlekaçırdı ağzından: Suluboya bir çalışmasındansöz ederken birden tablosunu prensegösterebilmeyi çok istediğini söylemiş, şöyledemişti: “Bir an önce nasıl gösterebilirim onusize? Bir dakika! Belki de bugün Kolya ilegönderirim, uğrarsa elbette... ya da yarın prensleyürüyüşe çıktığımızda ben getiririm.” Sorunuböyle herkes için en uygun bir biçimde ustacaçözdüğüne karar verdiği için sevinmişti.Sonunda tam vedalaşırlarken Prens Ş. birdenhatırlamış gibi sordu:— Ah, sahi sevgili Lev Nikolayeviç, dünakşam kupa arabasından Yevgeniy Pavloviç’e

seslenen o hanımefendinin kim olduğunu siz demi bilmiyorsunuz?Prens,— Nastasya Filippovna idi, dedi. Hâlâöğrenemediniz mi kim olduğunu? Amayanındaki kimdi, bilmiyorum.— Ha tanıyorum, adını duymuştum, dedi PrensŞ.. Peki ama, o bağırması neydi öyle? Ne yalansöyleyeyim, bağırmasına bir anlam veremedim...Benim için de, herkes için de anlaşılmaz birşeydi...Prens Ş. gözle görülür, olağanüstü bir şaşkınlıkiçindeydi.Prens çok sakin bir tavırla cevap verdi:— Yevgeniy Pavloviç’in verdiği birtakımsenetlerden söz ediyordu. NastasyaFilippovna’nın ricası üzerine Rogojin busenetleri bir tefeciden almış ve şimdi YevgeniyPavloviç’i bekleyecekmiş.— Duydum, duydum sevgili prensim, ama

olacak şey değil bu! Ancak Yevgeniy Pavloviçkimseye senet vermiş olamaz! Öyle büyük birserveti varken... Gerçi önceleri çocukça birtakımşeyler yapmıştır ve ben kurtarmışımdır onu...Ama şimdiki servetiyle... tefecilere senetvermesi... verdiği senetler yüzünden huzursuzolması olacak şey değil... Ayrıca NastasyaFilippovna ile senlibenli de olamaz... asıl önemliolan da burası işte. Yevgeniy Pavloviçolanlardan hiçbir şey anlamadığına yeminediyor. İnanıyorum ona. Ama benim sizesormak istediğim, sizin bir şey bilipbilmediğiniz... Yani kulağınıza bir şey çalındımı?— Hayır, bir şey duymadım. İnanın, bukonuyla hiçbir ilgim de yok.— Ah, ne çok değişmişsiniz prens! Doğrusubugün tanıyamıyorum sizi. Bu işle ilginizolduğunu nasıl düşünebilirim?.. Bugün neşenizyok pek.Prens Ş. sarılıp öptü prensi.— Yani hangi “bu işle” ilgim olmadığını

düşünüyorsunuz? Ortada “bu iş” diye bir şeygöremiyorum ben.Prens Ş. oldukça soğuk bir tavırla karşılıkverdi:— Hiç kuşku yok ki, bu bayanın amacı öyleveya böyle Yevgeniy Pavloviç’i hiç ilgisiolmayan ve olamayacak işlerle ilişkilendirerektanıdıklarının önünde zor duruma düşürmekti.Prens Lev Nikolayeviç şaşırmıştı. Soru dolubakışlarla uzun uzun baktı Prens Ş.’ye. Sonrasabırsız bir tavırla,— Öyleyse yalnızca senet işi değil bu? dedi.Dün yalnızca senetlerden söz edilmemiş miydi?— Söylüyorum size, Yevgeniy Pavloviç’in...onunla, hele Rogojin’le ne ilişkisi olabilir?Tekrar ediyorum, Yevgeniy Pavloviç büyük birservete sahiptir, çok iyi biliyorum bunu. Ayrıcaamcasından da ikinci bir servet bekliyor.Doğrusu, Nastasya Filippovna...Prens Ş. birden sustu. Prense NastasyaFilippovna’dan daha fazla söz etmek istemediği

belliydi.Prens Lev Nikolayeviç de bir dakika kadarsustuktan sonra birden sordu:— Öyle anlaşılıyor ki, Yevgeniy Pavloviçtanıyormuş onu?— Olabilir. Uçarının tekidir! Tanıyor olsa bile,çok uzun zaman öncedir bu... yani en azındaniki üç yıl önce. Evet, Totskiy ile de tanışıyordu.Ama şimdi öyle bir şey söz konusu değildir.Şimdi de kesinlikle senlibenli olamazlar onunla!Bildiğiniz gibi, uzun süredir buralarda yoktuNastasya Filippovna. Gelmiyordu buraya. Şimdigeldiğinden de çoğu kimsenin henüz haberi yok.Kupa arabasını ilk kez önceki gün bir defagördüm, o kadar.— Harika bir arabası var! dedi Adelaida.— Evet, harika bir araba.Prens Ş. ile Adelaida Prens LevNikolayeviç’ten dostça, hatta kardeşçe ayrıldılar.Bu ziyaret kahramanımız için son derece

önemliydi. Gerçi dün geceden bu yana (belkidaha öncesinden bu yana) birtakım kuşkularıvardı, ama Prens Ş. ile Adelaida’nın buziyaretine kadar endişeleri tam doğrulanmışdeğildi. Şimdi her şey ortadaydı: Elbette Prens Ş.olayları yanlış yorumluyordu, ama yine degerçeklerin çevresinde dolanıyordu: Burada birentrika olduğunun farkındaydı. Şöyledüşünüyordu prens: “Belki de çok iyi biliyor,anlıyordur durumu, ama açığa vurmakistemiyordur yalnızca, bu yüzden de yanlışşeyler söylüyordur.” En açık olan ise ikisinin(özellikle de Prens Ş.’nin) birtakım bilgileralmak amacıyla ziyaretine gelmiş olmasıydı. Budoğruysa, demek onun entrikaya doğrudan ortakolduğunu düşünüyorlardı. Ayrıca bu gerçekse,durum gerçekten önemliydi, yani NastasyaFilippovna’nın korkunç bir amacı vardı... Neydiamacı? Çok kötü bir şey olmalıydı! “Nasıldurdurulabilirdi Nastasya Filippovna? Yapacağıbir şeyi kafasına koyduysa, olanaksızdı onudurdurmak!” Prens deneyimlerinden biliyordubunu. “Delidir o kadın, delidir!” diyordu.Ne var ki o sabah anlaşılmaz birçok şey daha

olmuştu ve hepsi de aynı zamana rastlamıştı;hepsi de acele çözüm bekliyordu, öyle ki sonderece sıkıntılıydı prens. Kucağında küçük kızkardeşi Lyuboçka’yla yanına gelen VeraLebedeva uzun uzun bir şeyler anlatıp gülmüş,bir süre oyalamıştı onu. Arkasından ağzı hepaçık dolaşan ablası ile Lebedev’in lise öğrencisioğlu, erkek kardeşi geldi. Lebedev’in oğlu,Apokalipsis’te dünyanın su kaynaklarınadüştüğü anlatılan “Pelin Yıldızı”nın, babasınınyorumuna göre, aslında Avrupa’yı sarandemiryolu ağı olduğunu söyledi. Prens,Lebedev’in böyle söylediğine inanmadı. İlkfırsatta soracaktı bunu Lebedev’e. Prens buarada Vera Lebedeva’dan Keller’in dünden beripostu onların evine serdiğini, ayrılmaya da hiçniyetli görünmediğini, çünkü burada kendinearkadaşlar bulduğunu, General İvolgin’learasının çok iyi olduğunu, burada yalnızcakültürünü arttırmak için kaldığını söylediğiniöğrenmişti. Bu arada prens, Lebedev’inçocuklarından giderek daha çok hoşlanmayabaşlamıştı. Kolya bütün gün yoktu, sabaherkenden Petersburg’a gitmişti. (Ortalık

aydınlanmadan Lebedev de ufak tefek birtakımişleri için gitmişti.) Ama prensin asıl beklediği, ogün kesinlikle uğraması gereken GavrilaArdalionoviç’ti.Gavrila Ardalionoviç yemekten hemen sonra,saat yediye doğru geldi. Onu görür görmezşöyle düşündü prens: “Çok şeyi biliyor buadam! Varvara Ardalionovna ve kocası gibiyardımcıları varken bilmez olur mu?” Amaprens ile Gavrila Ardalionoviç arasında özel birilişki vardı. Örneğin, Burdovskiy işini onavermişti prens, ondan özellikle rica etmişti buişle ilgilenmesini. Ne var ki onun bu güvenineve aralarında daha önce geçmiş birçok olayakarşın, sanki ikisinin karşılıklı konuşmamayakarar verdikleri bazı şeyler vardı. Prens kimizaman Gavrila’nın ona dostça, içten duygularbeslediğini düşünüyordu. Sözgelimi, Gavrilaşimdi içeri girdiği anda prens, onun, aralarındakibuzları eritme zamanının geldiğine inandığınıdüşünmüştü. (Oysa acelesi vardı GavrilaArdalionoviç’in; kız kardeşi Lebedev’inbölümünde bekliyordu onu. İkisi bir iş için biryere gideceklerdi.)

Öte yandan, Gavrila kendisine sabırsız sorularsorulacağını, elde olmayan itiraflarda bulunmak,dostça açıklamalar yapmak zorunda kalacağınıbekliyordu kuşkusuz, ama çok yanılıyordu.Yirmi dakika süren ziyareti süresince prens sonderece düşünceli, neredeyse dalgındı. Beklenensorular veya daha doğrusu Gavrila’nın beklediğien önemli soru sorulmamıştı kendisine. O zamanGavrila da fazla açılmadan konuşmaya kararverdi. Yirmi dakika hiç durmadan konuştu,güldü; sevimli, hoş, neşeli şeyler söyledi, amaasıl önemli olan konuya hiç değinmedi.Gavrila bu arada Nastasya Filippovna’nınancak dört gündür Pavlovsk’ta olmasına karşın,herkesin ilgisini çekmeyi başardığını anlattı.Matroskiy Sokağı’nda Darya Alekseyevna’nınküçük, pek gösterişsiz evinde kalıyormuş, amakupa arabasının Pavlovsk’ta bir eşi dahayokmuş. Çevresinde yaşlılardan, gençlerdenoluşan bir âşıklar kalabalığı varmış. Kupaarabasına kimi zaman atlılar eşlik ediyormuş.Nastasya Filippovna eskiden olduğu gibi, eş dostkonusunda yine çok seçiciymiş, herkesinkendisine yaklaşmasına izin vermiyormuş. Ama

yine de büyük bir kalabalık varmış çevresinde,gerektiğinde onu koruyacak ahbapları daçokmuş. Yazlıkçılardan bir damat adayı onunyüzünden sözlüsüyle kavga bile etmiş, yaşlı birgeneral neredeyse lanetlemiş oğlunu...Arabasıyla dolaşmaya çıktığında on altıyaşlarında, Darya Alekseyevna’nın uzaktanakrabası son derece güzel bir kızı yanından hiçayırmıyormuş. Çok güzel şarkı söylüyormuş kız.Öyle ki akşamları küçük evleri konuklarla doluptaşıyormuş. Bununla birlikte davranışlarında sonderece ağırbaşlıymış Nastasya Filippovna.Giyinişi aşırı gösterişli değilmiş, ama olağanüstüzevkliymiş, öyle ki Pavlovsk’ta bütün kadınlaronun “zevkini de, güzelliğini de, arabasını da”kıskanıyormuş.Gavrila sürdürüyordu konuşmasını:— Dün akşamki garip olay elbette öncedenplanlanmıştı ve bu nedenle elbetteönemsenmemelidir. Nastasya Filippovna’yı birşeyle suçlamak için ya arayıp bir şeyler bulmakya da iftira atmak gerekir, hem de acele...Gavrila bu arada prensin ona “dün akşamki

olayın neden önceden planlanmış olduğunu,neden acele etmek gerektiğini” soracağınıdüşündüğü için sözünü heyecanla bitirmişti.Ama prens bir şey sormadı.Gavrila, Yevgeniy Pavloviç konusunu daherhangi bir soru sorulmadan, yinekendiliğinden açtı. Bu da çok tuhaftı, çünküdurup dururken, ortada herhangi bir nedenyokken söz etmeye başlamıştı YevgeniyPavloviç’ten. Gavrila Ardalionoviç’e göreYevgeniy Pavloviç tanımıyordu NastasyaFilippovna’yı. Yeni yeni tanımaya başlamıştıonu. O da dört gün önce kupa arabasıyladolaşmaya çıktığında biri tanıştırmıştı onuNastasya Filippovna ile, ayrıca belki bir kez debaşka birileriyle evine gitmişti. Borç senetlerinegelince, bu da olasıydı (hatta kesin biliyordubunu Gavrila); elbette büyük bir servetinsahibiydi Yevgeniy Pavloviç, ama “mülklerininişlerinde biraz düzensizlik vardı”. Bu ilginçkonuyu birden kapadı Gavrila. NastasyaFilippovna’nın dün akşamki çıkışından (lafarasında kısaca değindiğinden başka) tek sözcükolsun etmedi.

Bir süre sonra Varvara Ardalionovna,Gavrila’yı almaya geldi, bir dakika kaldı, (yineprens bir şey sormadan) Yevgeniy Pavloviç’in ogün, belki yarın da Petersburg’da olacağını,kocasının (İvan Petroviç Ptitsın’ın) da YevgeniyPavloviç’in işi için Petersburg’a gittiğini, oradabelki bir şeyler olabileceğini söyledi. Giderkende Lizaveta Prokofyevna’nın sinirlerinin bugünçok bozuk olduğunu, en kötüsü de Aglaya’nınailede herkesle (yalnızca babasıyla değil,ablalarıyla da) bozuştuğunu, “bunun ise daha dakötü olduğunu” söyledi. Kız kardeş, ağabey(prens için aşırı derecede önemli) bu sonhaberleri verdikten sonra gittiler. Gavrila,“Pavlişçev’in oğlu” konusunda da tek sözcüksöylememişti. Belki göstermelikalçakgönüllüğünden yapmıştı bunu, belki de“prense acıdığından”. Ama prens yine de işititizlikle sonuçlandırdığı için bir kez dahateşekkür etti ona.Sonunda yalnız kalabildiğine sevinmişti prens.Verandadan indi, yolun karşısına geçip parkagirdi. Düşünmek, atacağı bir adımın kararınıvermek istiyordu. Ama bu “adım” düşünülerek

atılan adımlardan değil, özellikle düşünülmeden,doğrudan karar verilen adımlardandı: Birdenburada her şeyi bırakıp geldiği yere dönmek,hatta çok uzak, ıssız bir yerlere gitmek, hemen oanda gitmek, hem hiç kimseyle vedalaşmadangitmek için önüne geçilmez bir istek duymayabaşlamıştı. Birkaç gün daha olsun buradakalırsa, bu dünyaya bir daha çıkamayacakbiçimde girmiş olacağını, bu dünyanın onundünyası olacağını hissediyordu. Ama daha ondakika düşünmemişti ki, buradan ayrılmasının“imkânsız” olduğuna, bunun bir çeşityüreksizlik olacağına, önünde onu tüm gücünükullanarak çözmek zorunda olduğu, hattabundan kaçma hakkının olmadığı sorunlarınbulunduğuna karar vermişti. Parkta daha on beşdakika dolaşmamıştı ki, böyle düşünerek evedöndü. O anda son derece mutsuz hissediyordukendini.Lebedev hâlâ evde yoktu. Öyle ki dertleşmek,içindeki bazı şeyleri anlatmak isteyen Kellerakşama doğru prensin odasına dalmıştı. Sarhoşdeğildi. Prense hayatını anlatmak amacıylayanına geldiğini, sırf bunun için de Petersburg’a

dönmediğini, Pavlovsk’ta kaldığını söyledi.Prensin onu yanından uzaklaştırmasının enküçük bir olanağı yoktu: Kesinlikle gitmezdi...Uzun uzun, karmakarışık konuşmaya başladıKeller, ama daha konuşmasının başında sonunaatladı ve (“Tanrı’ya inancını yitirdiği için”)bütün ahlak değerlerini yitirdiğini, hırsızlık bileyaptığını söyledi.— Bunu düşünebiliyor musunuz prens?— Beni dinleyin Keller, dedi prens, sizinyerinizde olsaydım, ortada bir neden yokkenaçıklamazdım bunu. Ayrıca böyle konuşurken,yanılmıyorsam, kendinize iftira da ediyorsunuz.— Yalnızca size açıyorum bunu, sırf kişiselgelişimime yardımı olsun diye... Sizden başkakimseye anlatmam. Bu sırrım benimle birliktemezara girecek! Ama bilseydiniz prens,günümüzde para sahibi olmanın ne kadar zorolduğunu bilseydiniz... Öyleyse sorarım sizeprens, nasıl para sahibi olabilir insan? Tek yoluvardır bunun: “Altın, elmas getir, karşılığındapara verelim size,” yani bende olmayan şeyleriistiyorlar benden, düşünebiliyor musunuz?

Sonunda tepem attı, bir süre bekledikten sonra“Zümrüt karşılığında da verir misiniz?” diyesordum. “Evet, zümrüt karşılığında veririz,”dediler. “Çok güzel!” dedim, şapkamı alıpçıktım. “Kahrolasıcalar!” dedim. Aşağılıkadamlar! Gerçekten de öyle!— Gerçekten var mıydı sizde zümrüt?— Ne gezer! Ah prens, dünyaya ne temiz,aydınlık, masum gözlerle, nasıl desem, bir çobangibi bakıyorsunuz!Prens sonunda acıma değil de, üzüntü duyargibi oldu. Hatta şöyle bir şey geldi aklına:“Birinin olumlu etkisiyle bu adamdan iyi birinsan yaratmanın olanağı yok mudur acaba?”Birkaç nedenle kendisinin bu konuda yararlıolamayacağını düşünüyordu. Ama kendiniküçük gördüğünden değil, bazı konulardadeğişik görüşleri olduğu için böyledüşünüyordu. Sohbetleri giderek koyulaştı, öyleki birbirinden ayrılmak istemiyorlardı artık.Keller alışılmadık bir istekle, insanın kolay kolayanlatılabileceğine inanamayacağı şeyleranlatıyordu. Yeni bir öyküsüne başlarken, bu

yaptıklarına çok pişman olduğunu, içinin “kanağladığını” söylüyor, öte yandan yaptıklarındangurur duyuyor gibi, aynı zamanda kimi kezkomik bir biçimde (öyle ki kendi de, prens dekahkahalarla ve nihayet deliler gibi gülüyorlardı)anlatıyordu.Sonunda şöyle dedi prens:— Önemli olan şu ki, çocukça bir güven veolağanüstü bir doğruculuk var sizde. Yalnızcabu özellikleriniz nedeniyle çoğu şeyinizinbağışlanabileceğini biliyor musunuz?Keller duygulanmıştı.— Mert biriyim ben efendim, dedi, mert, birşövalye gibi mert biriyim! Ama biliyor musunuzprens, bütün bunlar hayal dünyamda benim,hepsi gösteriş için, hiçbirinigerçekleştiremiyorum! Neden öyle olduğunuanlayamıyorum.— Umutsuzluğa kapılmayın. Şimdi inanarakşunu söyleyebilirim size, içinizde ne var ne yok,hepsini anlattınız bana, en azından bu

anlattıklarınıza ekleyeceğiniz başka bir şeykalmadı gibi geliyor bana. Sizce de öyle değilmi?Keller pek üzgün,— Kalmadı mı?! diye yükseltti sesini. Ahprens, hâlâ bir İsviçreli gibi görüyorsunuzinsanları.Prens ürkek bir şaşkınlıkla sordu:— Anlatacağınız başka şeyler daha mı var?Söyler misiniz Keller, benden beklediğiniz nedirsizin? Söyleyin lütfen, neden anlattınız banabütün bunları?— Sizden mi? Ne mi bekliyorum? Önce sizintemiz yürekliliğinizi görmek çok hoş. Sizinleoturup sohbet etmek çok güzel. Hiç değilse,karşımdaki insanın soylu, erdemli biri olduğunubiliyorum; sonra da... sonra...Sözünün sonunu getiremedi Keller.Prens son derece ciddi, sade, hatta biraztedirgin, Keller’in sözünün sonunu getirdi:

— Belki de para isteyecektiniz?Birden şöyle bir doğruldu Keller, çabucak,önceki şaşkınlığıyla baktı prensin gözlerininiçine, yumruğunu hızla indirdi masaya.— İşte böyle pusulasını şaşırtıyorsunuzinsanın! İnsaf edin prens: Böyle bir saflık,böylesine bir temiz yüreklilik insanlığın altınçağında bile görülmüş, duyulmuş şey değildir.Ansızın derin bir psikolojik gözlem gücüyle okgibi giriyorsunuz insanın ruhuna. Ama izninizleprens, bunun açıklığa kavuşturulması gerekir,çünkü ben... ben şaşkın bir durumdayım!Doğrusunu isterseniz, asıl amacım sizden paraistemekti, ama sizden para isteyipistemeyeceğimi, bunda ayıplanacak bir şeyyokmuş, bunu son derece olağanbuluyormuşsunuz gibi sordunuz ki...— Evet... sizin açınızdan gerçekten de olağanbu.— Peki, bu yüzden kızmadınız mı bana?— İyi ama... neden kızayım?

— Bakın prens, dünden beri burada kalmamınnedeni önce, Fransız Başpiskopos Burdalu’yaolan büyük saygımdandır, gece saat üçe kadarLebedev’le üç şişe devirdik.[29] Kalmamınikinci ve en önemli nedeni ise (yemin ederim,doğru söylüyorum!) bütün günahlarımı sizeaçıkyüreklilikle açmak, böylece kişiselgelişimime katkıda bulunmaktı. Böyle şeylerdüşünerek sabah dörde kadar uyuyamadım,gözyaşı döktüm. Bu dürüst insanın anlattıklarınainanıyor musunuz şimdi? Büyük bir içtenlikleiçime de, dışarı da gözyaşlarımı dökerek uykuyadalıyorken (hüngür hüngür ağlıyordum,hatırlıyorum bunu!) şeytanca bir şey geldiaklıma: “Her şeyi itiraf ettikten sonra biraz paraistesem ondan, nasıl olur acaba?” O zaman biritiraflar listesi hazırladım, yani bir çeşit “gözyaşısoslu fenezerf”,[30] bu gözyaşlarımla siziyumuşatacak, bana yüz elli rublecik vermenizisağlayacaktım. Sizce bir alçaklık değil mi bu?— Sanırım iyi bir şey değil bu; yani iki farklıdüşünceyi bir araya getirip karıştırmak. İki farklıdüşüncenin bir araya gelmesi çok görülen bir

durumdur. Hele bende çok sık olur bu. Ne var kibunun iyi bir şey olmadığı kanısındayım. Ayrıcabiliyor musunuz Keller, bu konuda daha çokkendimi suçluyorum ben. Şu anda bana benianlattınız sanki. (Prens son derece ciddi, içten,aşırı ilgili konuşuyordu.) Hatta kimi zamanbütün insanların benim gibi olduğunudüşündüğüm olur, o zaman kendime hakvermeye başlarım, çünkü bu ikili düşünceylemücadele etmek çok zordur; çok yaşadım bunu.Bu düşüncelerin insanın aklına nasıl geldiğini,içinde nasıl yer ettiğini ancak Tanrı bilir. Amasiz bunun doğrudan doğruya alçaklık olduğunusöylüyorsunuz! Şimdi tekrar korkmaya başladımbu düşüncelerden. Aslında ben yargılayamamsizi. Ama kim ne derse desin, bana sorarsanız,sizin dediğiniz gibi alçaklık denemez buna, öyledeğil mi? Kurnazlık edip benden parakoparmaya çalıştınız, bir yandan daitiraflarınızın başka bir niyeti, iyi niyeti dahaolduğuna, tek amacınızın para koparmakolmadığına yemin ediyorsunuz. Paraya gelince,eğlenmek için gerekli size para, yanılıyormuyum? Böylesine bir itiraftan sonra elbette

küçüklüktür bu... Öte yandan, ha deyinceeğlenceden vazgeçmek de olmaz kuşkusuz,değil mi? Olmaz elbette. Ne yapacaksınız ozaman? Öyleyse kendi vicdanınızabırakacaksınız her şeyi, öyle değil mi?Prens, Kellerin yüzüne büyük bir meraklabakıyordu. İkili düşünceler besbelli uzunzamandır düşündürüyordu onu.Birden haykırdı Keller:— Nasıl oluyor da budala diyorlar size, aklımalmıyor!Prensin yüzü hafifçe kızardı.— Şu Vaiz Burdalu bağışlamazdı insanları,ama siz bağışladınız ve insanca yargıladınızbeni! Bu davranışınızın beni ne denliduygulandırdığını göstermek için ben dekendimi cezalandırıyorum, yüz elli rubleistemiyorum sizden, yirmi beş ruble verin, yeter!İki hafta için bu kadarı yeter bana. İki haftadanönce bir daha para için gelmeyeceğim yanınıza.Agaşka’yı şımartmak istiyorum biraz, aslında

buna değmez ama... Ah sevgili prens, Tanrıiyilikler versin size!Eve yeni dönen Lebedev sonunda odaya girdi,Keller’in elinde yirmi beş rublelik banknotugörünce yüzünü buruşturdu. Paraya kavuşanKeller hemen sıvışıp gitti. Keller çıkar çıkmazLebedev çekiştirmeye başladı onu.Prens bir süre onu dinledikten sonra,— İnsafsızlık ediyorsunuz, dedi, yaptıklarınaiçtenlikle pişman.— Pişmanmış! Dün akşam benim “Alçağım,alçağım!” dememden ne farkı var bunun? Hepsiboş laf!— Demek laf olsun diye söylüyordunuz bunu?Ben de sanmıştım ki...— Bakın, yalnızca size söyleyeceğim gerçeği,çünkü insanın ruhunu okuyorsunuz: Benimiçimde boş laf da, iş de, yalan da, gerçek dehepsi bir aradadır. Hem de bütün içtenpişmanlığımla... İster inanın, ister inanmayın,işte yemin ediyorum size, insanın karşısındakini

aldatmak için gözyaşlarıyla, pişmanlıknumaralarıyla birlikte söz ve yalan şeytanca(hem de tam şeytanca) bir düşüncede birleşirler!Yemin ederim öyle! Başka birine söylemembunu, çünkü ya gülerler ya da yüzümetükürürler. Ama siz, prens, insancayargılıyorsunuz.— Biraz önce o da aynı şeyi söyledi! diyehaykırdı prens. İkiniz de bununlaövünüyorsunuz sanki! Şaşırtıyorsunuz bile beni,ama Keller’in sözleri sizinkilerden daha biriçtendi sanki. Sizse bu işi meslek edinmişgibisiniz. Ama yeter artık, somurtmayınLebedev, elinizi kalbinizin üzerine de koymayın.Bana bir şey söylemeyecek misiniz? Boşunagelmiş olamazsınız odama...Lebedev ezilip büzüldü, kırıttı. Prens,— Bir şey sormak için bütün gün bekledimsizi, dedi. Hayatınızda bir kez olsun doğrucagerçeği söyleyin: Dün akşamki kupa arabasıolayında az veya çok bir parmağınız var mıydı?Lebedev tekrar ezilip büzüldü, kıkır kıkır

gülmeye başladı, ellerini ovuşturdu, sonundahapşırdı bile, ama hâlâ bir şey söylemeye kararveremiyordu.— Anladım, varmış.— Ama dolaylı olarak, yalnızca dolaylı olarak!Doğru söylüyorum! O hanıma... yalnızca, bugece evimde konukların toplandığı, aralarındada falanca kişilerin olduğu haberini ilettim, hepsio kadar.— Oğlunuzu oraya yolladığınızı biliyorum,biraz önce kendisi söyledi bunu bana.(Sabırsızlıkla yükseltti sesini prens:) Peki ama,ne biçim bir oyundur bu?— Benim oyunum değil, dedi Lebedev, benimoyunum değil! Başkalarının bir oyunu varortada, hem oyundan çok bir fantezi...— Peki ama, işin aslı nedir? Tanrı aşkınasöyleyin! Bunun doğrudan bana dokunduğununfarkında değil misiniz yoksa? Öyle ya, YevgeniyPavloviç’e kara çalınmaya çalışılıyor burada!— Prens! (Lebedev ezilip büzülmeye

başlamıştı yine.) Çok sayın prens! Ama ne olupbittiğini anlatmama izin vermiyorsunuz.Anlatmaya kalktım size, hem bir kez de değil,ama konuşmama izin vermediniz...Prens sustu, bir süre düşündükten sonra,besbelli kendini zorlayarak ağır ağır,— Pekâlâ, dedi.Hemen başladı Lebedev:— Aglaya İvanovna...Çıldırmış gibi bağırdı prens:— Susun! Susun! (Öfkeden, belki de utançtanyüzü kıpkırmızı olmuştu.) Olamaz! Saçma!Hepsini kendiniz uydurdunuz, ya da sizin gibideliler! Ondan söz ettiğinizi duymayayım birdaha!Akşam geç vakit, saat on bire doğru Kolyageldi. Bir sürü haber getirmişti. İki yandandıhaberler: Petersburg ve Pavlovsk. Önce önemliPetersburg haberlerinden başlayacak oldu (dahaçok İppolit’le, dünkü olayla ilgili haberlerdi

bunlar), ama bu haberlere daha sonra tekrardönmek üzere hemen Pavlovsk haberlerinegeçti. Petersburg’dan üç saat önce dönmüş veprensin yanına uğramadan, doğru Yepançinler’egitmişti. “Felaketti orası!” Anlaşılacağı üzere, önplanda kupa arabası vardı. Ayrıca Kolya’nın da,prensin de anlayamadığı bir şeylerin dahaolduğu belliydi. “Elbette kimseye bir şeysormadım, ne olduğunu öğrenmeye çalışmadım.Aslında çok iyi karşıladılar beni, o kadarınıbeklemiyordum bile, ama sizden tek sözcüketmediler prens!” İşin en ilginç yanı daAglaya’nın Gavrila için evdekilerin hepsiylekavgalı olmasıydı. Konunun ne olduğu bellideğildi, ama nedenin Gavrila olduğu ortadaydı(düşünebiliyor musunuz?!). Herkes çok gergin,demek önemli bir sorun vardı ortada. Generaleve geç geldi. Suratı asıktı, yanında YevgeniyPavloviç vardı. Yevgeniy Pavloviç’i çok iyikarşıladılar. Yüzü gülüyordu YevgeniyPavloviç’in, neşesi yerindeydi. En önemli haberde Lizaveta Prokofyevna’nın son derece sakin,bağırıp çağırmadan, kızların odasında oturmaktaolan Varvara Ardalionovna’yı yanına çağırması

ve son derece kibar tavırlarla bir dahagelmemesini söyleyerek onu evden kovmasıydı.“Varvara’nın kendisinden duydum bunu.” AmaVarvara, Lizaveta Prokofyevna’nın odasındançıkıp kızlarla vedalaşmak için yanlarınagirdiğinde kızlar onun evden bir daha gelmemeküzere kovulduğunu, onlarla son kezvedalaştığını bilmiyorlardı bile.Prens şaşırmıştı.— Ama Varvara Ardalionovna saat yedideburadaydı, dedi.— Zaten yedi buçukta veya sekizde kovmuşlaronu. Varvara için çok üzüldüm, Gavrila içinde... Hiç kuşkusuz ikisinin de işi gücü entrikadır.Entrika çevirmeden yapamazlar. Kafalarındaneler kurduklarını hiçbir zamananlayamamışımdır, böyle bir şeyi istediğim deyok zaten... Ama inanın sevgili, iyi yürekliprensim benim, Gavrila kalpsiz değildir. Birçokbakımdan kayıp bir insandır elbette, ne var kibirçok bakımdan da özellikleri araştırılıp ortayaçıkarılması gereken biridir. Onu daha önceanlayamadığım için hiçbir zaman

affetmeyeceğim kendimi... Varvara olayındansonra Yepançinler’e gidip gelmeye devametmem gerekir mi, bilemiyorum. Evet, baştanberi bağımsız bir konumum var orada, ama yinede bunu düşünmem gerekiyor.Prens,— Ağabeyiniz için boşuna üzülüyorsunuz,dedi. Olay buraya kadar vardıysa, demekLizaveta Prokofyevna’nın gözünde artıktehlikelidir Gavrila Ardalionoviç. Anlaşılan,Gavrila’nın bilinen umutları destek buluyor...Kolya şaşkınlık içinde,— Nasıl? Hangi umutlarından sözediyorsunuz? diye haykırdı. Yoksa sizAglaya’nın... olacak şey değil bu!Prens susuyordu.Kolya iki dakika sonra ekledi:— Korkunç derecede şüpheci birisiniz sizprens. Farkındayım, bir süredir çok şüpheci olupçıktınız: Hiçbir şeye inanmıyorsunuz, durmadan

kafanızda bir şeyler kuruyorsunuz... Sahi,“şüpheci” sözcüğünü yerinde kullandım mıdersiniz?— Gerçi ben de kesin bilmiyorum ama,sanırım yerinde kullandınız.Birden haykırdı Kolya:— Ama “şüpheci” sözcüğünü geri alıyorum,onun yerine başka bir sözcük buldum... Şüphecideğilsiniz siz, kıskançsınız! Şu malum gururlukızı Gavrila’dan kıskanıyorsunuz!Kolya böyle söyledikten sonra ayağa fırladı, ogüne dek hiç gülmediği gibi, kahkahalarlagülmeye başladı. Prensin kıpkırmızı kesildiğinigörünce bu kez daha çok gülmeye başladı.Prensin Aglaya’yı kıskandığı düşüncesi müthişhoşuna gitmişti. Ama onun gerçektenüzüldüğünü fark edince birden kesti gülmeyi.Sonra bir veya bir buçuk saat kadar konuştular.İkisi de son derece ciddi, kaygılıydı.Prens ertesi gün bütün öğleden öncesiniertelenemez bir iş için Petersburg’da geçirdi.

Öğleden sonra saat beşe doğru Pavlovsk’adönerken tren istasyonunda İvan Fyodoroviç’lekarşılaştı. General hemen koluna yapıştı prensin,bir şeyden çekiniyormuş gibi çevresinebakınarak, birlikte yolculuk etmeleri için birincimevki vagonuna götürdü. Çok önemli birkonuda prensle konuşmak için sabırsızlandığıbelliydi.— Önce sevgili prens, bana kızma, bir hatamolduysa bağışla... Dün uğrayacaktım sana, amaLizaveta Prokofyevna’nın bunu nasılkarşılayacağını bilemediğim için... Bizim ev...tam bir cehennem. Gizemli Sfenks öyleceduruyor, bir değişiklik yok... bense ne olupbittiğini anlayamadan dolanıp duruyorumortalarda. Sana gelince, birçok şey seninyüzünden çıkmış olsa da, bence aramızda en azsuçlu olan sensin. Bak prens, iyilik yapmak hoşbir şeydir, ama aşırıya kaçmayacaksın. Sanırımbunun acı meyvesini tatmışsındır. İyilik yapmayıben de severim, Lizaveta Prokofyevna’ya dabüyük saygım vardır, ancak...Böyle uzun uzun konuştu general, ama

konuşması şaşırtıcı derecede karışıktı. Hiçanlayamadığı bir şeyden ötürü aşırı derecedesarsılmış, üzgün görünüyordu.Sonunda daha bir anlaşılır konuşmayabaşlamıştı:— Senin bu işle hiç ilgin olmadığından enküçük bir kuşkum yok, ama yine de bir sürebizim eve gelmesen iyi edersin, ileride rüzgâryön değiştirinceye kadar, dostça rica ediyorumbunu senden. Yevgeniy Pavloviç’e gelince(birden heyecanla sesini yükseltmişti), baştansona anlamsız bir iftiradır bu. İftiranın iftirası!Kara çalmak amaçları, entrika... istedikleri, herşeyi bozmak, bizi birbirimize düşürmek... Bakprens, kulağına söylüyorum bunu: YevgeniyPavloviç’le aramızda tek sözcük konuşmuşdeğiliz. Anlıyor musun? Hiçbir bağlayıcısözümüz olmadı. Ne var ki böyle bir şey olabilir,hem yakın bir zamanda, hatta çok yakın birzamanda! Tüm bunlar da buna zarar veriyor!Peki ama, neden? Anlayamıyorum! Şaşılası birkadın, eksantrik! Öyle çok korkuyorum kiondan, geceleri uyku girmiyor gözüme. O ne

kupa arabasıydı öyle! Bembeyaz atlar!Fransızların deyimiyle basbayağı fiyakalıydı!Acaba kime yönelikti onun bu hareketi? Öncekigün Yevgeniy Pavloviç’in günahını aldım. Amagörünen o ki böyle bir şey olamazmış, olamazsa,ne diye işi bozmak istiyor, amacı ne? Aklımınalmadığı bu işte! Bunu anlayamıyorum!Yevgeniy Pavloviç’i kendine saklamak mıistiyor acaba? Ama tekrar söylüyorum sana,yemin ederim, Yevgeniy Pavloviç tanışmıyorbile onunla, o senetler de uydurma! Bir desokağın karşısından küstahça sen diye sesleniyorona! Tam bir komplo! Olay ortada, nefretle,küçümseyerek kulak asmamalıyız söylenenlereve Yevgeniy Pavloviç’e bir kat daha saygıgöstermeliyiz. Lizaveta Prokofyevna’ya da aynışeyi söyledim. Şimdi en içten düşüncemi de sanaaçacağım: Onun bunu bana olan kişiselhıncından yaptığına inanıyorum. Anlarsın ya,geçmişin öcünü almak istiyor, oysa hiçbirzaman, hiçbir şey için suçlu değilim ona karşı.Aklıma geldikçe bile yüzüm kıpkırmızı oluyor.Şimdi yine çıktı işte karşıma, temelli çıktıhayatımdan diye düşünüyordum. Şu Rogojin

nerede oturuyor, söyler misiniz bana lütfen?Onun uzun zaman önce Bayan Rogojinaolduğunu sanıyordum...Sözün kısası, general iyice çileden çıkmıştı.Yaklaşık bir saatlik yol boyunca yalnızca okonuştu, sorular sordu, cevaplarını kendi verdi,sık sık prensin elini tuttu ve sonunda onu hiçdeğilse bir şeye, kendisinden kuşkulanmadığınainandırdı. Prens için bu çok önemliydi. Generalsonunda sözü Yevgeniy Pavloviç’inPetersburg’da bir devlet dairesinin amiri olan özamcasına getirdi. “Yetmiş yaşlarında önemli birmevkide, eğlenceye, yemeye içmeye düşkün,gözü doymaz bir ihtiyardır... Ha-ha! NastasyaFilippovna’nın ününü duyduğunu, hatta yanınasokulduğunu duydum. Bugün bir ara uğradımona, ama hastaymış, görüşemedik. Ama çokvarlıklı biri, hem de çok, önemli bir mevkide,ayrıca... Tanrı uzun ömür versin ona, amaserveti Yevgeniy Pavloviç’e kalacak tabii...Evet, evet... ama yine de korkuyorum! Nedenkorktuğumu da bildiğim yok. Havada yarasagibi bir şey uçuşup duruyor. Bir felaketgetirecek sanki, çok korkuyorum,

korkuyorum!..”Ve nihayet, yukarıda söylediğimiz gibi, PrensLev Nikolayeviç ile Yepançinler ancak üçüncügün barıştı.

XIIÖğleden sonra saat yedi sularıydı. Prens parkaçıkmaya hazırlanıyordu. Birden LizavetaProkofyevna girdi verandadan. Yalnızdı.— Birincisi, sakın senden özür dilemeyegeldiğimi sanma, diye başladı. Asla! Bütün suçsende.Prens sesini çıkarmadı.— Söyle, suçlu musun, değil misin?— Siz ne kadar suçluysanız, ben de o kadarsuçluyum. Bununla birlikte ne ben, ne de sizbilerek bir suç işledik. Önceki gün suçluhissediyordum kendimi, ama şimdi düşündüm,hiç de öyle değilmiş.— Demek öyle! Pekâlâ, otur ve beni dinle.Ayakta durmak niyetinde değilim çünkü.Birlikte oturdular.— İkincisi: O kötü çocuklardan tek sözcüketme bana! Burada oturup on dakika

konuşacağım seninle. Durumu öğrenmek içingeldim. (Tanrı bilir, buraya gelişimle ilgili nelerdüşünüyorsundur?) O küstah çocuklarla ilgiliağzından tek sözcük çıkarsa hemen kalkıpgiderim, bir daha da görüşmem seninle.— Tamam, dedi prens.— İzninle sorayım sana şimdi: İki veya ikibuçuk ay önce, paskalyaya yakın günlerdeAglaya’ya bir mektup yazdın mı sen?— Ya-yazdım.— Ne amaçla? Neler yazıyordu o mektupta?Göster bana o mektubu!Lizaveta Prokofyevna’nın gözleri ateş saçıyor,sabırsızlığından neredeyse her yanı titriyordu.Prens şaşkın bir durumdaydı, çok korkmuştu.— Mektup bende değil, dedi, yırtıp atmadıysa,Aglaya İvanovna’dadır...— Numara yapma! Ne yazmıştın o mektupta?— Numara yapmıyorum, korktuğum bir şey de

yok... Böyle bir mektup yazmama bir engelgöremiyorum...— Sus! Sonra konuşursun. Neler yazmıştın omektupta? Neden kızardı yüzün?Prens susuyordu.— Neler düşündüğünüzü bilemiyorumLizaveta Prokofyevna. Anladığım kadarıyla, bumektubumdan hiç hoşlanmamışsınız. Kabuledersiniz ki, böyle bir soruya cevapvermeyebilirdim; ama o mektubu yazmışolduğum için korkmadığımı, pişman daolmadığımı, yüzümün de hiç mi hiçkızarmadığını (öncekinden neredeyse bir katdaha kızarmıştı prensin yüzü) göstermek içinokuyacağım size o mektubu, çünkü sanırımezbere biliyorum neler yazdığımı.Prens böyle dedikten sonra ezbere, neredeysesözcüğü sözcüğüne tekrarladı mektubu.Lizaveta Prokofyevna mektubu sonuna kadarbüyük bir dikkatle dinledikten sonra sert birtavırla,

— Ne saçmalık ama! dedi. Senin için neanlamı var bu saçmalığın?— Ben de tam olarak bilemiyorum. Bildiğimtek şey, onu yazarken içten olduğumdur.Yaşamı dolu dolu yaşadığım, içimin umutlarladolu olduğu dakikalarım oluyordu orada.— Nasıl umutlarla?— Açıklaması zor, ama sanırım sizin şu andadüşündüğünüzden başka umutlarla... Yanikısacası, gelecekteki mutluluğa ve belki deorada bir yabancı, bir başkası olmayacağımadair umutlarla... Yurdumu birden çok sevmeyebaşlamıştım. Güneşli bir günün sabahı kalemielime aldım ve bir mektup yazdım ona. Nedenona... bilmiyorum. İnsan bazen yanında birarkadaş olsun ister... (Bir süre sustuktan sonraekledi prens:) Ben de öyle bir şey hissetmişolacağım.— Âşık mısın yoksa?— Hayır... Ben... kız kardeşime yazar gibiyazdım ona o mektubu. Altına da “kardeşiniz”

diye imza attım zaten.— Hım... demek özellikle... Anlıyorum.— Bu tür sorularınıza karşılık vermektezorlanıyorum Lizaveta Prokofyevna.— Zorlandığının farkındayım, ama zorlanmanhiç ilgilendirmiyor beni. Bak ne diyeceğim,Tanrı’nın önündeymişsin gibi, doğru söyle:Bana yalan söylemiyorsun değil mi?— Hayır, söylemiyorum.— Âşık olmadığın da doğru, değil mi?— Sanırım doğru.— Ah sen! “sanıyormuş”! Mektubu o çocukmu götürdü?— Nikolay Ardalionoviç’ten rica ettim...Lizaveta Prokofyevna hararetle kesti prensinsözünü:— Çocuk! Çocuk işte! Nikolay Ardalionoviçdiye birini tanımıyorum ben! Çocuk işte!

— Nikolay Ardalionoviç...— Çocuk diyorum sana!Prens oldukça sakin olsa da, sert bir tavırlakarşılık verdi:— Hayır, Nikolay Ardalionoviç çocukdeğildir...— Pekâlâ canım, tamam! Bunu sonrakonuşuruz.Lizaveta Prokofyevna heyecanını bastırıp birsoluk aldı.— Peki, şu “zavallı şövalye” ne oluyor?— Hiç bilmiyorum. Benim haberim yokbundan. Bir şaka olsa gerek.— Her şeyi birden öğrenmek çok hoş! Amanasıl oldu da sana ilgi duymaya başladı,anlayamadım... Oysa “biçimsiz şey”, “budala”diyordu senin için.Prens neredeyse fısıldayarak, sitemli,

— Bunu bana söylemeyebilirdiniz, dedi.— Kızma. Başına buyruk, çılgın, şımarık birkızdır Aglaya. Sevince bağırıp çağırmaya başlarsevdiğine, gözlerinin içine bakarak alay ederonunla. Küçükken ben de öyleydim. Ancaksakın havalara gireyim deme canım, senindeğildir o... Buna inanmak istemiyorum, öyle birşey hiçbir zaman da olmayacak! Öncedenönlemini alasın, hazırlıklı olasın diyesöylüyorum bunu sana. Bana bak, o kadınla evlideğilsin ya?..Prens şaşkınlığından neredeyse hopladıyerinden.— Lizaveta Prokofyevna, neler söylüyorsunuzöyle, insaf edin?— Öyle ama, az kalsın evleniyordun, değil mi?Prens başını önüne eğip,— Evet, neredeyse evlenecektim, diyemırıldandı.— Evlenmeyi düşündüğüne göre, âşık mıydın

ona? Şimdi de onunla evlenmek için mi geldinburaya? Şu...— Evlenmek için gelmedim, dedi prens.— Dünyada senin için kutsal bir şey var mıdır?— Var.— Buraya o kadınla evlenmek içingelmediğine o kutsal şeyin üzerine yemin etbana.— İstediğiniz her şeyin üzerine yemin ederim!— İnandım. Öp beni bakayım... Nihayet rahatbir soluk alabildim. Ama şunu bilesin: Sevmiyorseni Aglaya, önlemini al, ben yaşadığım süreceasla evlenmeyecektir seninle! Duydun mu beni?— Duydum.Prensin yüzü öylesine kızarmıştı ki, LizavetaProkofyevna’nın yüzüne bakamıyordu.— Şunu unutma, kurtarıcı gibi bekliyordumseni (oysa değmezdin buna!), gecelerigözyaşlarımla ıslattım yastığımı... ama senin için

değil canım, merak etme, başka bir üzüntümvardı, hiç bitmeyen, her zamanki üzüntüm... Bakneden öylesine hasretle bekliyordum seni:Tanrı’nın seni bana bir dost ve kardeş gibiyolladığına hâlâ inanıyorum. KocakarıBelokonskaya’dan başka kimsem yoktu, o dagitti, zaten son yıllarda iyice bunadı, yaşlılıktankoyun gibi aptallaştı. Şimdi evet veya hayır diyecevap ver bana: O kadının dün akşam nedenöyle bağırdığını biliyor musun?— Yemin ederim, bu olayla hiçbir ilgim yokve bu konuda hiçbir şey bilmiyorum!— Bu kadarı yeter bana, inandım. Bu konudaşimdi ben de başka türlü düşünüyorum, oysadün sabah her şeyde Yevgeniy Pavloviç’isuçluyordum. Önceki gün bütün gün de, dünsabah da... Şimdi onlara hak vermemek deelimde değil: Bir şey için, bir amaçla, birnedenle, bir aptal gibi açıktan açığa alay ettileronunla (bu bile kuşku uyandıran, hiç de hoşolmayan bir şeydi!) ama ne olursa olsun, Aglayakarısı olmayacak onun, unutma bu sözümü!Yevgeniy Pavloviç istediği kadar iyi bir insan

olsun, kararım kesin! Önceleri tereddütediyordum, kararsızdım, ama kesin kararımıverdim artık: “Önce tabuta koyun beni, gömün,kızımı ondan sonra verin Yevgeniy Pavloviç’e.”İvan Fyodoroviç’e bugün böyle söyledim işte.Görüyor musun, ne kadar güveniyorum sana,görüyor musun?— Görüyorum ve anlıyorum.Prensin gözlerinin içine bakıyordu LizavetaProkofyevna. Belki de Yevgeniy Pavloviç’leilgili haberin onu nasıl etkilediğini anlamayaçalışıyordu.— Gavrila İvolgin’le ilgili bir şey biliyormusun?— Nasıl yani... çok şey biliyorum.— Aglaya ile ilişkide olduğunu duydun mu?Şaşırdı prens, irkildi bile.— Öyle bir şey duymadım. Ne diyorsunuz,Gavrila Ardalionoviç’in Aglaya İvanovna ileilişkisi mi var? Olamaz!

— Çok yeni bir şey bu. Kız kardeşi bütün kışfare gibi çalışarak bu işe bir yol açtı onun için.Prens bir süre heyecan içinde düşündüktensonra kararlı,— İnanmıyorum, dedi. Öyle bir şey olsakesinlikle haberim olurdu.— Yoksa gelip başını göğsüne dayayıpgözyaşları içinde senden özür dilemesini mibekliyordun? Ah ne saf, ne alıksın sen! Herkesaldatıyor seni, tıpkı... tıpkı... Bunuanlayamadığın için utanmıyor musun? Senienayi yerine koyduğunun farkında değil misin?Prens isteksiz, alçak sesle,— Arada bir beni aldattığını çok iyi biliyorum,dedi. Bunu benim bildiğimi de biliyor...Ama sözünün sonunu getirmedi.— Bunu biliyorsun ve yine de ona güvenduyuyorsun! Bir bu eksikti işte! Senden de bubeklenir zaten. Hey Tanrım! Ben de tutmuş neyeşaşıyorum! Sanki her zaman böyle değilmişsin

gibi! Tüh! Peki, Gavrila denen o adamla Varvaradenen o kadının Aglaya’yı Nastasya Filippovnaile görüştürdüklerini biliyor musun?— Kimi? diye haykırdı prens.— Aglaya’yı.— İnanmıyorum! Olamaz! Ne amaçla yapmışolabilirler bunu?Prens oturduğu sandalyeden ayağa fırlamıştı.— Ortada deliller var, ama ben deinanmıyorum. Başına buyruk bir kızdır Aglaya,çılgınca şeyler yapar, delidir! Hırçındır, hırçın,hırçın! Bin kez olsa, yine hırçındır, derim!Kızlarımın hepsi öyledir, şu ıslak tavukAleksandra bile... ama yuvadan uçtu artıkAleksandra. Öyle diyorum, ama buna dainanmıyorum! (Lizaveta Prokofyevna kendikendine konuşuyormuş gibi mırıldandı:) Belkide inanmak istemediğimdendir. (Birden tekrarprense döndü:) Neden gelmiyorsun bize? (Sesiniyükselterek bağırdı prense:) Tam üç gündürneden hiç uğramadın?

Prens kendince nedenleri anlatacak oldu, amaLizaveta Prokofyevna tekrar kesti sözünü:— Herkes aptal yerine koyuyor seni, aldatıyor!Dün kente gittin. Bahse girerim, o aşağılıkherifin önünde diz çöküp, on bin rubleyi kabuletmesi için yalvarmışsındır!— Hiç de öyle bir şey olmadı, aklıma bilegelmedi. Onu görmedim bile, ayrıca o aşağılıkbiri de değil. Bir mektup aldım kendisinden.— Göster bana o mektubu.Prens çantasından bir mektup çıkarıp LizavetaProkofyevna’ya uzattı. Mektupta şöyleyazıyordu:“Sayın Bayım,Kuşkusuz, insanların gözünde gurur sahibiolmaya hiç hakkı olmayan biriyim. İnsanlarındüşüncesine göre bunun için fazlasıyladeğersizim. İnsanların gözünde öyleyim, amasizin gözünüzde değil. Sayın bayım, sizinbaşkalarına benzemediğinize, onlardan çok iyiolduğunuza yürekten inanıyorum. Doktorenko

ile aynı görüşte değilim, bu konuda ondan ayrıdüşünüyorum. Sizden asla tek kapikalmayacağım, ama anneme yardım ediniz... Bubir zayıflık olsa da, size minnettar olmakzorundayım. Ne olursa olsun, ben şimdi başkabir gözle bakıyorum size ve bundan sizinhaberdar olmanızı istedim... Ayrıca bundanböyle aramızda herhangi bir ilişkinin olacağınıda sanmıyorum.Antip BurdovskiyPS. İki yüz elli rubleden eksik olan para zamaniçinde kesinlikle tarafınıza ödenecektir.”Lizaveta Prokofyevna mektubu prense doğruatıp,— Ne saçmalık! dedi. Okumaya biledeğmezmiş. Ne diye sırıtıyorsun?— Kabul edin ki, onu okumak sizin dehoşunuza gitti.— Ne demezsin! Kendini beğenmişlik kokanbu saçma şeyi mi okumak hoşuma gidecekti? O

çocukların kibirden, gurur düşkünlüğündenakıllarını yitirdiklerini görmüyor musun yoksa?— Öyle ama, yine de özür diliyor, Doktorenkoile ilişkisini kesmiş, ayrıca bunu kabul etmekonun için gururlu olduğu ölçüde değerli. Ah,Lizaveta Prokofyevna, çocuk gibisiniz!— Ne o, tokat mı yemek istiyorsun benden?— Hayır, öyle bir niyetim yok. Mektuptanhoşlandığınızı saklamaya çalıştığınız içinsöyledim öyle. Duygularınızdan niçinutanıyorsunuz? Her zaman duygulusunuzdursiz.Lizaveta Prokofyevna öfkeden yüzübembeyaz, ayağa fırladı.— Bundan böyle evime adım atayım deme!diye haykırdı. Bugünden sonra evimde görmekistemiyorum seni!— Öyle ama, üç gün sonra kendiniz gelipçağırırsınız beni... Ayıp size doğrusu! En iyiduygularınız bunlar, niçin utanıyorsunuzonlardan? Boşuna eziyet ediyorsunuz kendinize.

— Ölürüm de çağırmam! Bir daha adınıalmayacağım ağzıma! Unutacağım adını,unuttum bile!Kapıya koştu Lizaveta Prokofyevna.Arkasından seslendi prens:— Zaten yasaklanmıştı size gelmem.— Ne? Kim yasakladı bunu sana?Lizaveta Prokofyevna bir yerine iğne batmışgibi birden dönmüştü. Cevap vermekte tereddütetti prens. Yanlış yaptığının farkındaydı.Lizaveta Prokofyevna çıldırmış gibi bağırıyordu:— Kim sana yasakladı bunu?— Aglaya İvanovna...— Ne zaman? Hadi çabuk söyle!!!— Bu sabah, bir daha size gelmemem içinhaber gönderdi bana.Donup kalmış gibiydi Lizaveta Prokofyevna.Ama bir şeyler düşündüğü belliydi. Birdenbağırdı yine:


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook