Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-21 09:58:25

Description: Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Search

Read the Text Version

hemen hiçbirini yiyemiyordu. Çocukların buyakın ilgisi nedeniyle, inanın, neredeyse mutluöldü Mari. Başından geçen o felaketi onlarınyardımıyla unuttu, bağışlanmış olmayı onlardatattı. Çünkü son ana kadar büyük bir günahkârsayıyordu kendini. Çocuklar kuşlar gibi kanatçırpıyorlardı penceresinin önünde, her sabahgelip şöyle sesleniyorlardı: “Nous t’aimons,Marie.”[4] Çok geçmeden öldü Mari. Biraz dahayaşayacağını umuyordum. Ölmeden bir günönce güneş batmak üzereyken yanına gitmiştim:Sanırım tanıdı beni. Son kez sıktım elini. Nasılda kupkuruydu eli! Ertesi sabah gelip Mari’ninöldüğünü söylediler. Çocukları sakinleştirmekolanaksızdı: Tabutunu çiçeklerle bezediler,başına çiçeklerden yaptıkları bir taç koydular.Papaz kilisede aşağılamıyordu onu artık.Cenazesinde çok az kimse vardı. Sırf meraktanbirkaç kişi gelmişti sadece. Ama sıra tabutungötürülmesine geldiğinde, onu kendileri taşımakiçin çocuklar hemen öne atıldılar. Amabeceremediler bunu, yalnızca kenardan köşedenyardım edebiliyorlardı, o kadar. Tabutunarkasından koşuyor, ağlıyorlardı. O günden

sonra çocuklar Mari’nin küçük mezarını sürekliziyaret etmeye başladılar: Her yıl çiçekleriniyeniliyor, çevresine güller ekiyorlardı. Ancak ogünden sonra çocukların yüzünden köydeherkes düşman oldu bana. Baş kışkırtıcılarpapazla okulun öğretmeniydi. Çocuklarabenimle sokakta karşılaşmayı bileyasaklamışlardı. Hatta bu görevi Şneyder kendiüzerine almıştı. Ama biz yine de görüşüyorduk.Uzaktan işaretle anlaşıyorduk. Küçücükpusulalar yolluyorlardı bana. Bir süre sonra herşey yoluna girdi. Ama yasak sürerken de durumçok iyiydi: O zaman çocuklarla daha yakındık.Köydeki son yılımda Tibo ile de, papazla daneredeyse barışmıştık. Oysa Şneyder çocuklarkonusunda zararlı “sistem”imi uzun uzunanlatmaya çalıştı bana, benimle tartıştı. Nesistemiydi benimki! Sonunda çok tuhaf birdüşüncesini açıkladı bana Şneyder... (Tamköyden ayrılacağım sıradaydı) Benim bir çocuk,gerçekten bir çocuk olduğumdan artık kuşkusukalmadığını; görünüşümle yetişkin, kişilikyönünden de, ruhsal yönden de, hatta akılyönünden de gelişmiş birine benzesem bile hiç

de yetişkin biri olmadığımı, altmış yaşına kadaryaşasam, yine çocuk kalacağımı söyledi. Çokgüldüm onun bu söylediklerine: Yanılıyordukuşkusuz. Öyle ya, nerem çocuktu benim? Amabir konuda haklıydı Şneyder: Gerçekten deyetişkinlerle, insanlarla, büyüklerle bir aradaolmayı sevmiyordum. Uzun zaman önce farketmiştim bunu. Sevmiyordum, çünkübeceremiyordum onlarla bir arada olmayı.Benimle ne konuşurlarsa konuşsunlar, bana nekadar iyi davranırlarsa davransınlar yine denedense sıkılıyordum onların yanında.Arkadaşlarımın yanına gidebileceğim zaman çokmutlu oluyordum. Arkadaşlarım ise hepçocuklardı... Ama ben de bir çocuk olduğumiçin değil, beni onlara çeken bir şey vardı...Köyde ilk günlerimde (içimdeki kasvetten tekbaşıma dağlara çıktığım zamanlar) köyünsokaklarında boş boş dolaşırken bazı günler,özellikle gün ortasında bağrışarak, ellerindeküçük torbalarıyla, yazı tahtalarıyla çığlıklaratarak, gülüşerek, oynayarak okuldan boşalanöğrencilerle karşılaşıyordum, birden içimısınıyordu, bir şey çekiyordu beni onlara...

Nedenini bilmiyorum, ama onlarla herkarşılaştığımda güçlü, hoş bir duygu doluyorduiçime. Durup o küçük, kıpır kıpır ayakları, hepbirlikte koşan kızlı erkekli çocukları, onlarınkahkahalarını, gözyaşlarını (çünkü çoğu okulçıkışı koşarak eve gidene kadar kavga etmeyi,ağlamayı, tekrar barışıp oynamaya başlamayıbaşarmış oluyorlardı) izlerken bütün sıkıntımıunutuyordum. Daha sonra, orada kaldığım üç yılsüresince, insanların nasıl ve nedenüzüldüklerini hiç anlayamaz oldum. Her şeyimçocuklardı artık. O köyden ayrılmayı hiçistemiyordum. Bir gün Rusya’ya döneceğimaklımın ucundan bile geçmiyordu. Hep oradayaşayacağım sanıyordum. Ama sonundaŞneyder’in artık geçimimi sağlayamayacağınıanladım. Öte yandan burada herhalde önemli birgelişme olmuş ve Şneyder benim adıma burayacevap vermişti, Rusya’ya dönmem için benisıkıştırıyordu. Şimdi de bu olayla ilgilenecek,birileriyle görüşecek, tavsiye alacağım. Belki debütün kaderim değişecek, ama bu o kadarönemli değil. Önemli olan, bütün yaşamımındeğişmiş olması. Çok şeyimi bıraktım orada, çok

şeyimi... Her şey yok oldu. Trende gelirkenşöyle düşünüyordum: “Şimdi insanların yanınagidiyorum: Belki de farkında değilim, ama yenibir hayat başlıyor benim için.” Yapmamgerekeni dürüstçe ve sağlam yapmayakararlıydım. İnsanlar arasında belki sıkılacak,zorluklarla karşılaşacaktım. İlk olarak herkesekarşı kibar ve içten olmaya karar vermiştim.Fazlasını da kimse isteyemezdi benden. Belkiburada da çocuk sayacaklardı beni... Olsunvarsın! Herkes nedense bir budala olduğumudüşünüyor. Evet, bir zamanlar çok hastaydım,bir budaladan farksızdım. Peki ama, şimdi,herkesin beni budala olarak gördüğününfarkındaysam nasıl bir budala olabilirim? Biryere girerken hep şöyle düşünüyorum: “İçeridebir budala olduğumu sanacaklar, ama akıllıyımben, bunu anlayamayacaklar...” Sık sık böyledüşündüğüm oluyor. Berlin’deyken küçükbirkaç mektup aldım köyden. Hemen arkamdanyazmışlardı bu mektupları. O anda anladımonları ne çok sevdiğimi... Alınan ilk mektup herzaman sarsar insanı! Beni yolcu ederlerken dene üzgündüler! Bir ay öncesinden başlamışlardı

“Léon s’en va, Léon s’en va pour toujours!”[5]demeye. Önceleri olduğu gibi her akşamçağlayanda toplanıyor, hep nasıl ayrılacağımızıkonuşuyorduk. Kimi zaman, yine önceleriolduğu gibi neşelendiğimiz oluyordu. Ancakgece dağılırken, daha önce hiç olmadığı kadarsıkıca, heyecanla sarılıyorduk birbirimize.Bazıları sırf yanımızda kimse olmadan banasarılmak, beni öpmek için ötekilerden gizli, tekbaşlarına geliyorlardı. Yola çıkacağım gün hepsibirlikte tren istasyonuna götürdü beni. Trenistasyonu bizim köye yaklaşık bir verstauzaktaydı. Ağlamamak için zor tutuyorlardıkendilerini. Ama çoğu, özellikle kızlartutamıyorlardı kendilerini, hüngür hüngürağlıyorlardı. Geç kalmamak için aceleediyorduk. Oysa bazı çocuklar yolun ortasındabirden üzerime atılıp incecik kollarını boynumadoluyor, yüzümü gözümü öpüyor, sırf bununiçin hepimizi durduruyorlardı. Aceleediyorduysak da, durup onların benimlevedalaşmasını beklemek zorunda kalıyorduk.Trene bindim, tren hareket edince hep birağızdan “Hurra!” diye bağırmaya başladılar ve

gözden kayboluncaya kadar da oldukları yerdenkıpırdamadılar, trenin arkasından baktılar. Bende onlara bakıyordum... İnanın, demin yanınızagirip de sizlerin sevimli yüzlerinize bakınca(artık insanların yüzüne çok dikkat ediyorum),ilk sözcüklerinizi duyunca o günden bu yana ilkkez yüreğimde bir hafiflik, sıcaklık hissettim.Buraya geldim geleli mutlu insanlardanolduğumu düşünüyorum: Hemensevebileceğiniz insanlarla pek sıkkarşılaşamazsınız. Oysa ben trenden iner inmezkarşılaştım sizlerle. İnsanın her önüne geleneduygularından söz etmesinin utanılacak bir şeyolduğunu bilmez değilim, ama bakın, benduygularımdan söz ediyorum size ve hiç deutanmıyorum. İnsanlara yakın olamayan biriyimben, belki uzun süre de bir daha uğramayacağımsize. Ama bu sözümü kötüye yormayın lütfen.Size değer vermediğim için söylemedim bunu,herhangi bir nedenle size gücendiğimi dedüşünmeyin. Demin yüzleriniz konusundadüşüncemi, yüzlerinizde neler fark ettiğimisordunuz. Büyük bir zevkle anlatacağım sizebunu. Sizin, Adelaida İvanovna, mutluluk

okunan bir yüzünüz var, üçünüzün içinde ensempatik yüz sizinki. Ayrıca çok da güzelsiniz.Size bakarken şöyle geçiriyor içinden insan: “İyiyürekli bir kız kardeş yüzü var onda!” İnsanlarakarşı sade ve neşelisiniz, öte yandankarşınızdakinin yüreğini de okuyabiliyorsunuz.Yüzünüzü böyle görüyorum işte. Aleksandraİvanovna, sizin yüzünüz de harika, çok sevimli,ama sanırım gizli bir hüznünüz var sizin; hiçkuşku yok ki yüreğiniz çok iyi, çok temiz, amaneşeli değilsiniz. Yüzünüzde Holbein’inDresden’deki Madonna’sının yüzündekiniandıran bir gölge var. Yüzünüzle ilgili yalnızcabunu söyleyebilirim. Nasıl, doğru muanlamışım? Sanırım siz de benim gibidüşünüyorsunuz... Sizin yüzünüze gelinceLizaveta Prokofyevna (birden kızların annesinedönmüştü), yüzünüzle ilgili, yalnızca “şöyledüşüyorum” demeyeceğim, “kesinlikle eminim”diyeceğim, bu yaşınıza karşın tam birçocuksunuz siz Lizaveta Prokofyevna. Hem herbakımdan iyi ve her bakımdan kötü... Amaböyle söylediğim için gücenmeyin bana. Öyleya, benim kimleri çocuk saydığımı biliyorsunuz.

Yüzlerinizle ilgili bütün bunları şu andasaflığımdan açık açık söylediğimi düşünmeyin.Yo, hayır, hiç de öyle değil! Belki benim de birdüşündüğüm vardır...

VIIPrens sözünü bitirdiğinde herkes, Aglaya bileneşeyle ona bakıyordu, ama en çok da LizavetaProkofyevna.— Sınavdan geçirdiniz onu işte! diye haykırdıLizaveta Prokofyevna. Evet, sevgilihanımefendiler, bir garibanmış gibi korumanızaltına alacağınızı düşünüyordunuz onu, oysaziyaretinize seyrek geleceğini söyleyerek sizetenezzül eden o oldu... Hepimiz aptalız, enaptalımız da İvan Fyodoroviç. Yaşayın prens.Demin sizi sınavdan geçirmelerini söylemiştiİvan Fyodoroviç. Ayrıca benim yüzüm içinsöyledikleriniz tam anlamıyla doğru: Birçocuğum ben, biliyorum. Siz söylemeden debiliyordum bunu. Tek sözcükle açıkladınızdüşüncemi. Birbirimize çok benziyoruz.Sevindim buna. Bir elmanın iki yarısı gibibenziyoruz birbirimize. Yalnızca siz erkeksiniz,ben kadın... bir de İsviçre’ye hiç gitmedim.Aramızdaki bütün fark bu işte.Aglaya kesti annesinin sözünü:

— Bir dakika maman, acele etmeyin, bütünbunları anlatırken kendine göre bir düşündüğüolduğunu söylüyor prens.Öteki kız kardeşler güldüler.— Evet, evet...— Hemen gülmeyin bakalım sevgili kızlarım,prens üçünüzden de kurnazdır belki.Görürsünüz. Peki ama, Aglaya için bir şeysöylemediniz prens... Bekliyor Aglaya, ben debekliyorum.— Şu anda bir şey söyleyemem. Sonrasöyleyeceğim.— Neden? Onun yüzünden de bir şeyleranlamış olmalısınız.— Evet, anladım. Çok güzelsiniz Aglayaİvanovna. O kadar güzelsiniz ki, yüzünüzebakınca korkuyor insan.Lizaveta Prokofyevna ısrar etti:— Hepsi o kadar mı? Ya özellikleri?

— Güzelliği anlatmak zordur, henüz hazırdeğilim. Güzellik bir gizemdir.Adelaida,— Demek Aglaya’nın bir gizem olduğunusöylüyorsunuz, dedi. Gizemli Aglaya! Ama çokgüzel, değil mi prens, çok güzel?Prens, Aglaya’ya hayran hayran bakarakheyecanlı bir tavırla karşılık verdi:— Harika! Yüzü biraz değişik olsa da,Nastasya Filippovna’nınki gibi harika!..Herkes şaşkınlık içinde birbirinin yüzünebaktı.Lizaveta Prokofyevna uzatarak sordu:— Ki-i-mi-in ki gibi? Hangi NastasyaFilippovna’dan söz ediyorsunuz? NastasyaFilippovna’yı nerede gördünüz siz? HangiNastasya Filippovna bu?— Az önce Gavrila Ardalionoviç resmini İvanFyodoroviç’e gösteriyordu.

— Nasıl? Resmini İvan Fyodoroviç’e migetirmiş?— Göstermek için. Nastasya Filippovna bugünbir resmini hediye etmiş Gavrila Ardalionoviç’e,o da göstermek için getirmiş.Lizaveta Prokofyevna sesini yükseltip,— Görmek istiyorum o resmi! dedi. Nerede oresim? Gavrila Ardalionoviç’e hediye ettiğinegöre, şu anda yanında olmalı. Sanırım kendisihâlâ generalin çalışma odasındadır. Herçarşamba gelir, çalışır orada ve dörtten öncegitmez. Hemen Gavrila Ardalionoviç’i çağırınbana! Hayır, onun yüzünü görmek heveslisideğilim. Lütfen, sevgili prens, çalışma odasınagidiverin, resmi alın ve bana getirin. Benimgörmek istediğimi söyleyin. Lütfen...Prens çıkınca Adelaida arkasından,— İyi biri, ama biraz fazla saf.Aleksandra onayladı:— Evet, biraz fazla. Biraz komik bile.

Adelaida da, Aleksandra da prens konusundadüşündüklerinin tümünü açıklamamışlardı sanki.Aglaya,— Ama yüzlerimizi anlatma işinden iyisıyrıldı, dedi. Hepimizin gönlünü hoş etti,mamanın bile.Lizaveta Prokofyevna,— Ukalalık etme lütfen, dedi. O hoş etmedibenim gönlümü, kendim hoş ettim.Adelaida,— Sen sıyrıldığını mı sanıyorsun? diye sordu.— Onun pek saf olduğunu sanmıyorum.Lizaveta Prokofyevna öfkeli,— Yeter ama! dedi. Bana sorarsanız, siz ondandaha komiksiniz. Biraz saf ama akıllı, iyianlamda kuşkusuz... Benim gibi.Çalışma odasına giderken kendi kendinesöyleniyordu prens: “Resimden söz etmem kötü

oldu... Ama... belki de iyi oldu...” Tuhaf birdüşünce belirmeye başlamıştı kafasında. Amahenüz pek belirsiz bir düşünceydi bu.Gavrila Ardalionoviç hâlâ çalışmaodasındaydı, kâğıtlarla uğraşıyordu. Besbellişirket ona boşuna maaş bağlamamıştı. Prens onaresmi sorduğunda çok şaşırdı GavrilaArdalionoviç ve içeridekilerin resimden nasılhaberdar olduklarını sordu. Öfkeli,— E-e-eh! dedi. Ne diye boşboğazlık ettiniz kiorada? Bir şey bilmeden gevezelikediyorsunuz... (Kendi kendine söylendi:)Budala!— Suçluyum. Öyle kaçıverdi ağzımdan.Aglaya’nın neredeyse Nastasya Filippovnakadar güzel olduğunu söyleyiverdim.Gavrila Ardalionoviç prensin durumu ayrıntılıanlatmasını istedi. Prens anlattı. GavrilaArdalionoviç tekrar alaylı alaylı gülümsedi.— Takmışsınız Nastasya Filippovna’ya... diyemırıldandı, ama sözünün sonunu getirmeden

düşünceye daldı. (Bir kaygısı olduğu belliydi.Prens içeride resmi beklediklerini hatırlatınca,aklına bir şey gelmiş gibi birden şöyle ekledi:)Büyük bir ricam olacak sizden... Ama nasıldiyeceğimi bilemiyorum...Ne söyleyeceğini şaşırdı Gavrila Ardalionoviç,sözünün arkasını getiremedi. Bir karar vermeyeçalışıyor, kendi kendiyle savaşıyor gibiydi. Birşey söylemeden bekliyordu onu prens. GavrilaArdalionoviç soru dolu, dikkatli bakışını prensinyüzüne doğrultup, tekrar,— Prens, diye başladı, şimdi orada bana... hiçde suçlu olmadığım... çok tuhaf... hem degülünç bir olay yüzünden... kızıyorlar, sözünkısası, neyse, önemli değil... sanırım birazkızıyorlar bana orada, öyle ki çağrılmadan birsüredir gitmek istemiyorum oraya... OysaAglaya İvanovna ile konuşmam gerekiyor. Neolur ne olmaz diye birkaç satır yazdım (katlıküçük bir kâğıt belirmişti elinde), ama bunu onanasıl ulaştıracağımı bilemiyorum. Şu kâğıdıAglaya İvanovna’ya ulaştırabilir misiniz prens?Ama yalnızca Aglaya İvanovna’ya... yani kimse

görmeden, anlatabildim mi? Öyle gizli bir şeydeğil, öylesine... ama... yapar mısınız bunu?— Hiç hoşuma gitmedi bu, dedi prens.Gavrila Ardalionoviç yalvarmaya başladı:— Ah prens, çok önemli bu benim için!Bakarsınız cevap yazar... İnanın, bu kadarçaresiz olmasaydım yardımınızı istemezdim...Başka kiminle göndereyim?.. Çok önemli...Benim için çok çok önemli...Prensin “hayır” diyeceğinden çok korkuyorduGavrila Ardalionoviç. Onun gözlerinin içineyalvarırcasına, ürkek bakıyordu.Prens,— Olur, veririm, dedi.Buna çok sevinen Gavrila Ardalionoviçyalvardı:— Ama kimsenin fark etmemesi gerekiyor...Size güvenebilirim, değil mi prens?— Kimse görmeden vereceğim pusulanızı

Aglaya İvanovna’ya.— Pusula kapalı değil... diye başlayacak olduGavrila Ardalionoviç, söylediğinden utanıpsustu.Prens mektubu alırken son derece rahat,— Yo, korkmayın, okumam, dedi.Yalnız kalınca başını ellerinin arasına aldıGavrila Ardalionoviç.— Bir sözcük söylesin ve ben... ve ben belkikesinlikle koparıp atarım!..Heyecanından, sabırsızlığından tekrarkâğıtların başına oturamamış, çalışma odasınıniçinde bir köşeden ötekine dolaşmaya başlamıştı.Prens konuk salonuna doğru dalgın dalgınyürüyordu. Üzerine aldığı görev de, GavrilaArdalionoviç’in Aglaya İvanovna’ya yazdığımektup da canını sıkıyordu. Konuk salonunavarması için önünde daha iki oda vardı ki, birşey hatırlamış gibi ansızın durdu, çevresinebakındı, ışığa, pencereye gitti ve orada Nastasya

Filippovna’nın resmine bakmaya başladı.Biraz önce onu öylesine etkileyen bu yüzdegizli bir şeyi anlamaya çalışıyor gibiydi. Resmiilk gördüğünde hissettikleri hemen hiçdeğişmemişti, şimdi ise daha değişik bir şeyarıyordu bu yüzde. Olağanüstü güzelliğinin yanısıra, daha değişik, daha güçlü bir şeyler şimdidaha çok şaşırtmıştı onu. Bu yüzde sınırsız birgurur, küçümseme, neredeyse nefret, aynızamanda da güven veren şaşırtıcı bir saflık vardısanki. Bu yüze bakınca ondaki bu karşıtlıkinsanda hüzne benzer bir duygu bileuyandırıyordu sanki. Bu soluk yüzün, hafifçeçökük yanakların ve ışıl ışıl gözlerin gözkamaştırıcı güzelliği neredeyse dayanılmazdı:Tuhaf bir güzellikti bu! Bir dakika kadar baktıbu yüze prens, sonra birden kendine gelmiş gibisilkinip çevresine bakındı, aceleyle dudaklarınagötürdü resmi ve öptü. Bir dakika sonra konuksalonuna girdiğinde son derece sakindi.Ama konuk salonundan bir önceki yemekodasının kapısında Aglaya ile burun burunageldi. Yalnızdı Aglaya.

Prens elindeki pusulayı Aglaya’ya verirken,— Gavrila Ardalionoviç bunu size vermemirica etti, dedi.Aglaya durdu, kâğıdı aldı ve tuhaf tuhaf baktıprensin yüzüne. Bakışında en küçük bir sıkılmayoktu. Sanki yalnızca biraz şaşkınlık vardı, buda yalnızca prensle ilgili gibiydi. Bakışıylaprensten onun bu işte nasıl olup da GavrilaArdalionoviç’le birlikte hareket ettiğinincevabını bekliyordu sanki. Hem de son derecesakin ve yukarıdan bakarak... Birbirlerininkarşısında birkaç saniye durdular; sonra alaycıbir ifade belirdi Aglaya’nın yüzünde ve hafifçegülümseyerek yürüyüp uzaklaştı.Lizaveta Prokofyevna kolunu uzatarakoldukça uzağında tuttuğu NastasyaFilippovna’nın resmine bir süre sessizce, sankiküçümseyerek baktıktan sonra mırıldandı:— Evet, güzelmiş, dedi, hatta çok... İki kezgördüm onu, ama uzaktan. (Birden prensedöndü.) Böyle bir güzelliğe değer veriyorsunuzdemek, öyle mi?

Prens kendini zorlayarak karşılık verdi:— Evet... veriyorum...— Yani böylesine mi?— Özellikle böylesine...— Neden?Prens, soruya isteksiz cevap veriyormuş gibideğil de, kendi kendine konuşuyormuş gibi,— Bu yüzde... çok acı var... dedi.Lizaveta Prokofyevna,— Sayıklıyorsunuz sanki, dedi.Önemsemez bir tavırla resmi masanın üzerineattı. Aleksandra aldı masanın üzerinden resmi.Adelaida Aleksandra’nın yanına geldi, ikisibirlikte resme bakmaya başladılar. Tam o sıradaAglaya konuk salonuna döndü.Adelaida kız kardeşinin omzunun üzerindenresme büyük bir ilgiyle bakarak,— Bu ne güç öyle! diye haykırdı.

Lizaveta Prokofyevna sert bir tavırla sordu:— Ne gücü? Ne gücünden söz ediyorsun sen?Adelaida heyecanla karşılık verdi:— Böyle bir güzellik güçtür... Böyle birgüzellikle dünyanın altını üstüne getirmekolasıdır!Dalgın, düşünceliydi. Sehpasının başına geçti.Aglaya resme göz ucuyla şöyle bir bakmış,dudak bükmüş, köşeye çekilip oturmuş, kollarınıgöğsünün üzerinde kavuşturmuştu.Lizaveta Prokofyevna çıngırağın kordonunuçekti. Gelen uşağa,— Gavrila Ardalionoviç buraya gelsin, dedi.Aleksandra pek anlamlı,— Maman! diye yükseltti sesini.Lizaveta Prokofyevna hemen kesti kızınınitirazını:— İki kelime söyleyeceğim ona, o kadar!

(Öfkeli olduğu belliydi.) Gördüğünüz gibi prens,şimdilerde burada her şey pek gizemli... Herşeyde bir gizem var! Böyle işte, aptalca şeyler.Oysa durum daha çok içtenlik, açıklık, dürüstlükgerektiriyor. Evlenmeyi düşünenler var, oysa hiçhoşlanmam bu tür evliliklerden...Yine susturmaya çalıştı onu Aleksandra:— Maman, neler söylüyorsun?— Sana ne oluyor tatlım? Sen hoşlanıyormusun ortada dönen bütün bu olanlardan?Varsın duysun prens. Yabancı değil. En azındanbenim yabancım değil. Tanrı elbette iyi insanlarısever, kötüleri, kaprislileri sevmez. Özellikle debugün böyle, yarın başka türlü söyleyenkaprislileri... Anlayabiliyor musun beniAleksandra İvanovna? Bunlar benim tuhaf birkadın olduğumu söylerler prens. Ama iyiyikötüden ayırmayı bilirim ben. Çünkü yürektirönemli olan, gerisi boştur. Akıl da gereklidirkuşkusuz... belki en önemli olan da akıldır.Gülme Aglaya, kendimle çelişen bir şeysöylemiyorum: İyi kalpli ama akılsız bir aptal da,akıllı ama kötü kalpli bir aptal kadar mutsuzdur.

Eski bir gerçektir bu. İşte ben iyi yürekli, amaakılsız bir aptal, sense akıllı ama kötü kalpli biraptalsın. İkimiz de mutsuzuz, ikimiz de acıçekiyoruz.Neşesini kaybetmemiş tek kişi gibi görünenAdelaida tutamadı kendini,— Neden o kadar mutsuzsunuz maman? diyesordu.Lizaveta Prokofyevna kesti kızının sözünü:— Önce her şeyi bilen kızlarımın yüzünden.Aslında yalnızca bu bile yeter mutsuz olmama.Gerisini söylememe gerek bile yok... Fazla sözene gerek! Bakalım siz ikiniz (Aglaya’yısaymıyorum) aklınızla, o dilbazlığınızla neyapacaksınız? Evet, pek saygıdeğer Aleksandraİvanovna, bakalım pek saygıdeğer eşinizlemutlu olabilecek misiniz?... (O anda konuksalonuna giren Gavrila Ardalionoviç’i görüncehaykırdı:) A!.. İşte size evlilik kampından biridaha! (Gavrila Ardalionoviç’in selamına karşılıkverdi, oturmasını söyledi.) Merhabalar!Evleniyormuşsunuz, öyle mi?

— Evlenmek mi?.. Nasıl yani?.. Neevlenmesi?.. diye mırıldandı GavrilaArdalionoviç.Şaşırmıştı, ne söyleyeceğini bilemiyordu.— O ifadeyi sevmiyorsanız, şöyle sorayım,dünya evine giriyormuşsunuz, öyle mi?Gavrila Ardalionoviç’in yüzü kıpkırmızıolmuştu. Yalan söyledi:— Hayır... ben... yo, hayır...Bir kenarda oturan Aglaya’dan yana çabucakbir göz attı, hemen kaçırdı bakışını. Aglayasoğuk, sakin bakışını dikmiş ona bakıyor,şaşkınlığını izliyordu. Acımasız LizavetaProkofyevna ısrarla sürdürüyordu sormayı:— Hayır mı? Hayır mı dediniz? Tamam,unutmayacağım bunu, bugün, çarşamba günüsoruma “hayır” diye cevap verdiniz. Sahi, bugünçarşamba mıydı?— Sanırım çarşamba maman, dedi Adelaida.— Günleri bile bilmezler... Ayın kaçı?

Gavrila Ardalionoviç karşılık verdi:— Yirmi yedisi.— Yirmi yedisi mi? Bazı nedenlerle çok iyi bu.Size iyi günler, sanırım çok işiniz vardır. Benimde şimdi gidip giyinmem gerekiyor. Şu resminizide alın. Talihsiz Nina Aleksandrovna’yaselamlarımı iletin. Hoşça kal sevgili prens! Sıksık uğra bize. Özellikle gidip, yaşlı prensesBelokonskaya sizden söz edeceğim. Hem bakınne diyeceğim canım: Tanrı’nın sizi İsviçre’denPetersburg’a sırf benim için yolladığınainanıyorum. Bu arada belki başka işleriniz devardır. Ama özellikle benim için buradasınız.Tanrı böyle karar verdi. Hoşça kalın canlarım.Aleksandra, sen odama gel yavrum.Lizaveta Prokofyevna konuk salonundan çıktı.Gavrila Ardalionoviç yıkılmış, perişan birdurumdaydı. Ne yapacağını bilmeden öfkeylealdı masanın üzerinden resmi ve dudaklarındaacı bir gülümseme, prense döndü.— Ben eve gidiyorum prens. Bizim eveyerleşme kararınızı değiştirmediyseniz,

götüreyim sizi. Adresi bilmediğinize göre...Aglaya birden kalktı oturduğu koltuktan.— Bir dakika prens. Hatıra defterime bir şeyleryazmanızı istiyorum. Babam yazınızın çok güzelolduğunu söylüyordu. Hemen getiriyorum...Ve çıktı.— Hoşça kalın prens, ben de çıkıyorum, dediAdelaida.Kuvvetlice sıktı prensin elini. Ona içtenlikletatlı tatlı gülümsedi ve çıktı. GavrilaArdalionoviç’e dönüp bakmamıştı bile.Herkes çıkınca Gavrila Ardalionoviç dişlerinigıcırdatarak yürüdü prensin üzerine. Sesinialçaltıp yüzünde çılgın bir ifade, gözlerindenefret dolu bir öfke parıltısıyla,— Siz, evet siz yumurtladınız onlaraevleneceğimi! dedi. Utanmaz geveze!Prens sakin, kibar bir tavırla karşılık verdi:— İnanın, yanılıyorsunuz. Sizin

evleneceğinizden haberim bile yoktu.— İvan Fyodoroviç bu akşam NastasyaFilippovna’nın evinde her şeyin kararınınverileceğini söylerken yanımızdaydınız, haberigelip buraya yetiştirdiniz! Yalan söylüyorsunuz!Başka kimden öğrenmiş olabilirler? Sizdenbaşka kim söylemiş olabilir onlara bunu? Deminkocakarı laf dokundurmadı mı bana?— Lizaveta Prokofyevna’nın size lafdokundurduğunu düşünüyorsanız, bunu onakimin yetiştirdiğini de bilmeniz gerekir. Ben bukonuda tek kelime etmedim burada.Gavrila Ardalionoviç heyecanlı bir sabırsızlıklakesti prensin sözünü:— Pusulayı verdiniz mi? Cevap?Ama tam o anda Aglaya girdi salona.Dolayısıyla Gavrila Ardalionoviç’in sorusunacevap veremedi prens.Aglaya hatıra defterini masanın üzerinekoyarken,

— Buyurun prens, dedi. İstediğiniz sayfaya birşeyler yazın benim için. Alın size yepyeni birdivit. Çelik divit olmasının sakıncası yok, değilmi? Kaligrafi ustaları çelik uçla yazmazlar diyeduymuştum da...Prensle konuşurken Gavrila Ardalionoviç’inorada olduğunun farkında değilmiş gibiyapıyordu. Prens divit ucunu ayarlayıp hatıradefterinde boş bir sayfaya yazmayahazırlanırken Gavrila Ardalionoviç prensinhemen sağındaki şöminenin önünde duranAglaya’nın yanına gitmiş ve titrek bir sesle kesikkesik konuşarak neredeyse kulağına fısıldamıştı:— Bir sözcük, yalnızca tek bir sözcük söyleyinbana, kurtulacağım...Prens birden dönüp baktı onlara. GavrilaArdalionoviç’in yüzünde tam bir umutsuzlukvardı. Bu sözlerini bir şey düşünmeden,heyecandan ne söylediğini bilmeden söylediğibelliydi. Aglaya, biraz önce prense baktığı o sonderece sakin, şaşkın bakışıyla birkaç saniyebaktı Gavrila Ardalionoviç’in yüzüne. Onun busakin şaşkınlığı, kendisine söylenenden hiçbir

şey anlayamamış gibi hayreti o anda GavrilaArdalionoviç için en ağır aşağılanmadan da ağır,korkunç olmalıydı.— Ne yazayım? diye sordu prens.Prense döndü Aglaya.— Söyleyeyim, yazın, dedi. Hazır mısınız?Yazın bakalım: “Ben pazarlık etmem.” Şimditarih atın altına. Görebilir miyim?Prens defteri kaldırıp gösterdi ona.— Çok güzel! Harika olmuş. Yazınızinanılmayacak kadar güzel! Teşekkür ederim.Güle güle prens... (Ansızın bir şeyi hatırlamışgibi ekledi:) Durun... Benimle gelin, hatıraolarak bir şey vermek istiyorum size.Prens Aglaya’nın arkasından yürüdü. Yemekodasına girdiklerinde Aglaya durdu. GavrilaArdalionoviç’in pusulasını prense uzatıp,— Okuyun şunu, dedi.Prens kâğıdı aldı, anlayamamış gibi baktıAglaya’nın yüzüne.

— Bunu okumadığınızı biliyorum, dediAglaya, o adamın sırdaşı olamazsınız siz...Okuyun hadi. Okumanızı istiyorum.Pusulanın aceleyle yazıldı belliydi:“Bugün kaderim belli olacak, nasıl olacağınıbiliyorsunuz... Bugün bir daha dönmemek üzereson sözümü söyleyeceğim. Sizin ilginizibeklemeye hiç hakkım yok, herhangi bir umutbeslemeye cesaret de edemiyorum. Ama birzamanlar bir sözcük söylemiştiniz bana...yalnızca bir sözcük... ve o sözcük yaşamımınkaranlık gecesini aydınlatmış, benim için birdeniz feneri olmuştu. Şimdi öyle bir sözcük dahasöyleyin... ve felaketten kurtarın beni! Yalnızca“Her şeyi kes at” deyin, bugün kesip atayım...Ah, bu sözcüğü söylemek çok mu zor sizin için?Bu sözcükten durumla ilgilendiğiniz, banaacıdığınız anlamını çıkaracağım. Yalnızca bunubekliyorum, yalnızca! Başka hiçbir şey, hiçbirşey! Bir umut beslemeye cesaret edemiyorum.Çünkü değmiyorum buna. Ama osözcüğünüzden sonra tekrar yoksul yaşamımadöneceğim, umutsuz durumuma neşeyle

katlanacağım. Savaşacağım, savaşmak mutlulukverecek bana, savaşın içinden yepyeni güçlerleyeniden doğacağım!O merhamet dolu sözcüğü gönderin banalütfen (yalnızca merhamet yemin ederim)!Kendini felaketten kurtarmak için son çabasınıharcayan bu çılgının, batmak üzere olanzavallının küstahlığını bağışlayın.G. İ.”Prens okumayı bitirince Aglaya sert bir tavırla,— Bu adam “her şeyi kes at” sözünün beniküçük düşürmeyeceğini ve hiçbir şekildebağlamayacağını düşünüyor. Gördüğünüz gibi,bunun güvencesini de bu pusulayla yazılı olarakveriyor bana. Dikkat edin, bazı sözcükleri neacemi bir acelecilikle yazmış ve gizli niyeti nasılkabaca sırıtıyor aradan. Öte yandan, benim nediyeceğimi beklemeden, hatta bunu banasöylemeden, benden hiçbir umudu olmadan oilişkisine son verirse, ona karşı olanduygularımın değişeceğini, belki onunla dost

bile olacağımı çok iyi biliyor. Kesinlikle biliyorbunu! Ama ruhu kirli adamın: Bunu bilmesinekarşın kararını veremiyor. Biliyor, ama yine degüvence istiyor. İnandığı şeye karar verecekdurumda değil. Yüz bin rubleye karşılık benimkendisine umut vermemi istiyor. Pusulasındasözünü ettiği, sözde yaşamını aydınlatacaksözüm konusunda alçakça yalan söylüyor. Birgün acımıştım ona. Ama çok küstah veutanmazdır: Hemen bir umudun olabileceğidüşüncesini çıkarmıştı bundan. Hemenanlamıştım niyetini. O günden beri avlamayaçalışıyor beni. Şimdi de aynı şeyi yapıyor. Amayeter artık. Alın şu pusulasını, geri verin ona.Hemen, evden çıktıktan sonra kuşkusuz, dahaönce değil...— Peki, cevap olarak ne diyeyim kendisine?— Elbette hiçbir şey. En iyi cevap bu olacaktır.Sahi, onların evinde kalmayı düşünüyorsunuz,değil mi?Prens,— Demin İvan Fyodoroviç bunu salık verdi

bana.— Uyarıyorum sizi, sakının ondan. Pusulasınıona geri vermenizi bağışlamayacaktır.Aglaya hafifçe sıktı prensin elini ve çıktı. Yüzüciddi, hatta asıktı. Başını eğerek “hoşça kalın”derken bile gülümsememişti.Prens, Gavrila Ardalionoviç’e,— Çıkınımı alayım, hemen çıkalım, dedi.Gavrila Ardalionoviç’in içi içine sığmıyordu.Öfkeden yüzü bile mosmordu. Prens çıkınınıaldı, çıktılar.Hemen sordu Gavrila:— Cevap? Cevap? Ne söyledi size?Mektubumu verdiniz mi kendisine?Prens bir şey söylemeden uzattı ona pusulasını.Gavrila Ardalionoviç donup kalmıştı sanki.— Nasıl? diye haykırdı. Benim pusulam bu!Adam vermemiş bile onu! Ah, anlamamgerekirdi! Ah, lanet olasıca... Deminki sakin

duruşundan belliydi zaten! Peki ama, nasıl, nasıl,nasıl vermemiş olabilirsiniz? Kahrolası...— Bağışlayın, ama tersine, pusulanızı birfırsatını bulup, dediğiniz gibi kimse görmedenverdim kendisine. Şimdi yine bende olmasınınnedeni ise Aglaya İvanovna’nın biraz önce onubana geri vermesidir.— Ne zaman? Ne zaman?— Hatıra defterine yazacağımı yazdıktan sonrabeni yemek odasına çağırdığında. (Duymadınızmı?) Yemek odasında pusulanızı geri verdibana. Okumamı istedi ve onu size geri vermemisöyledi.Gavrila Ardalionoviç neredeyse avazıçıktığınca bağırdı:— O-ku-ma-nı-zı mı? Okumanızı ha! Peki,okudunuz mu?Yine donup kalmış gibi durmuştu yayakaldırımının ortasında. Ama öylesine şaşkındı ki,ağzını bile açmıştı.

— Evet, okudum.— Ve kendisi, okumanız için kendisi verdionu size, öyle mi?— Evet, kendisi... ve inanın, benden bunuistemeseydi kesinlikle okumazdım.Bir dakika kadar sessiz kaldı GavrilaArdalionoviç, ona acı veren bir gerginlik içindedüşünüyordu. Sonra birden yükseltti sesini:— Olamaz! Okumanızı söylemiş olamaz!Yalan söylüyorsunuz! Kendiliğinizdenokudunuz onu!Prens yine o sakin tavrıyla,— Yalan söylemiyorum, dedi. İnanın, bununcanınızı bu kadar sıkmasına çok üzüldüm.— Peki, zavallı insan, kâğıdı verirken bir şeysöyledi mi size bari? Cevap olarak bir şey?— Söyledi elbette.— Hadi söyleyin, söylesenize be adam!..

Gavrila Ardalionoviç galoşlu sağ ayağını ikikez vurdu kaldırıma.— Ben okumayı bitirince sizin onu avlamayaçalıştığınızı söyledi. Ondan koparacağınız birumuda dayanarak yüz bin rublelik başka birumutla ilginizi kesmeyi, böylece onu küçükdüşürmeyi düşündüğünüzü söyledi. Bunuonunla pazarlığa girişmeden yapmışolsaymışsınız, ondan güvence istemeden ötekiilişkinizi bitirseymişsiniz, belki de dostolabilirmiş sizinle. Sanırım hepsi bu kadar. Yok,bir şey daha var: Pusulanızı aldıktan sonracevabınızın ne olduğunu sordum. En iyi cevabıncevap vermemek olduğunu söyledi. Sanırım tamböyle söyledi. Cevabını sözcüğü sözcüğüneanımsayamadıysam bağışlayın, nasıl anladıysamöyle iletiyorum size.Sınırsız bir öfkeye kapılmıştı GavrilaArdalionoviç. Dişlerini gıcırdatarak,— Ya! Demek öyle! dedi. Pusulamıpencereden fırlatıp atıyorlar! Vay! Pazarlığayokmuş! Ama ben varım! Görüşürüz!Yapacağım çok şey var daha... Görüşeceğiz!..

Ne yapacağımı biliyorum ben!..Yüzü bembeyaz, gergindi, ağzı köpürmüştü.Gözdağı verir gibi sallıyordu yumruğunu. Böylebirkaç dakika yürüdüler. Gavrila Ardalionoviçprense karşı kabaydı. Yanında prens yoktusanki. Adam yerine koymuyormuş gibiydi onu.Birden döndü prense.— Nasıl oluyor da, nasıl oluyor da siz (içinden“budala!” diye eklemişti) siz tanıştıktan iki saatsonra böylesine kazanabildiniz güvenini? Nasıl,nasıl?İçine dolmuş acılara şimdi bir de kıskançlıkeklenmiş, yüreğine saplanmıştı.Prens,— Ben açıklayamam bunu size, dedi.Gavrila Ardalionoviç hınçla baktı ona.— Hediye vermek için sizi yemek odasınaçağırması güven göstergesi değil midir? Öyle ya,bir hediye vermeyi düşünüyordu size, değil mi?

— Doğrusu, ben de öyle düşünmüştüm.— Kahretsin! Ne yaptınız siz orada?Neyinizden hoşlandılar? Beni dinleyin (iyicetelaşlanmıştı Gavrila Ardalionoviç. Kafasıkarmakarışıktı, ne düşüneceğini bilemiyordu.)Beni dinleyin, orada neler konuştuğunuzusırasıyla hatırlayıp anlatamaz mısınız bana? Hersözcüğü ta baştan? Dikkatinizi çeken bir şeyhatırlıyor musunuz?— Evet, çok iyi hatırlıyorum, dedi prens. Enbaşta, tanışmak için yanlarına girdiğimdeİsviçre’den söz etmeye başlamıştık.— Bırakın şimdi İsviçre’yi!— Arkasından idam cezasından...— İdam cezasından mı?— Evet. Bir nedenden ötürü... Sonra orada üçyıl boyunca yaşadıklarımı, oralı yoksul bir kızınöyküsünü anlattım...— Boş verin oralı yoksul kızı falan... Başka?Çok sabırsızdı Gavrila Ardalionoviç.

— Başka... Şneyder’in kişiliğimle ilgilidüşüncelerini söylemesi, beni zora sokması...— Yerin dibine batsın Şneyder... Onundüşüncelerinin içine tüküreyim! Daha başka?— Daha başka... sonra bir nedenle yüzlerden,yani yüzlerdeki ifadelerden söz etmeye başladımve Aglaya İvanovna’nın neredeyse NastasyaFilippovna kadar güzel olduğunu söyledim. İşteo sırada da resmini gördüğümü kaçırdımağzımdan...— Peki, biraz önce çalışma odasındaduyduklarınızı anlatmadınız, değil mi? Değil mi?Anlatmadınız değil mi, ha?— Söylüyorum size, anlatmadım.— Öyleyse, kahretsin... Vay canına! Aglayaannesine göstermedi pusulayı, değil mi?— Göstermediğinden emin olabilirsiniz. Hepyanlarındaydım. Zamanı da olmadı buna zaten.— Evet ama, o arada bir şey fark etmişolabilirsiniz... Ah! Kahrolası budala!(Kendinde

değilmiş gibi öfkeyle bağırmıştı GavrilaArdalionoviç.) Doğru dürüst bir şeyanlatamıyor!Kimi zaman bazı kişilerin yaptığı gibi, GavrilaArdalionoviç de ağzını bozduğunda karşılıkgörmeyince iyice ileri gitmeye başlamıştı. Birazsonra belki de tükürecekti prensin yüzüne,öylesine öfkeliydi. Ne var ki öfkesi söylenenianlamasına da engel oluyordu. Yoksa öylesineküçümsediği bu “budala”nın her şeyi çok iyianladığını ve yeterince iyi anlattığını fark ederdi.Ama birden hiç beklenmedik bir şey oldu.Prens,— Size şunu söylemek zorundayım GavrilaArdalionoviç, dedi, eskiden çok hastaydım, ozamanlar gerçekten bir budalaydım, amaiyileştim artık; bu nedenle yüzüme karşı birbudala olduğumu söylediklerinde hiçhoşlanmıyorum bundan. Gerçi başarısızlıklarınızgöz önüne alınırsa hoş görülebilirsiniz, ama neyazık ki öfkenizden iki kez hakaret ettiniz bana.Hiç hoşlanmadım bundan, özellikle yenitanıştığımız için... Dolayısıyla şu anda bir

yolağzında olduğumuza göre, burada yollarımızıayırsak daha iyi olmaz mı? Siz sağa, evinizegidin, bense sola.. Yirmi beş rublem varcebimde, sanırım geceyi geçirebileceğim bir otelbulabilirim kendime.Gavrila Ardalionoviç müthiş bozuldu. Yüzübile kıpkırmızı olmuştu. Aşağılayıcı ses tonunubirden değiştirdi, aşırı derecede kibar bir tavırla,— Affedersiniz prens, diye haykırdı. Tanrıaşkına bağışlayın! Başımın ne büyük bir dertteolduğunu görüyorsunuz! Gerçi henüz her şeyibilmiyorsunuz. Olanları bilseydiniz, hiç değilsebiraz bağışlardınız beni. Yani hiç değilse suçsuzolduğumu...Hemen karşılık verdi prens:— Yo, benden böyle özür dilemenize gerekyok. Durumunuzun hiç de iyi olmadığını, bununiçin bana hakaret ettiğinizi biliyorum. Neyse,hadi size gidelim. Severek geleceğim sizinle...Yürürken canı sıkkın, prense bakarken içindenşöyle geçiriyordu Gavrila Ardalionoviç: “Hayır,

şimdi böyle bırakmak olmaz onu. Aşağılık adamher şeyimi öğrendi, sonra da birden çıkardımaskesini... Bir anlamı vardır bunun. Zamanıgelince anlayacağız! Her şey anlaşılacak, herşey, hem de bugün!”Bu arada eve varmışlardı.

VIIIGavrila Ardalionoviç’in ailesinin oturduğudaire üçüncü kattaydı. Daireye oldukça temiz,aydınlık, geniş bir merdivenle çıkılıyordu. Sonderece sıradan, küçüklü büyüklü altı yedi odasıolan daire, iki bin ruble maaşlı bir memur ailesiiçin yine de fazla pahalıydı. Bu daireyi GavrilaArdalionoviç ile ailesi bundan iki ay öncetutmuştu ve Gavrila Ardalionoviç’in ısrarla itirazetmesine karşın, aile bütçesine katkı olsun diye,Nina Aleksandrovna’nın da, VarvaraArdalionovna’nın da diretmesi sonucunda odalaryemekli ve hizmetçili olarak kiraya verilmişti.Gavrila Ardalionoviç buna surat asıyor, odalarınkiraya verilmesinin çok çirkin olduğunusöylüyordu. Dikkati çeken, geleceği parlak birgenç olarak tanınmaya alışık olduğu çevrelerdebu durumdan utanır olmaya başlamıştı sanki.Kaderine bu razı oluş, bu can sıkıcı sıkışıklık,bütün bunlar onun ruhunda derin yaralaraçmıştı. Uzun zamandır en küçük bir şeye aşırısinirleniyordu. Bir süre için sesini çıkarmaması,sabretmesi, kısa bir zaman sonra her şeyi

değiştirmeye karar vermiş olmasındandı.Bununla birlikte bu değişikliğin kendisi, kararverdiği çıkış yolu hiç de küçük bir sorun değildi.Çözümü önceki sorunundan daha da zor, acıolmaya adaydı.Hemen antreden başlayan bir koridor daireyiikiye bölüyordu. Koridorun bir yanında “özeltavsiyeli” kişilere kiralanan üç oda vardı. Ayrıcaaynı sırada, koridorun en sonunda, mutfağınyanında, ailenin babası emekli general İvolgin’inkaldığı, öteki odalara oranla çok daha dardördüncü bir oda daha vardı. Orada geniş birdivanda yatardı general, eve girip çıkarkenmutfaktan geçip arka merdiveni kullanmakzorundaydı. Gavrila Ardalionoviç’in liseöğrencisi küçük kardeşi Kolya da aynı odadakalıyordu. Onu da oraya sıkıştırmışlardı. Oradaderslerine çalışıyor, yırtık pırtık bir çarşaf seriliçok eski, daracık, kısa ikinci bir divanda yatıyor,en önemlisi de giderek bakıma daha çok ihtiyacıolan babasıyla ilgileniyor, ona bakıyordu. Prenseüç odadan ortadakini vermişlerdi. Sağdakibirinci oda (burası sabahları konuk salonu olarakkullanılıyordu, akşamları ise Gavrila

Ardalionoviç’in çalışma ve yatak odasıoluyordu) ve kapısı sürekli kapalı duran, dar,üçüncü bir oda daha vardı. Orası ise NinaAleksandrovna ile Varvara Ardalionovna’nınyatak odasıydı. Sözün kısası her şey, herkessıkış tepişti burada. Gavrila Ardalionoviçdişlerini gıcırdatıp duruyordu. Gerçi annesinekarşı saygılıydı, öyle de olmak istiyordu, amaonun aile içinde bir zorba olduğu daha ilkbakışta belliydi.Nina Aleksandrovna odasında yalnız değildi.Varvara Ardalionovna yanındaydı. İkisi de birşeyler örüyor, konukları İvan Petroviç Ptitsın’lasohbet ediyorlardı. Nina Aleksandrovna elliyaşlarında gösteriyordu. Yüzü zayıf, yanaklarıçökük, gözlerinin altı mordu. Hastalıklı, birazkederli görünüyordu, ama yüzü ve bakışıoldukça hoştu. Daha ilk sözcüklerinden ciddiyaradılışlı, gerçek bir hanımefendi olduğuanlaşılıyordu. Kederli görünümüne karşınsağlam, hatta kararlı bir kişiliği olduğuhissediliyordu. Yaşlı kadınların giydiği türdenkoyu renk, son derece sade bir giysi vardıüzerinde. Ama davranışları, konuşması,

hareketleri görmüş geçirmiş, seçkin çevrelerdebulunmuş biri olduğunu gösteriyordu.Varvara Ardalionovna orta boylu, epeycezayıf, pek güzel yüzlü sayılamayacak, amagüzel olmadan hoşa gitme, insanları kendinetutkuyla bağlama sırrına sahip yirmi üçyaşlarında bir kızdı. Annesine çok benziyordu.Giyinişi bile annesininkiyle hemen hemenaynıydı; süslenmeye hiç meraklı olmadığıanlaşılıyordu. Çoğu zaman ciddi ve dalgın (hattaözellikle son zamanlarda fazlasıyla ciddi vedalgın) olmasa, gri gözlerinin bakışı arada birneşeli ve hoş da olabilirdi. Annesininki gibionun yüzünden de sağlam ve kararlı bir kişiliğiolduğu anlaşılıyordu. Hatta bu açıdanannesinden daha güçlü, atak olduğuhissediliyordu. Çabuk parlardı VarvaraArdalionovna, onun bu huyu ağabeyini bilekorkuturdu. Şimdi evlerinde konuk olan İvanPetroviç Ptitsın da çekinirdi ondan. Ptitsınalçakgönüllü, şık giyimli, hoş tavırları olan, aynızamanda ağırbaşlı, otuz yaşın altında bir gençti.Koyu kumral sakalı devlet hizmetindeolmadığını gösteriyordu. Zekice ve ilginç

konuşuyordu, ama çoğu zaman da suskundu.Genellikle çevresinde hoş bir izlenim bırakırdı.Varvara Ardalionovna’ya karşı ilgisiz olmadığıbelliydi ve duygularını gizlemiyordu. VarvaraArdalionovna dostça davranıyordu ona karşı,ama kimi sorularına cevap vermekte şimdilikağırdan alıyordu, hoşlanmıyordu bile bu türsorulardan. Bununla birlikte yılmıyordu Ptitsın.Nina Aleksandrovna ona karşı sevecendavranıyordu, son zamanlarda çok güvenmeyebile başlamıştı ona. Öte yandan tefecilik yaptığı,rehin karşılığı faizle para verdiği de biliniyordu.Gavrila Ardalionoviç’in yakın dostuydu.Gavrila Ardalionoviç, annesiyle epeyce soğukselamlaştıktan (kız kardeşinin yüzüne isebakmamıştı bile) sonra Ptitsın’ı alıp hemen biryere götürmüştü. Nina Aleksandrovna prensetatlı birkaç söz söyledi, o sırada kapıdan başınıuzatan Kolya’ya prensi orta odaya götürmesinisöyledi. Kolya güleç, pek sevimli yüzlü,davranışları güven veren, saf görünümlü birçocuktu.Prensi odasına götürdüğünde,

— Eşyanız nerede? diye sordu.— Bir çıkınım var, onu da antrede bıraktım.— Şimdi getiririm. Bütün hizmetçimiz aşçıkadınla bir de Matryona... Öyle ki işlere ben deyardım ediyorum. Varvara hepimizi denetler,hepimize de kızar. Gavrila sizin İsviçre’dengeldiğinizi söyledi, öyle mi?— Evet.— Peki, güzel mi oralar?— Çok.— Ya dağları?— Dağları da çok güzel.— Şimdi getiririm çıkınınızı.Varvara Ardalionovna girdi odaya.— Matryona şimdi yapacak yatağınızı, dedi.Valiziniz var mı?— Yok, yalnızca bir çıkınım var, o kadar.Kardeşiniz getirmeye gitti. Antrede bırakmıştım

da...Odaya geri gelen Kolya,— Şundan başka çıkın falan yok antrede, dedi.Nerede bırakmıştınız?Prens çıkınını Kolya’nın elinden alırken,— Bundan başka bir şeyim yok zaten, dedi.— Vay! Ben de Ferdışçenko aşırdı onusandım.Prensle epeyce soğuk ve zorlama kibar birtavırla konuşmakta olan Varvara,— Saçmalama! dedi.— Chère Babette[6], benimle konuşurkenbiraz kibar ol, Ptitsın değilim ben.— Kırbaçlamak gerek seni Kolya, öylesineaptalsın. Bir şeye ihtiyacınız olursa, Matryona’yasöyleyebilirsiniz prens. Yemek dört buçuktadır.Bizimle birlikte de, odanızda yalnız dayiyebilirsiniz. Nasıl isterseniz. Hadi çıkalımKolya, rahatsız etmeyelim prensi.


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook