sırasında beyninin bir anlığına aydınlandığı,yaşam gücünün olağanüstü güçlendiği gelmiştiaklına. Bir şimşeğin çakması kadar kısa olan buanda yaşam duygusu da, kendini algılaması daon kat artıyordu. Aklı, kalbi olağanüstü bir ışıklaaydınlanıyordu; tüm kaygıları, kuşkuları,tedirginliği sanki bir anda yok oluyor, müthiş birdinginliğin, berraklığın, uyumlu bir sevinç veumudun, eksiksiz bir idrakin içindeçözümleniyor ve açık nedenlere kavuşuyordu.Ama bütün bu saniyeler, bu şimşek çakması,hemen ardından nöbetin başlayacağı o nihaisaniyenin (hiçbir zaman bir saniyeden fazlasürmüyordu) habercisiydi sadece. O saniye deelbette dayanılmazdı. Daha sonra, sağlıklıyken osaniyeyi düşündüğünde sık sık şöyle diyordukendi kendine: “Tüm bu şimşekler,aydınlanmalarla varlığımı en yüksek düzeydehissetmem, kendi bilincime varmam, yani ‘enyüksek düzeydeki varoluş’ bir hastalık, normaldurumumun bozulması değil de nedir? Öyleyseyüksek bir varoluş falan değil, tersine varoluşunen kötüsü sayılması gerekir.” Yine de giderekson derece paradoksal bir sonuca varmıştı prens:
“Bu bir hastalıksa ne olmuş peki? Bu anormalgerginlik ya sonucun kendisiyse, ya dahasağlıklı durumdayken hissedilen, hatırlanan o anen yüksek düzeyde bir uyum, güzellik anıysa?Ya şimdiye kadar duyulmamış ani birdoygunluk, uyum ve uzlaşma duygusu veriyor,yaşamın en yüce senteziyle vect halinibirleştiriyorsa?” Bütün bu bulanık düşünceler,biraz zayıf olsalar da, son derece anlaşılırgeliyordu ona. Bunun gerçekten de “güzellik vevect”, “yaşamın en yüce sentezi” olduğundankuşku duyamaz, bunu aklından dahigeçiremezdi. Evet, o anda bazı hayallergörüyordu, ama bunlar bilinci bulandıran, ruhuçarpıtan haşhaş, afyon veya alkol gibi şeyleralındığında görülen olağandışı, boş hayallerebenziyor muydu? Hastalıklı durumu geçtiğindeson derece sağlıklı bir yorum getirebiliyordubuna. Bu anlar tam olarak bilincin aşırıgüçlenmesiydi: yani kısaca söylenirse, kendivarlığının bilincine varmakla birlikte, kendinison derece yoğun ve doğrudan hissetmek... Tamo saniyede, yani nöbet başlamadan öncekisaniyede kendine açıkça ve bilinçli olarak “Bu
an için hayatını verebilir insan!” diyebiliyorsa,demek o an gerçekten de değerdi bütünhayatına. Ne var ki çıkardığı sonucun diyalektikbölümü üzerinde pek durmuyordu: Aklınkörelmesi, ruhun kararması, budalalık bu “yücedakikaların” gayet açık sonuçları gibi geliyorduona. Buna itiraz edecek hali yoktu elbette.Sonuçta, yani o anı değerlendirmesinde hiçkuşku yok ki bir yanlışlık vardı, ancakhissettiklerinin gerçekliği yine de bir ölçüdeşaşırtıyordu onu. Gerçek karşısında ne gelirdielinden? Gerçekten öyle değil miydi, gerçektende o saniyenin, olanca yoğunluğuyla sınırsız birmutluluk hissettiği o saniyenin, hayatınadeğeceğini kendi kendine söyleyebilmişti yaişte. Moskova’da buluştukları bir gün şöyledemişti Rogojin’e: “Tam o anda şu olağanüstüartık zaman olmayacak sözü çok anlaşılır geliyorbana.” Gülümseyerek eklemişti sonra:“Muhammed’in sara nöbeti sırasında Allah’ınkatına çıkıp, devrilen testinin suyu boşalmadandöndüğü o an gibi bir andı bu.” ZatenMoskova’da çok sık buluşuyorlardı Rogojin’leve yalnız bundan söz etmiyorlardı. “Rogojin
demin onun kardeşi olduğumu söyledi; ilk kezbugün böyle bir şey söyledi,” diye düşündüprens.Yaz Bahçe’de bir ağacın altında banktaotururken bunları düşünüyordu. Saat yediyegeliyordu. Parkta kimsecikler yoktu. Batmaküzere olan güneşin önünü siyah bir şey bir aniçin kapadı. Hava bunaltıcıydı. Uzaktanyaklaşmakta olan bir fırtınayı haber veren birhavaydı sanki. Prensin o andaki düşünceli halicazip bir yem gibi çekiyordu sanki onu.Çevresinde gördüğü her şeye hatıralarıyla,aklıyla bağlanıyor, bundan da hoşlanıyordu. Oanda var olan acil bir şeyi unutmaya çalışıyor,gelgelelim çevresine bakındığı anda, kurtulmayıçok istediği o karanlık düşüncesi geliyorduaklına. Biraz önce yemek yediği lokantadagarsonla, o yakınlarda işlenmiş ve büyükgürültüye, birçok söylentiye neden olmuş çoktuhaf bir cinayetle ilgili konuştuğunu hatırladı.Ama o konuşmayı hatırlar hatırlamaz yine birtuhaflık çöktü üzerine.Karşı konulmaz, neredeyse ayartıcı bir istek
ansızın bütün benliğini sardı. Banktan kalktı,parktan çıkıp doğrudan Petersburg Yakası’nadoğru yürüdü. Biraz önce Neva kıyısındarastladığı birine Neva’nın karşısına, PetersburgYakası’na nasıl gidebileceğini sormuştu. Adamanlatmıştı ona nasıl gidileceğini. Ne var ki prenso yana yürümemişti. Nasıl olsa bugün gitmesigerekmiyordu oraya, biliyordu bunu. Adres deuzun zamandır ondaydı zaten; Lebedev’inakrabası kadının evini kolayca bulabilirdi. Amaonu orada bulamayacağından neredeyse emindi.“Kesinlikle Pavlovsk’a gitmiştir; öyle olmasaydı,Kolya konuştuğumuz gibi, bir haber bırakırdıVesı’da.” Dolayısıyla şimdi oraya gitmeyidüşünmesinin nedeni onu görmek değildi. İçinikarartan, ona acı veren bir meraktı onu orayaçeken. Ansızın yeni bir şey gelmişti aklına...O esnada yürüdüğünü, bir yere gitmekteolduğunu bilmek bile yeterliydi onun için. Birdakika sonraysa nereye gitmekte olduğunubilmeden yürümeye başlamıştı. Bu ansızın“aklına geliveren şeyi” düşünmek birden sonderece iğrenç, imkânsız gelmeye başlamıştı ona.İçini acıtan bir gerginlikle, karşısına çıkan her
şeye, gökyüzüne, Neva’ya büyük bir dikkatlebakıyordu. Bir ara karşılaştığı küçük bir çocuklabile konuşmuştu. Herhalde sarası giderekgüçleniyordu. Fırtınaysa yavaş yavaş da olsayaklaşıyor olmalıydı. Uzaklardan gelmeyebaşlamıştı gök gürültüsü. Hava boğucuolmuştu...Bazen onu bıktıran, canını sıkan bir müzikparçasının aklından çıkmadığı gibi, biraz öncegördüğü Lebedev’in yeğeni de nedense hiççıkmıyordu aklından. Tuhaf olan şuydu:Yeğenini onunla tanıştırırken Lebedev’in sözünüettiği cinayetin katili olarak hep o yeğengeliyordu gözünün önüne. Evet, kısa bir süreönce o katille ilgili bir şeyler okumuştu.Rusya’ya geldi geleli bu çeşit katillerle,cinayetlerle ilgili çok şey okumuş, duymuştuzaten. Bu tür olayları büyük bir dikkatleizliyordu. Biraz önce lokantada garsonlakonuşurken de özellikle Jemarinler’in katiliyleilgilenmişti. Garsonun ona hak verdiğinihatırlıyordu. Garsonu da hatırlıyordu; kafasıçalışan, ağırbaşlı, ciddi bir delikanlıydı. “Amaaslında nasıl biri olduğunu yalnızca Tanrı bilir.
İlk kez karşılaştığın birinin nasıl biri olduğunubilemezsin.” Ne var ki Rus ruhuna bütüniçtenliğiyle inanmaya başlamıştı. Evet, bu sonaltı ay içinde hiç bilmediği, duymadığı,beklemediği birçok değişiklik için az mı sıkıntıçekmişti! Ama yabancı ruhu karanlıktır,bilinmez, Rus ruhu da öyledir; çoğu insan içinkaranlıktır, bilinmez. Sözgelimi, uzun zamandırRogojin’le yakındır, “kardeş” gibidirler... pekitanıyor muydu Rogojin’i? Oysa kimi zaman herşey öylesine karışık, kaos içinde, düzensizoluyordu ki şaşırıyordu! Şu demin tanıdığıdelikanlı, Lebedev’in yeğeni ne iğrenç, kendinibeğenmiş, çıban başı gibi bir tipti öyle! “İyi ama,nedir benim bu yaptığım? (Düşünmeyisürdürüyordu prens:) O altı kişiyi öldüren oymuşsanki... Yine karıştırmaya başladım gibi geliyorbana... Ne tuhaf! Başım dönüyor gibi... AmaLebedev’in, kucağında bebekle ayakta duranbüyük kızının ne sempatik, sevimli bir yüzüvardı! Masum, neredeyse çocuksu bir ifade,neredeyse çocuksu bir gülümseme vardıyüzünde!” O yüzü hemen hemen unutmuşolması çok tuhaftı, ancak şimdi hatırlamıştı onu.
Tepinerek çocuklara gözdağı veren Lebedev’inonları taparcasına sevdiği belliydi. Ama iki kereikinin dört ettiği gibi kesin bir şey daha vardı:Yeğenini de taparcasına seviyordu Lebedev.Peki ama, daha bugün tanımışken nedenböylesine kesin karar veriyor, yargılıyorduonları? Hem Lebedev’in ta kendisi daha o günbilmece gibi değil miydi? Böyle bir Lebedevbekliyor muydu? Tanıdığı, bildiği Lebedevmiydi bu? Lebedev ve du Barry... Tanrım! Nevar ki Rogojin cinayet işleyecek olsa, en azındanöyle karman çorman yapmazdı bunu. Bir kaosyaratmazdı. Sapı işlemeli bir cinayet aletiyle, birhezeyan anında altı kişiyi... İyi ama Rogojin’dede sapı işlemeli bir şey var... onda... ama... buRogojin’in cinayet işleyeceği anlamına mı gelirille?! Birden ürperdi prens. “Utanmadan açıkaçık böyle varsayımlarda bulunmak, benim içinbir alçaklık, suç değil midir!” diye haykırdı,utancından bir anda kıpkırmızı oldu yüzü.Şaşkın bir halde, sokağın ortasında çakılmış gibidikiliyordu. Ansızın her şeyi hatırlamıştı: Birazönceki Pavlovsk istasyonunu, yine biraz öncekiNikolayevski istasyonunu, doğrudan Rogojin’in
yüzüne bakarak ona gözlerle ilgili sorduğusoruyu, şimdi boynunda asılı Rogojin’in haçını,Rogojin’in onu annesinin yanına götürdüğünü,annesinin onu kutsayışını, ayrılırlarkenRogojin’in merdivende söylediği son sözleri,onu heyecanla kucaklayışını... Sonra çevresindebir şeyleri ararken, o dükkânı, vitrindeki o şeyiararken yakalamıştı kendini... ne alçaklıktı bu!Bütün bunlardan sonra şimdi “belli bir amaçla”,özellikle “ani bir düşünceyle” şimdi bir yeredoğru gidiyordu! Bütün benliğini umutsuzluk veıstırap sardı birden. Hemen geri, oteline dönmekistedi; hatta dönüp yürümeye bile başlamıştı kibir dakika sonra durdu, bir an düşündü, tekrardönüp önceki yoluna devam etti.Petersburg yakasında, o evin yakınındaydızaten. Aslında önceki niyetiyle, yani “belli biramaçla!” gitmiyordu oraya şimdi. Hem olacakşey miydi bu! Hem hastalığı geri geliyordu, hiçkuşkusu yoktu bundan. Belki de o günkesinlikle gelecekti nöbet. Nöbetin yakınolmasındandı belki de tüm o karanlık, o“düşünce” de belki ondandı... Ama artıkkaranlık dağılmış, iblis kovulmuş, kararsızlık
kalmamıştı, kalbi sevinçle doluydu! Hem uzunzamandır görmemişti onu, görmeliydi ve... evet,tam o anda Rogojin’e rastlamak isterdi; elinitutar, birlikte yürürlerdi oraya... Kalbi temizdi,Rogojin’in rakibi miydi ki sanki? Yarıngidecekti Rogojin’e, onu gördüğünüsöyleyecekti. Çok doğru, demin Rogojin’indediği gibi uçarak gelmişti buraya, sırf onugörmek için gelmişti! Belki de orada bulacaktıonu. Pavlovsk’a gittiği kesin değil ya...Hem herkesin karşısındakini anlaması, birazönce Rogojin’in yaptığı gibi karamsar, tutkuluözverilerin olmaması için şimdi her şeyindürüstçe açıklanması ve... açıkça ortayadökülmesi gerekiyordu. Rogojin bunu yapamazmıydı yoksa?.. Onu olağan bir sevgiyle, onaacımadan sevdiğini söylüyor, içinde “herhangibir acıma duygusu olmadan”... Gerçi arkasındanşöyle de eklemişti: “Senin acıma duygun belkide benim aşkımdan da güçlüdür...” Ama bunusöylerken kendine haksızlık ediyordu. Hımm...Sonuçta kitabı almış Rogojin; bu da “acımaduygusu” ya da “acıma duygusu”nun başlangıcıdeğil mi işte? Yalnızca bu kitabın varlığı bile
ona olan duygusunun açığa vurulması değil denedir? Ya demin anlattıkları? Yok, tutkudan çokdaha derin bir şey bu. Onun yüzü yalnızca tutkumu uyandırıyor yani karşısındakinde? Hem oyüz tutku uyandırabilir mi ki artık? Istırap var oyüzde, karşısındakinin bütün ruhunu saran derinbir acı... o yüz... ve birden ıstırap verici,kavurucu anılarla sızladı prensin yüreği...Evet, sızlamıştı. Bir süre önce onda delilikbelirtileri fark ettiğinde içinin nasıl sızladığınıhatırlıyordu. O zaman neredeyse umutsuzluğadüşmüştü. Hem onu bırakıp Rogojin’ekaçtığında nasıl bırakabilmişti onu? Haberbekleyeceğine, onun arkasından koşmasıgerekmez miydi?.. Ama... Peki, Rogojin ondakideliliği bu güne kadar anlayamadı mı? Hım...Rogojin her şeyi başka nedenlere bağlıyor,tutkuya! Ne delice bir kıskançlık! Deminkiönerisiyle ne demek istemişti? (Birdenkıpkırmızı oldu prensin yüzü, yüreğinintitrediğini hissetti.)Şimdi bütün bunları hatırlamanın ne gereğivardı? İki tarafın da çılgınlığıydı burada söz
konusu olan. Bu kadını tutkuyla sevmek prensiçin tuhaf, neredeyse anlamsız olurdu, hattaacımasızlık, insanlıktan uzak bir şey... Evet,evet! Yok, kendine haksızlık ediyor Rogojin...Acımayı bilen, şefkatle dolu büyük bir yüreğivar onun. Bütün gerçeği öğrendiğinde, bu yarımakıllı, incinmiş kadının ne kadar zavallı, nekadar acınacak bir durumda olduğunuanlayınca, onun yüzünden çektiği acılarıntümünü bağışlamaz mı sanki? O zavallı kadınınkölesi, kardeşi, dostu, Tanrı’nın ona verdiği herşeyi olmaz mı? Acıma duygusu aklını başınagetirecek Rogojin’in, eğitecek onu. Acımaduygusu bütün insanlığın başlıca ve belki de tekyasasıdır. Ah, Rogojin’e karşı ne kadaraşağılıkça, bağışlanamaz biçimde suçluydu!Hayır, böylesine bir dehşeti tasavvuredebiliyorsa, “Rus ruhu” değil, onun ruhuydukaranlık olan. Heyecanlı, içten birkaç sözcüktensonra Moskova’da “kardeşim” demişti ona, oysao... Ama bütün bunlar hastalığının,sayıklamasının sonucu! Bütün bunlardüzelecekti!.. Demin “İnancımı yitirdim bile,”derken ne kadar üzgündü Rogojin! Çok acı
çekiyor olmalı! “Bu tabloya bakmayıseviyorum,” diyordu. Hayır, sevmiyor, bakmaihtiyacı hissettiği için bakıyor. Yalnızca tutkudanoluşmuş bir insan değil Rogojin. Bir yandan dabir savaşçı o... Yitirdiği inancını savaşarak gerikazanmaya çalışıyor. Bu acıtırcasına gerekliona... Evet! Bir şeye inanmak tutkusu! Birineinanmak! Holbein’in o tablosu da ne tuhaftır...Hah, işte o sokak! Ev de şu olmalı... No: 16,“Onuncu dereceden bayan devlet memuruFilisova’nın evi.” Burası işte! Kapının ziliniçaldı, Nastasya Filippovna’yı sordu.Ev sahibesi, Nastasya Filippovna’nınsabahleyin Pavlovsk’a, Darya Alekseyevna’yagittiğini ve “belki de efendim, orada birkaç günkalacaklarını” söyledi. Filisova kırk yaşlarında,keskin bakışlı, sivri yüzlü, ufak tefek birkadındı, insanın yüzüne kurnazca, dik dikbakıyordu. Prense adını sorunca (sorusunabilerek gizemli bir hava vermişti sanki) prensönce cevap vermek istemedi, ama giderkenbirden dönüp adını söyledi ve ziyaretiniNastasya Filippovna’ya özellikle bildirmesiniısrarla rica etti. Filisova onun bu ısrarını gayet
dikkatle ve tuhaf, gizemli bir tavırla (bunuözellikle göstermeye çalıştığı belliydi) dinledi ve“Hiç merak etmeyin, anladım efendim...” dedi.Prensin adı kadının üzerinde güçlü bir etkibırakmış gibiydi. Prens dalgın dalgın baktıyüzüne ve dönüp yürüdü. Oteline gidecekti. Nevar ki şimdi yüzü Filisova’nın kapısınıçaldığında olduğu gibi değildi. Tekrar, bir andamüthiş bir değişiklik olmuştu yüzünde: Şimdiyine bembeyaz, bitikti yüzü, acıyla, heyecanlakaplıydı. Dizleri titriyor, morarmış dudaklarındayitik, belli belirsiz bir gülümseme dolaşıyordu.“Ani düşünce”si gerçekleşmiş, doğrulanmıştı.Yine iblisine inanıyordu!Ama doğrulanmış mıydı? Gerçekleşmiş miydi?Neden yine soğuk soğuk titriyor, içi kararıyor,ruhu üşüyordu? Yoksa o gözleri tekrar gördüğüiçin mi? Oysa sırf onları, o gözleri görmek içinçıkmamış mıydı Yaz Bahçe’den! “Anidüşünce”sinin aslı bu değil miydi? “Daha öncegördüğü o gözlerle” orada, o evde kesinliklekarşılaşacağından emin olmak istemişti işte.Çılgınca bir istekti bu. Peki, gerçekten de onlarıorada gördüyse şimdi neden bu kadar şaşkın,
yıkılmıştı? Böyle bir şeyi beklemiyor gibiydi!Evet, aynı gözlerdi (aynı gözler olduğundanartık hiç kuşkusu yoktu!), sabahleyinNikolayevski İstasyonu’nda trenden inerkenkalabalık arasında ışıyan, daha sonra Rogojin’inevinde sandalyeye otururken arkasındayakaladığı aynı (kesinlikle aynı!) gözlerdi...Rogojin inkâr etmişti demin, çarpık, buz gibisoğuk bir gülümsemeyle sormuştu: “Kimingözleri olabilir?” Biraz önce Tsarskoye Selodemiryolu hattının istasyonunda (Aglaya’yagitmek üzere trene bindiğinde birden yinegörmüştü o gözleri, bu gün üçüncü kezoluyordu bu) Rogojin’e gitmeyi, ona “bugözlerin” kimin olduğunu sormayı çok istemişti.İstasyondan koşarak çıkmış, ancak bir bıçakçıdükkânının önünde, vitrinindeki altmış kapikdeğer biçtiği, sapı işlemeli geyik boynuzundanbir şeye bakarken gelmişti kendine. Tuhaf,korkunç bir iblis iyice eline geçirmişti onu,bırakmıyordu. Yaz Bahçe’de ıhlamur ağacınınaltında kendinden geçmiş bir durumda otururkenbu iblis fısıldıyordu kulağına: “Rogojin için senisabahtan beri izlemek, her attığın adımı bilmek
çok gerekli idiyse, Pavlovsk’a gitmeyeceğini (kibu bilgi onun için korkunç, kahredici bir şeyolurdu) öğrenince, sabahleyin dürüst bir insanolarak ‘Onu görmeye gitmeyeceğini’,‘Petersburg’a bunun için gelmediğini’ söylediğiniçin doğru oraya, Petersburg Yakası’ndaki o evegideceğini düşünüp seni o evde bekleyecektir.”Prens de hırsla o eve gitmişti işte; öyleysegerçekten de orada Rogojin’le karşılaşmasındaşaşılacak ne olabilirdi? Orada mutsuz, karamsar,ruhsal durumu bozuk biriyle karşılaşmıştı. Bu dason derece olağandı. Mutsuz adamgizlenmiyordu bile şimdi. Evet, az önce nedensesaklamıştı kendini Rogojin, yalan söylemişti,oysa istasyonda neredeyse hiç saklanmadandurmuştu. Hatta kendisi, prens saklanmıştıRogojin’den. Şimdi eve geldiğinde ise Rogojinelli adım ötede çapraz karşı kaldırımda kollarınıgöğsünün üzerinde kavuşturmuş, dikiliyordu.İyice ortadaydı ve sanki özellikle kendinigöstermek istiyordu. Bir suçlayıcı, bir yargıç gibiduruyordu orada, şey gibi değil... Peki, ne gibideğil?Peki, o, prens, kendi neden gitmemişti yanına
da, göz göze geldikleri halde, onu fark etmemişgibi öte yana çevirmişti başını... (Evet, göz gözegelmişlerdi! Birbirlerine bakmışlardı.) Evet, azönce onun elinden tutup oraya onunla birliktegitmek isteyen kendisi değil miydi? Yarın evinegidip, ona gittiğini söylemeyi düşünen kendisideğil miydi? Peki, demin oraya giderken yarıyolda içi birden sevinçle dolduğunda iblisinikovan kendisi değil miydi? Yoksa gerçekten dedeğişik bir şeyler mi vardı Rogojin’de, yanibugünkü Rogojin’in sözlerinde, davranışlarında,yaptıklarında, bakışlarında prensin korkunçönsezilerini, iblisinin fısıltılarını gerçekleştirecekbir şeyler mi vardı? Apaçık ortada olsa da kolaykolay analizi yapılamayan, anlatılamayan, yeterlikanıtlarla doğrulanamayan, yine de bütün buzorluklara, olanaksızlıklara karşın bir bütünolarak kalabilen, yadsınamayacak bir izlenimolabilen, ister istemez eksiksiz bir inancadönüşebilen bir şeyler?Neye olan inanç? (Ah, bu inancın, bu “aşağılıkönsezinin” korkunçluğu, “iğrençliği” ne çokeziyet ediyordu prense, ne çok suçluyordu kendikendini!) Durmadan sitemler ederek,
öfkelenerek kendi kendine şöyle diyordu:“Cesaretin varsa, bu inancın neye olduğunu dasöyle bakalım... Açıkça, olduğu gibi, yançizmeye çalışmadan söyle!..” Öfkeden yüzükıpkırmızı, “Ah! ne aşağılık bir adamım ben!”diye tekrarlıyordu. “Şimdi hayat boyu ne yüzlebakacağım bu adamın yüzüne! Of, ne kötü birgün bu! Ah Tanrım, tam bir kâbus!”Uzun ve acılarla dolu Petersburg Yakası’ndandönüş yolunun sonunda, bir anlığına karşıkonulmaz bir isteğe kapıldı prens: Hemen şimdiRogojin’e gidip evde onu bekleyecek, gelinceutanç içinde, gözyaşları dökerek kucaklayacakve ona her şeyi anlatıp bütün bunlara bir andason verecekti. Ama bu arada otelin önündebulmuştu kendini... Buraya ilk geldiğinde hiçsevmemişti bu oteli. Görür görmezkoridorlarından da, odalarından da, binanınkendinden de hoşlanmamış, gün boyunca birkaçkez akşama oraya dönmek zorunda olduğunutiksinerek hatırlamıştı... Avlu kapısının önündedurup sinirli bir gülümsemeyle şöyle geçirdiiçinden: “Bugün ne oluyor bana, hasta kadınlargibi her önsezime inanıyorum!” Tam kapıdan
girerken dayanılmaz yeni bir utanç, neredeysebir umutsuzluk dalgası olduğu yere mıhladı onu.Bir dakika öylece durdu. Bazen böyle olurinsana; dayanılmaz, özellikle utançla karışıkhatıraları ansızın olduğu yerde bir dakika öyledurdurur onu. Canı sıkkın, “Evet, kalpsiz, ödlekbiriyim ben!” diye tekrarladı kendi kendine veolduğu yerden koparcasına yürüdü, ama...birden durdu yine.Zaten karanlık olan kapı, kapkara bir fırtınabulutu akşamın ışığını yuttuğu için şimdi dahada karanlıktı. Tam prens binaya yaklaşmıştı ki,kara fırtına bulutu birden açıldı, yağmurunuboşalttı. Bu arada prens bir dakikalığına durduğuyerden kopup hızla yürümüş, tam sokakkapısının önüne gelmişti. O anda içerininkaranlığında, üst kata çıkan merdivenin başındabir adam gördü. Adam sanki birini bekliyordu,ama bir an görünüp kaybolmuştu. Adamı iyicegörememişti prens, dolayısıyla kim olduğunusöyleyemezdi. Ayrıca bir oteldi burası,merdivenlerden inen çıkan çok insan vardı. Amabirden o adamı kesinlikle tanıdığı ve Rogojinolduğu duygusuna kapıldı. Hemen adamın
arkasından merdivenden koşarak çıkmayabaşladı. Kalbi duracak gibi çarpıyordu. Tuhaf birkararlılıkla şöyle geçiriyordu içinden: “Her şeyanlaşılacak şimdi...”Prensin kapıdan geçip koşarak çıkmayabaşladığı merdiven iki yanında odalarınbulunduğu birinci ve ikinci katın koridorlarınaçıkıyordu. Eski yapıların hepsinde olduğu gibi,bu merdiven karanlık, dar, taş bir merdivendi vekalın bir taş sütunun çevresinde dolanarakyükseliyordu. İlk sahanlıktaki bu sütundagenişliği bir adımdan dar, derinliğiyse yarımadım, tam bir insanın sığabileceği kadar, nişbenzeri bir oyuk vardı. Prens, koşarak sahanlığaçıktığında, ortam karanlık olsa da, birisininnedense bu oyukta gizlendiğini fark etti. Bir ankoşarak geçmeyi, dönüp sağına bakmamayıdüşündü. Bir adım atmıştı ki dayanamayarakdönüp baktı.Önceki bir çift gözle, aynı gözlerle göz gözegelmişti. Oyukta gizlenen adam da oradançıkmış, ona doğru bir adım atmıştı. Bir saniyekarşı karşıya, neredeyse birbirlerinin soluğunu
duyacak kadar yakın durdular. Prens birdenomzundan tuttu adamı, merdivene, ışığa doğruçevirdi: Yüzünü iyice görmek istiyordu.Rogojin’in gözleri parladı, çılgın birgülümsemeyle yüzü çarpıldı. Sağ kolunukaldırdı, bir şey parladı elinde... Prens onunkolunu tutmayı düşünmemişti bile. Yalnızcaşöyle bir çığlık attığını hatırlıyordu:— Parfyon, inanmıyorum!..Arkasından ansızın bir şey açıldı önündesanki: İçinden gelen olağanüstü bir ışıkaydınlatmıştı ruhunu. O an belki yarım saniyekadar sürmüştü. Ne var ki o yarım saniyeninbaşlangıcını ve göğsünden kendiliğinden kopupçıkan, durdurmaya gücünün bir türlü yetmediğio korkunç çığlığının ilk sesini çok iyihatırlıyordu. Sonra bir anda yitirdi bilincini, herşey karanlığa büründü.Uzun zamandır gelmeyen sara nöbeti gelmişti.Bilindiği gibi sara nöbeti, özellikle düşürendedikleri çeşidi bir anda gelir. O anda saralınınyüzü çarpılır, özellikle gözleri kayar. Tüm
bedeninde, yüzünde kasılmalar olur.Anlatılamaz, hiçbir şeye benzemeyen korkunçbir çığlık kopar göğsünden. Bu çığlıkta insanaözgü her şey bir anda yok olur gider. Onu duyankişinin bu çığlığın karşısındaki insandançıktığını düşünmesi olanaksız, en azından çokzordur. Hatta karşısındakinin içindeki başka biriçığlık atıyor sanır. Hiç değilse çoğu kimse böylebir izlenime kapıldığını söylemiştir. Sarahastalarının nöbet anındaki görünüşü birçokkimseyi handiyse mistik bir yanı olananlatılamaz bir dehşete düşürür. Rogojin’in de,bütün öteki korkunç izlenimlerin yanında, o anınböylesine birdenbire gelen dehşeti karşısındadonup kaldığı söylenebilir. Bu da prensikaçınılmaz bıçak darbesinden kurtarmıştı.Prensin nöbet geçirmekte olduğunu henüzanlayamadan Rogojin onun sallanmayabaşladığını, birden sırtüstü düştüğünü,merdivenden aşağı yuvarlandığını, başınımerdivenin taş basamağına çarptığını görünce,onun üzerinden atlayıp neredeyse kendindeolmadan koşarak indi merdivenden, oteldençıkıp gitti.
Prens sarsılarak, titreyip kasılarak on beşbasamaktan fazla olmayan merdivenin dibinekadar yuvarlandı. Çok geçmeden, yaklaşık beşdakika sonra onu fark ettiler ve başına birkalabalık toplandı. Başının çevresindeki kanbirikintisi şaşkınlık yaratmıştı: Adam kendi midüşmüştü, yoksa “birinin günahı” mı sözkonusuydu? Yine de birileri bunun sara nöbetiolduğunu anlamakta gecikmemişti. Odahizmetlilerinden biri prensin otel müşterilerindenolduğunu söyledi. Sonunda güzel bir rastlantıylakargaşa sona erdi.Saat dörde doğru Vesı’da olmaya söz veren,ama Pavlovsk’a giden Kolya İvolgin, GeneralYepançin’in eşinin yemeğe kalması önerisinigeri çevirip ani bir kararla Petersburg’a dönmüşve saat yedi sularında Vesı’ya gelmişti. Kendisiiçin bırakılan nottan prensin kentte olduğunuöğrenince doğru nottaki adrese koşmuştu.Prensin dışarıda olduğunu öğrenince alt kattakibüfeye inmiş, çay içerek, org dinleyerekbeklemeye başlamıştı. Konuşmalardan birisininnöbet geçirdiğini öğrenince doğru bir önseziyleolay yerine koşmuş ve hemen tanımıştı prensi.
Hiç gecikmeden gereken her şey yapıldı. Prensiodasına taşıdılar. Ayılmıştı gerçi, ama bilinciuzun süre yerine gelmedi. Yaralı başına bakmasıiçin çağrılan doktor yaranın hiç tehlikeliolmadığını söyledi, kompres yaptı. Bir saat sonraprens iyice kendine gelip çevresinde olan bitenikavramaya başladığında Kolya onu oteldençıkardı, bir arabaya bindirip Lebedev’in evinegötürdü. Lebedev hastayı büyük bir coşkuyla,yerlere kadar eğilerek karşıladı. Onun içinyazlığa gitmeyi öne aldı. Üç gün sonra ailecePavlovsk’taydılar.
VILebedev’in yazlığı küçük, ama kullanışlı, hattagüzeldi. Kira için ayrılan bölümü özelliklesüslenmişti. Sokaktan girişteki oldukça genişverandada, yeşil tahta fıçılar içinde birkaçturunç, limon, yasemin fidanı vardı. Lebedev’egöre bu fidanlar eve büyük bir çekicilikveriyordu. Bu fidanların bir bölümü Lebedev evisatın aldığında da vardı. Onların verandayaverdikleri güzellik Lebedev’i öylesine etkilemiştiki, bir fırsatını bulmuş, açık arttırmadan yineöyle fıçıda birkaç fidan daha satın almıştı.Fidanlar eve getirilip verandaya yerleştirildiklerigün Lebedev birkaç kez verandanınmerdiveninden inip sokağa çıkmış ve sokaktanevine büyük bir hazla, uzun uzun bakmıştı. Hersokağa inip baktığında da yazlığını kiralayacakolan kişiden isteyeceği kirayı kafasında birazdaha arttırıyordu. Yazlık bitkin, yıkılmış, kederliprensin çok hoşuna gitmişti. Bununla birlikte,Pavlovsk’a geldikleri gün, yani sara nöbetininüzerinden üç gün geçtikten sonra prensin dışgörünüşü oldukça sağlıklıydı, ama ruhsal
yönden hâlâ iyi hissetmiyordu kendini. Bu üçgün çevresinde gördüğü herkes sevindirmiştionu. Yanından hemen hiç ayrılmayan Kolya’yı,Lebedev’in bütün ailesini (bir yerlere kaybolanyeğeni dışında), hatta Lebedev’i çevresindegörmekten mutlu oluyordu; ziyaretine gelenGeneral İvolgin’i bile seve seve kabul etmiştiyanına. Yazlığa geldikleri gün (ancak akşamvarabilmişlerdi Pavlovsk’a) birçok konuktoplanmıştı verandada: Önce Gavrila gelmişti.Prens zor tanımıştı onu, bu arada öylesinedeğişmiş, zayıflamıştı... Sonra Pavlovsk’tayazlıkları olan Varvara ile Ptitsın geldi. Generalİvolgin, Lebedev’in evinden hemen hiççıkmıyordu, sanki birlikte gelmişlerdi yazlığa.Lebedev, İvolgin’i prensin yanına sokmamayaçok dikkat ediyor, hep kendi yanında tutmayaçalışıyor, ona dostça davranıyordu. Görünüşteuzun zamandır tanışıyorlardı. Prens bu üç güniçinde ikisinin kimi zaman uzun uzunkonuştuklarını, bazen birbirlerine sesleriniyükselttiklerini, tartıştıklarını, hatta galibabilimsel konularda bile tartıştıklarını, butartışmaların ise Lebedev’e gizli bir haz verdiğini
fark etmişti. Generale ihtiyacı olduğu biledüşünülebilirdi. Yazlığa taşınmalarından sonraLebedev kendi ailesiyle ilgili de sıkı birtakımönlemler almıştı: Prensi rahatsız etmemeleri içinçocuklarını onun yanına sokmuyor, prensinoturduğu verandaya çıkacaklarındankuşkulandığı anda (çocukları kovalamaması içinprensin yaptığı bütün ricalara karşın) tepiniyor,kızlarını, bu arada kucağında bebekle Vera’yıbile kovalıyordu.Prensin doğrudan sorduğu soruya, sonundaşöyle karşılık vermişti:— Bir kere onları serbest bırakırsam saygıyıfalan unutuverirler. Ayrıca yakışık almaz...Prens biraz sitemle,— Peki ama, neden? diye sormuştu. Ne yalansöyleyeyim, beni böyle kolladığınız, başımdanöbet tuttuğunuz için rahatsız oluyorum. Aslındayalnız kalınca canım sıkılıyor. Birçok kezsöyledim size, sürekli elinizi kolunuzu sallayıpduruyorsunuz, parmaklarınızın ucuna basarakdolaşıyorsunuz evin içinde, bu daha da rahatsız
ediyor beni.Prens bununla, Lebedev’in hastanın rahatetmesi gerektiğini öne sürerek yanına kimseyisokmamasına karşın, kendisinin bu üç güniçinde neredeyse her dakika prensin yanınagirdiğini, her girişinde de önce kapıyı aralayıpbaşını uzatarak, onun içeride olup olmadığını,kaçıp kaçmadığını anlamaya çalışıyor gibi odayıgözden geçirdiğini, sonra parmaklarının ucunabasarak usulca oturduğu koltuğa yaklaştığını,hatta bazen onu ürküttüğünü ima etmekistiyordu. Lebedev sık sık gelip bir şey isteyipistemediğini soruyordu prense. Prens nihayetona kendisini artık rahat bırakmasını söylemeyebaşlayınca da Lebedev uysal, söz dinler birtavırla dönüyor, yine parmaklarının ucunabasarak kapıya yürüyor, bu arada kapıyagidinceye kadar da bunu öylesine yaptığını, artıkağzını açıp tek sözcük etmeyeceğini, bir dahaburaya da gelmeyeceğini anlatmak ister gibielini kolunu sallıyor, gelgelelim, on dakika,bilemediniz on beş dakika sonra tekrargeliyordu. Prensin yanına serbestçe girip çıkanKolya’ya çok canı sıkılıyordu Lebedev’in. Hatta
bu gururunu incitiyor, onu öfkelendiriyordu.Prensle oturup konuşurlarken Lebedev’in kapıdayarım saat dikilip konuşmalarına kulak kabarttığıKolya’nın gözünden kaçmıyordu, elbette bunuprense de söyledi.Prens söylendi Lebedev’e:— Kendi malınız gibi görüyorsunuz beni vekilit altında tutmaya çalışıyorsunuz. Hiç değilseyazlıktayken biraz değişiklik olsun istiyorum.Hem şunu da bilmenizi isterim ki, kimi istersemkonuk kabul edeceğim buraya, nereye istersemgideceğim.Elini kolunu sallamaya başladı Lebedev:— Bundan en küçük bir kuşkunuz olmasın.Prens tepeden tırnağa şöyle bir süzdü onu.— Ee, Lukyan Timofeyeviç, karyolanızınbaşucunda asılı o küçük dolabı da getirdiniz miburaya?— Hayır, getirmedim.— Yoksa orada mı bıraktınız?
— Getirilecek gibi değildir ki, duvarı kırmamgerekirdi... Çok sağlam gömülmüş duvara.— Herhalde burada da öyle bir dolabınızvardır?— Hatta daha iyisi, daha da iyisi. Bu evi deonun için aldım zaten.— Sahi, demin kimi sokmuyordunuz yanıma?Bir saat önce.— Şey... Generali efendim... Gerçekten de izinvermedim girmesine. Sizin yanınızda işi yokonun. O adama büyük saygım vardır prens; o...o büyük bir insandır efendim... İnanmıyormusunuz? Neyse, görürsünüz... Ama yine desaygıdeğer prens, onu yanınıza kabul etmeyinefendim.— İzninizle, neden böyle söylediğinizisorabilir miyim? Hem, Lebedev, neden şu andaparmaklarınızın ucuna basıyorsunuz ve herzaman yanıma sanki kulağıma bir sırfısıldayacakmış gibi geliyorsunuz?Lebedev duygulu bir tavırla göğsünü
yumruklayarak birden cevap verdi:— Alçağın biriyim ben, biliyorum bunu! Peki,general sizin için biraz fazla konukseverolmayacak mı efendim?— Fazla konuksever mi?— Evet efendim, fazla konuksever... Önceburaya taşınmayı düşünüyor. Önemi yok, varsıntaşınsın efendim. Ama taşkın yaradılışlı biridir,ayrıca aranızda hemen bir akrabalık bağı bulur.Biz onunla aramızda birkaç kez değişikakrabalık bağları bulduk ve sonunda bir türbacanak olduğumuz anlaşıldı. Siz de onun annetarafından kuzenlerinden birinin yeğenioluyormuşsunuz, daha dün açıklamıştı. Onunyeğeniyseniz, demek ki biz de sizinle akrabayızsaygıdeğer prens. Pek önemli olmayabilirdi bu,küçük bir zayıflık der geçerdim, ama şimdiısrarla söylediğine göre, asteğmenlik rütbesindeolduğu günlerden başlamak üzere geçen yılın onbir haziranına kadar geçen süre içinde evlerindeyemek masasına her gün iki yüz kişiden az insanoturmazmış. Sonunda öyle olmuş ki, öğleyemeğinin arkasından kalkmaz olmuş konuklar,
akşam yemeğine kadar masada oturmayabaşlamışlar, akşam yemeğini de yiyorlarmış,arkasından çay faslı başlıyormuş, sözün kısasıgünün on beş saati kalkmıyorlarmış masadan.Aralıksız otuz yıl devam etmiş bu böyle. Hattayemek masasının örtüsünü değiştirmeye bile zorfırsat oluyormuş. Konuğun biri kalkıp gidiyor,bir başkası geliyormuş. Hele yortularda, çarıntahta çıkış yıldönümlerinde bu sayı üç yüzübuluyormuş. Öyle ki Rusya’nın kuruluşununbininci yıl kutlama gününde sayı yedi yüz kişiyeçıkmış. Aslında hastalık onunki efendim... Buçeşit şeyler kötüye işarettir. Böylesine konukcanlısı birini eve almak da korkunç bir hata olur,ama şöyle düşündüm: Böyle konuksever birininbu evde bulunması benim için de, sizin için defazla olmaz mı?— Yanılmıyorsam, aranız fena değil?— Bir kardeş gibi davranıyorum ona veyaptıklarını ciddiye almıyorum. Varsın, bacanakolalım. Benim için şeref bile olur bu... İki yüzkişilik yemek masaları, Rusya’nın bininci yılıkutlamaları bir yana, ben harika bir insan olarak
görüyorum onu. İnanın, bütün içtenliğimlesöylüyorum bunu efendim. Demin sırlardan sözediyordunuz efendim, yani size bir sır vermekistiyormuşum gibi yanınıza sokuluyormuşum,öyle diyordunuz. Gerçekten de bir sır var ortada:Malum kadın bugün haber yollamış, sizinlegörüşmeyi çok istiyormuş, gizli olarak...— Neden gizli? Kesinlikle olmaz. Ben kendimgidip görürüm kendisini, belki de bugün...Lebedev elini kolunu sallayarak,— Sakın, kesinlikle olmaz, dedi. Sizindüşündüğünüz şeyden korktuğu için değil.Aklıma gelmişken söyleyeyim, canavar düzenliolarak her sabah gelip sağlığınızın nasılolduğunu soruyor, bunu biliyor muydunuz?— Ondan söz ederken nedense pek sıkcanavar diyorsunuz. Bu çok kuşkulandırıyorbeni.Hemen karşı çıktı Lebedev:— Kuşkulanmanıza hiç gerek yok, hiç yok...Benim size söylemek istediğim, malum kadının
ondan değil, bambaşka birinden korktuğuydu.Prens, Lebedev’in yüzünü pek anlamlı biçimdekırıştırmasına bakarak sabırsız,— Ne söyleyecekseniz çabuk söyleyin hadi..Gülümsedi Lebedev.— Sır burada işte.— Kimin sırrıymış bu? diye sordu prens.Lebedev,— Sizin sırrınız. Yanınızda konuşmamamı sizistediniz benden çok sayın prens... diyemırıldandı (Karşısındakinin merakını aşırıtutkulu bir sabırsızlığa vardırdığı için mutlu,birden şöyle bağladı sözünü:) Aglayaİvanovna’dan korkuyor.Prens yüzünü buruşturdu, bir dakika kadarsessiz durdu. Sonra birden,— Yemin ederim, evinizden ayrılacağımLebedev, dedi. Gavrila Ardalionoviç ile Ptitsınlarnerede? Sizin evinizde mi kalıyorlar? Onları da
evinize aldınız demek.— Gelecekler efendim, gelecekler. General depeşlerinde. Bütün kapıları açacağım, kızlarımıda, hepsini hemen şimdi, şimdi çağıracağım.Lebedev korkuyormuş gibi alçak sesle, elinikolunu sallayarak, bir kapıdan ötekinekoşturarak konuşuyordu.Tam o sırada Kolya sokaktan bahçeye girmiş,verandaya çıkmıştı. Beraberinde konuklarınolduğunu, Lizaveta Prokofyevna’nın üç kızıylabirlikte onu görmeye geldiğini söyledi.Bu habere şaşırmıştı Lebedev.— Ptitsınlar’la Gavrila Ardalionoviç’i de içerialayım mı? diye atıldı. General de gelsin mi?— Neden gelmeyecekmiş? Kim istersebuyursun gelsin! İnanın Lebedev, ta baştanyanlış anladınız siz beni. Hep yanıldınız.(Gülümsedi prens.) Kimseden gizleyecek birşeyim yok benim.Onun gülümsediğini görünce Lebedev de
gülümsemeyi kendisi için bir görev saymış,gülümsemişti. Son derece heyecanlı olmasınakarşın, görünüşte durumdan hoşnuttu.Kolya’nın söylediği doğruydu. Yepançinler’ingelişini haber vermek için önden yürümüştü.Konuklar bir anda iki yandan (Yepançinlerverandadan, Ptitsınlar, Gavrila ve Generalİvolgin kapıdan) girmişti.Yepançinler, prensin hastalığını ve onunPavlovsk’ta olduğunu Kolya’dan daha yeniöğrenmişti. Generalin eşi o zamana kadar büyükbir şaşkınlık içindeydi. General prensin kartınıdaha üç gün önce getirmişti. Bu kart LizavetaProkofyevna’da prensin kartın arkasındanhemen Pavlovsk’a geleceği, onları ziyaretedeceği kanısını uyandırmıştı. Kızlar altı aydırbir mektup bile yazmamış bir insanın şimdihemen onları ziyarete gelmeyeceğini, ayrıcaPetersburg’da belki birçok işinin olduğunu,onları düşünecek durumunun bileolmayabileceğini anlatmaya çok uğraşmışlardı,ama boşuna... Lizaveta Prokofyevna kızlarınınbu sözlerine çok kızıyordu ve prensin
Pavlovsk’a geldiğinin en geç ertesi günü, “gerçio bile geçti ya”, onları ziyarete geleceğine bahsegirmeye hazırdı. Ertesi gün sabahtan öğlenekadar bekledi; yemeğe beklediler, akşamabeklediler, artık hava iyice karardığında LizavetaProkofyevna pek bir sinirli oldu, herkeseçatmaya başladı. Ne var ki önüne gelenesöylenirken prensten tek sözcükle bileetmiyordu. Üçüncü gün de prensin adı hiçgeçmedi evde. Yemekte Aglaya, prensziyaretine gelmediği için “maman”ın sinirlerininbozuk olduğunu ağzından kaçırınca ve generalde “bunda kendisinin bir suçu olmadığını”söyleyince Lizaveta Prokofyevna birdenmasadan kalkmış, öfkeyle çıkmıştı yemekodasından. Sonunda Kolya akşama doğruprensin hasta olduğu haberiyle gelmiş,bildiklerini anlatmıştı. Bunun üzerine pekrahatlamıştı Lizaveta Prokofyevna, ama yine deazarlamadan edememişti Kolya’yı: “Günlerceoturup durursun evimizde, kovsak gitmezsin...kendin gelemediysen lütfedip bir haberyollasaydın bari...” Kolya “kovsak” sözcüğüneöfkeyle karşılık vermek istemişse de bunu başka
bir zamana ertelemişti. Prensin hasta olduğunuduyduğunda Lizaveta Prokofyevna’nın heyecanıve telaşı öylesine hoşuna gitmişti ki, bu sözcük okadar ağır olmasa bağışlayabilir, unutabilirdi de.Lizaveta Prokofyevna uzun süre, Petersburg’aadam yollayıp ilk trenle en ünlülerinden birdoktor getirtmelerinde ısrar etmiş, ama kızlarıonu bu ısrarından vazgeçirmişti. Yine deanneleri hemen hastayı ziyarete gitmeyekalkışınca arkasına takılmışlardı.Telaşlanmış, şöyle demişti LizavetaProkofyevna:— Prens orada ölüm döşeğinde, biz buradagörgü kurallarının derdindeyiz. Sonuçta ailedostumuz mu, değil mi?— İyi ama, paldır küldür gidilmez ki oraya,demişti Aglaya.— Öyleyse sen gelme; doğrusu iyi de edersin:Biraz sonra Yevgeniy Pavloviç gelecek, onukarşılayacak kimse yok evde.Bunun üzerine hemen gidenlerin peşine
takılmıştı Aglaya. Aslında o da gitmekniyetindeydi. Adelaida’nın yanında oturan PrensŞ., Adelaida’nın ricası üzerine bayanlara eşliketmeye razı olmuştu. Yepançinler’le yenitanıştığı günlerde de prensin adını duyduğundaçok ilgilenmişti. Sonradan onunla tanıştığı daanlaşılmıştı. Üç ay önce küçük bir kasabada ikihafta bir arada olmuşlardı. Hatta Prens Ş.,prensle ilgili o kadar çok şey anlatmış vegenellikle onunla ilgili o kadar güzel şeylersöylemişti ki, eski tanıdığını ziyaret etmeyeşimdi seve seve gidiyordu. General İvanFyodoroviç bu kez evde değildi. YevgeniyPavloviç de henüz gelmemişti.Yepançinler’in eviyle Lebedev’in evi arasındaen çok üç yüz adım vardı. Prensin yanındaLizaveta Prokofyevna’nın canını sıkan ilkizlenimi, etrafında büyük bir kalabalığınbulunması, hele bu kalabalığın arasında hiçhoşlanmadığı iki üç kişinin olmasıydı. İkinciizlenimi ise şaşkınlıktı: Ölüm döşeğindebulacağını düşündüğü prens gayet şık giyimli,sapasağlam, yüzünde gülücükler, karşılamakiçin onlara doğru yürüyordu. Lizaveta
Prokofyevna şaşkınlık içinde olduğu yerdekalakalmış, bu durum da Kolya’yı çok mutluetmişti. Lizaveta Prokofyevna’ya evdenayrılmadan önce, kimsenin ölüm döşeğindeolmadığını pekâlâ açıklayabilirdi, amaaçıklamamıştı, çünkü onun en iyi dostunukarşısında hasta değil, sağlıklı bulduğundaşaşkınlığından ne komik duruma düşeceğinibiliyordu, özellikle de bunun için kurnazlıketmiş, durumu anlatmamıştı ona. Aralarında sıksık öfkeli atışmalar geçse de, yakın dostlukbağıyla bağlı olduğu Lizaveta Prokofyevna’yıkızdırmak için yapmıştı bunu.Lizaveta Prokofyevna prensin kendisineoturması için gösterdiği koltuğa yerleşirkensöyleniyordu Kolya’ya:— Dur hele canım, acele etme bakalım, beklebiraz, hemen sevinme zaferine!Lebedev, Ptitsın, General İvolgin kızlarasandalye vermek için atıldılar. Aglaya’yageneral verdi sandalyeyi. Lebedev bu aradaderin saygılarını belirtmek için yerlere kadareğilerek Prens Ş.’ye bir sandalye verdi. Varvara
her zaman olduğu gibi heyecanla, fısıldayarakselamlaştı kızlarla.— Ne yalan söyleyeyim prens, seni yataktabulacağımı sanıyordum, yaşlı olduğum için olayıöylesine büyütmüşüm ki, doğrusunu istersen,buraya gelip de seni ışıl ışıl yüzünle sağlıklıgörünce, yemin ederim, bir an canım çok sıkıldı,ama hemen toparladım kendimi. Her zamanböyleyimdir, düşününce daha bir akıllıcakonuşur, davranırım. Bu konuda sen de öylesin.Öte yandan, oğlum olsaydı ve de hastalansaydı,iyileştiğini gördüğümde seni şu anda iyileşmişgördüğümden daha çok sevinemezdim... Banainanmıyorsan bu benim değil, senin ayıbındır.Şu haylaz çocuk bazen böyle kötü şakalaryapıyor bana. Sanırım sen onu korursun. Amauyarırım seni, inan, güzel bir günün sabahı onundostu olma onurunu temelli yasaklayacağımkendime...Kolya,— Ne suçum var benim? diye haykırdı.Prensin durumunun iyi olduğunu kaç kezanlatmaya çalıştım size, bir türlü inanmak
istemediniz. Çünkü onu ölüm döşeğindedüşünmek çok daha ilginç geliyordu size.Lizaveta Prokofyevna prense döndü:— Çok kalacak mısın burada?— Bütün yaz, belki daha da uzun.— Yalnız mısın? Daha evlenmedin mi?İğneli takılmanın saflığına gülümsedi prens.— Hayır, evlenmedim.— Gülünecek bir şey yok; böyle şeyler oluyor.Yazlık konusuna gelince, neden bizim yanımızayerleşmedin? Bağımsız bomboş bir bölümümüzvar. Ama neyse, sen bilirsin. (Başıyla Lebedev’igöstererek alçak sesle ekledi:) Burasını ondan mıkiraladın? Şundan? Ne diye öyle kırıtıp duruyor?O sırada Vera, her zaman olduğu gibikucağında bebekle iç odalardan verandaya çıktı.Sandalyelerin çevresinde dört dönen, nereyegideceğini bilemeyen, ama verandadan çıkmakda istemeyen Lebedev, elini kolunu sallayarakbirden Vera’ya doğru koştu. Onu dışarı
çıkarmaya çalışıyor, hatta kendini kaybetmişgibi tepiniyordu.Lizaveta Prokofyevna birden,— Deli mi bu adam? Dedi.— Yo, o...— Sakın sarhoş olmasın? (LizavetaProkofyevna öteki konuklara da şöyle birbaktıktan sonra sert bir tavırla ekledi:) Pek iyi birçevrede değilsin... Ama şu kız ne tatlı! Kimdiro?— Vera Lukyanovna... Lebedev’in kızı.— Ya!.. Çok tatlıymış. Tanışmak istiyorumonunla.Lizaveta Prokofyevna’nın Vera’yı övdüğünüduyan Lebedev, bu kez Vera’yı yakalayıp,tanıştırmak için Lizaveta Prokofyevna’nınyanına çekelemeye başlamıştı.Ezilip büzülerek yaklaşırken mırıldanıyordu:— Öksüzlerim efendim! Öksüzlerim! Onun
kucağındaki de öksüz kız kardeşidir efendim,kızım Lyubov, bundan altı hafta önce onudoğururken Tanrı’mın emriyle ruhunu teslimeden nikâhlı karım Yelena’dan doğma yetimevladım... Evet efendim... Yalnızca ablası olsada, annelik ediyor ona işte... evet efendim,ablasından başka bir şey değil...Lizaveta Prokofyevna birden öfkeyle kestisözünü:— İyi ama anam babam, sen de aptaldan başkabir şey değilsin, kusura bakma. Neyse yeter,sanırım ne demek istediğimi anlıyorsun...Lebedev son derece saygılı, yerlere kadareğilerek,— Çok doğru efendim! dedi.Aglaya girdi araya:— Bakar mısınız Bay Lebedev, sizin birApokalipsis yorumcusu olduğunuzu söylüyorlar,doğru mu bu?— Çok doğru efendim... On beş yıldan beri...
— Sizden söz edildiğini duymuştum. Sanırımgazetelerde de sizinle ilgili yazılar çıktı.Lebedev sevinçten kendinde değilmiş gibi,— Hayır, o başka bir yorumcuydu efendim,dedi. O öldü, yerine ben geçtim.— Rica etsem, komşuluk adına bir ara bana dabiraz yorum yapar mısınız? Apokalipsis’i hiçanlamıyorum.O ana kadar iğne üzerinde oturuyormuş gibi,büyük bir heyecan içinde konuşmaya karışmafırsatını ne zaman yakalayacağını bekleyenGeneral İvolgin birden araya girdi:— Sizi uyarmadan edemeyeceğim Aglayaİvanovna, şarlatanlıktan başka bir şey değildironun yaptığı, inanın bana... (Geçip Aglayaİvanovna’nın yanına oturduktan sonra sürdürdükonuşmasını:) Yazlıkçı olmanın elbette birtakımkuralları, kendine özgü hazları vardır efendim;Apokalipsis’i yorumluyorum diyen taklitçiler deeğlenceli olabilir elbette, hatta ilginç, zekice bireğlence... Ama ben... Sanırım şaşkınlıkla
bakıyorsunuz bana. Kendimi tanıtmaktan onurduyarım: General İvolgin. Bir zamanlar sizikucağımda gezdirirdim Aglaya İvanovna.Aglaya kahkahalarla gülmemek için kendinizor tutarak mırıldandı:— Çok sevindim. Varvara Ardalionovna ileNina Aleksandrovna’yı tanıyorum.Lizaveta Prokofyevna’nın yüzü bir andakıpkırmızı oldu. Bir süredir içinde birikenleridışa vurmak istedi. Bir zamanlar, ama çokeskilerde tanıştığı General İvolgin’den hiçhoşlanmazdı. Öfkeyle kesti sözünü:— Her zaman olduğu gibi, yine yalansöylüyorsun azizim... Hiçbir zaman kucağındagezdirmedin sen onu.Aglaya birden,— Unutmuş olacaksınız anneciğim, diye arayagirdi. Gerçekten kucağında gezdiriyordu beni.Tver’de... O zamanlar Tver’deydik. Altıyaşındaydım, hatırlıyorum. Okla yay yapmıştıbana, ok atmayı öğretmişti, bir güvercin bile
vurmuştum. Hatırlıyor musunuz, birlikte okla birgüvercin vurmuştuk?Adelaida,— Bana da kartondan bir miğferle tahtadan birkılıç getirmişti, diye araya girdi. Çok iyihatırlıyorum!Aleksandra,— Ben de hatırlıyorum, diye doğruladı kızkardeşlerini. Yaralı güvercin yüzünden kavgayatutuşmuştunuz da, köşede cezaya dikmişlerdisizi. Adelaida öyle başında miğferiyle, elindetahta kılıcıyla dikilmişti köşede.Aglaya’yı kucağında gezdirdiğini sırfkonuşmaya başlamak amacıyla öylesinesöylemişti general. Gençlerle tanışmayı gerekligördüğünde söze hemen her zaman böylegirerdi. Gelgelelim bu kez aksi gibi gerçeğisöylemişti. Hem de unuttuğu bir gerçeği. Öyle kiAglaya onunla birlikte okla bir güvercinvurduklarını söylediğinde, yaşlı insanlarda uzakgeçmişi hatırlamakta pek sık görüldüğü gibi,
belleği bir anda aydınlanmış, olayı en küçükayrıntısına varana kadar hatırlamıştı. Zavallıgenerali (her zaman olduğu gibi hafifçakırkeyifti de) bu anısında neyin öylesineduygulandırdığını söylemek güçtü. Birden çoketkilenmişti.— Hatırlıyorum, her şeyi hatırlıyorum! diyebağırdı. Yüzbaşıydım o zamanlar. Minnacık, çoksevimli bir çocuktunuz. Nina Aleksandrovna...Gavrila... ben sizdeydik... Evinize kabuletmiştiniz bizi. İvan Fyodoroviç...Lizaveta Prokofyevna kesti generalin sözünü:— Bak şimdi ne hale gelmişsin ama! Bu kadaretkilendiğine göre, anlaşılan, soylu duygularınıntümünü henüz içkiyle birlikte içip bitirmişdeğilsin! Karına çok eziyet ettin. Çocuklarınınbaşında duracak yerde, borçlular cezaevindeyatıyorsun. Yıkıl karşımdan azizim, bir yere git,bir kapı arkasına veya köşeye çekil, ağla orada,eski masum günlerini hatırla, belki bağışlar seniTanrı. Hadi yürü, yürü, ciddi söylüyorum.Ruhun temizlenmesi için en iyi yol insanıngeçmişini pişmanlıkla hatırlamasıdır.
Ne var ki Lizaveta Prokofyevna’nın ciddisöylediğini belirtmesine aslında hiç gerek yoktu.General, her sarhoş gibi aşırı hassastı ve çokdüşmüş her sarhoş gibi de mutlu geçmişindenhatıralar ağır geliyordu ona. Kalkıp uysalcakapıya yürüdü, öyle ki o anda acıdı ona LizavetaProkofyevna. Arkasından seslendi:— Ardalion Aleksandroviç, dostum! Birdakika dur. Hepimiz günahkârız. Vicdanınındaha az sızladığını hissettiğinde bana gel, oturupsohbet ederiz, geçmişten konuşuruz. Kim bilir,belki de ben senden elli kat daha günahkârımdır.Neyse, şimdilik güle güle. Ama şimdi git, sanagöre değil burası...Generalin geri döneceğinden korkmuştu biran.Prens babasının arkasından koşmaya davrananKolya’yı durdurdu.— Şimdilik arkasından gitmeseniz iyiedersiniz. Yoksa hemen içerler ve şu anın etkiside kaybolur.
Lizaveta Prokofyevna destekledi prensi:— Doğru, hiç ilişme ona şimdi. Yarım saatsonra gidersin yanına.Lebedev cesaretini toplayıp söze karıştı:— Hayatında bir kez olsun doğruyu söylemekneler yapıyor insana, görüyorsunuz, ağladıadamcağız!Hemen susturdu onu Lizaveta Prokofyevna:— Kulağıma gelenler doğruysa, hani sen dehiç fena değilmişsin canım...Prensin yanında toplanmış konukların karşılıklıilişkileri yavaş yavaş belirginleşmeye başlamıştı.Prens, Lizaveta Prokofyevna’nın da, kızlarınında onu ziyarete gelmekle kendisine gösterdikleriyakınlığın değerini bilecek durumdaydı vebiliyordu da. Elbette onlar ziyaretine gelmedenkendisinin hasta olduğuna da, saatin geçolduğuna da bakmadan, onları bugün ziyaretetmek niyetinde olduğunu bütün içtenliğiyleaçıklamıştı. Lizaveta Prokofyevna prensinkonuklarını tek tek inceledikten sonra, bu
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 877
- 878
- 879
- 880
- 881
- 882
- 883
- 884
- 885
- 886
- 887
- 888
- 889
- 890
- 891
- 892
- 893
- 894
- 895
- 896
- 897
- 898
- 899
- 900
- 901
- 902
- 903
- 904
- 905
- 906
- 907
- 908
- 909
- 910
- 911
- 912
- 913
- 914
- 915
- 916
- 917
- 918
- 919
- 920
- 921
- 922
- 923
- 924
- 925
- 926
- 927
- 928
- 929
- 930
- 931
- 932
- 933
- 934
- 935
- 936
- 937
- 938
- 939
- 940
- 941
- 942
- 943
- 944
- 945
- 946
- 947
- 948
- 949
- 950
- 951
- 952
- 953
- 954
- 955
- 956
- 957
- 958
- 959
- 960
- 961
- 962
- 963
- 964
- 965
- 966
- 967
- 968
- 969
- 970
- 971
- 972
- 973
- 974
- 975
- 976
- 977
- 978
- 979
- 980
- 981
- 982
- 983
- 984
- 985
- 986
- 987
- 988
- 989
- 990
- 991
- 992
- 993
- 994
- 995
- 996
- 997
- 998
- 999
- 1000
- 1001
- 1002
- 1003
- 1004
- 1005
- 1006
- 1007
- 1008
- 1009
- 1010
- 1011
- 1012
- 1013
- 1014
- 1015
- 1016
- 1017
- 1018
- 1019
- 1020
- 1021
- 1022
- 1023
- 1024
- 1025
- 1026
- 1027
- 1028
- 1029
- 1030
- 1031
- 1032
- 1033
- 1034
- 1035
- 1036
- 1037
- 1038
- 1039
- 1040
- 1041
- 1042
- 1043
- 1044
- 1045
- 1046
- 1047
- 1048
- 1049
- 1050
- 1051
- 1052
- 1053
- 1054
- 1055
- 1056
- 1057
- 1058
- 1059
- 1060
- 1061
- 1062
- 1063
- 1064
- 1065
- 1066
- 1067
- 1068
- 1069
- 1070
- 1071
- 1072
- 1073
- 1074
- 1075
- 1076
- 1077
- 1078
- 1079
- 1080
- 1081
- 1082
- 1083
- 1084
- 1085
- 1086
- 1087
- 1088
- 1089
- 1090
- 1091
- 1092
- 1093
- 1094
- 1095
- 1096
- 1097
- 1098
- 1099
- 1100
- 1101
- 1102
- 1103
- 1104
- 1105
- 1106
- 1107
- 1108
- 1109
- 1110
- 1111
- 1112
- 1113
- 1114
- 1115
- 1116
- 1117
- 1118
- 1119
- 1120
- 1121
- 1122
- 1123
- 1124
- 1125
- 1126
- 1127
- 1128
- 1129
- 1130
- 1131
- 1132
- 1133
- 1134
- 1135
- 1136
- 1137
- 1138
- 1139
- 1140
- 1141
- 1142
- 1143
- 1144
- 1145
- 1146
- 1147
- 1148
- 1149
- 1150
- 1151
- 1152
- 1153
- 1154
- 1155
- 1156
- 1157
- 1158
- 1159
- 1160
- 1161
- 1162
- 1163
- 1164
- 1165
- 1166
- 1167
- 1168
- 1169
- 1170
- 1171
- 1172
- 1173
- 1174
- 1175
- 1176
- 1177
- 1178
- 1179
- 1180
- 1181
- 1182
- 1183
- 1184
- 1185
- 1186
- 1187
- 1188
- 1189
- 1190
- 1191
- 1192
- 1193
- 1194
- 1195
- 1196
- 1197
- 1198
- 1199
- 1200
- 1201
- 1202
- 1203
- 1204
- 1205
- 1206
- 1207
- 1208
- 1209
- 1210
- 1211
- 1212
- 1213
- 1214
- 1215
- 1216
- 1217
- 1218
- 1219
- 1220
- 1221
- 1222
- 1223
- 1224
- 1225
- 1226
- 1227
- 1228
- 1229
- 1230
- 1231
- 1232
- 1233
- 1234
- 1235
- 1236
- 1237
- 1238
- 1239
- 1240
- 1241
- 1242
- 1243
- 1244
- 1245
- 1246
- 1247
- 1248
- 1249
- 1250
- 1251
- 1252
- 1253
- 1254
- 1255
- 1256
- 1257
- 1258
- 1259
- 1260
- 1261
- 1262
- 1263
- 1264
- 1265
- 1266
- 1267
- 1268
- 1269
- 1270
- 1271
- 1272
- 1273
- 1274
- 1275
- 1276
- 1277
- 1278
- 1279
- 1280
- 1281
- 1282
- 1283
- 1284
- 1285
- 1286
- 1287
- 1288
- 1289
- 1290
- 1291
- 1292
- 1293
- 1294
- 1295
- 1296
- 1297
- 1298
- 1299
- 1300
- 1301
- 1302
- 1303
- 1304
- 1305
- 1306
- 1307
- 1308
- 1309
- 1310
- 1311
- 1312
- 1313
- 1314
- 1315
- 1316
- 1317
- 1318
- 1319
- 1320
- 1321
- 1322
- 1323
- 1324
- 1325
- 1326
- 1327
- 1328
- 1329
- 1330
- 1331
- 1332
- 1333
- 1334
- 1335
- 1336
- 1337
- 1338
- 1339
- 1340
- 1341
- 1342
- 1343
- 1344
- 1345
- 1346
- 1347
- 1348
- 1349
- 1350
- 1351
- 1352
- 1353
- 1354
- 1355
- 1356
- 1357
- 1358
- 1359
- 1360
- 1361
- 1362
- 1363
- 1364
- 1365
- 1366
- 1367
- 1368
- 1369
- 1370
- 1371
- 1372
- 1373
- 1374
- 1375
- 1376
- 1377
- 1378
- 1379
- 1380
- 1381
- 1382
- 1383
- 1384
- 1385
- 1386
- 1387
- 1388
- 1389
- 1390
- 1391
- 1392
- 1393
- 1394
- 1395
- 1396
- 1397
- 1398
- 1399
- 1400
- 1401
- 1402
- 1403
- 1404
- 1405
- 1406
- 1407
- 1408
- 1409
- 1410
- 1411
- 1412
- 1413
- 1414
- 1415
- 1416
- 1417
- 1418
- 1419
- 1420
- 1421
- 1422
- 1423
- 1424
- 1425
- 1426
- 1427
- 1428
- 1429
- 1430
- 1431
- 1432
- 1433
- 1434
- 1435
- 1436
- 1437
- 1438
- 1439
- 1440
- 1441
- 1442
- 1443
- 1444
- 1445
- 1446
- 1447
- 1448
- 1449
- 1450
- 1451
- 1452
- 1453
- 1454
- 1455
- 1456
- 1457
- 1458
- 1459
- 1460
- 1461
- 1462
- 1463
- 1464
- 1465
- 1466
- 1467
- 1468
- 1469
- 1470
- 1471
- 1472
- 1473
- 1474
- 1475
- 1476
- 1477
- 1478
- 1479
- 1480
- 1481
- 1482
- 1483
- 1484
- 1485
- 1486
- 1487
- 1488
- 1489
- 1490
- 1491
- 1492
- 1493
- 1494
- 1495
- 1496
- 1497
- 1498
- 1499
- 1500
- 1501
- 1502
- 1503
- 1504
- 1505
- 1506
- 1507
- 1508
- 1509
- 1510
- 1511
- 1512
- 1513
- 1514
- 1515
- 1516
- 1517
- 1518
- 1519
- 1520
- 1521
- 1522
- 1523
- 1524
- 1525
- 1526
- 1527
- 1528
- 1529
- 1530
- 1531
- 1532
- 1533
- 1534
- 1535
- 1536
- 1537
- 1538
- 1539
- 1540
- 1541
- 1542
- 1543
- 1544
- 1545
- 1546
- 1547
- 1548
- 1549
- 1550
- 1551
- 1552
- 1553
- 1554
- 1555
- 1556
- 1557
- 1558
- 1559
- 1560
- 1561
- 1562
- 1563
- 1564
- 1565
- 1566
- 1567
- 1568
- 1569
- 1570
- 1571
- 1572
- 1573
- 1574
- 1575
- 1576
- 1577
- 1578
- 1579
- 1580
- 1581
- 1582
- 1583
- 1584
- 1585
- 1586
- 1587
- 1588
- 1589
- 1590
- 1591
- 1592
- 1593
- 1594
- 1595
- 1596
- 1597
- 1598
- 1599
- 1600
- 1601
- 1602
- 1603
- 1604
- 1605
- 1606
- 1607
- 1608
- 1609
- 1610
- 1611
- 1612
- 1613
- 1614
- 1615
- 1616
- 1617
- 1618
- 1619
- 1620
- 1621
- 1622
- 1623
- 1624
- 1625
- 1626
- 1627
- 1628
- 1629
- 1630
- 1631
- 1632
- 1633
- 1634
- 1635
- 1636
- 1637
- 1638
- 1639
- 1640
- 1641
- 1642
- 1643
- 1644
- 1645
- 1646
- 1647
- 1648
- 1649
- 1650
- 1651
- 1652
- 1653
- 1654
- 1655
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 1000
- 1001 - 1050
- 1051 - 1100
- 1101 - 1150
- 1151 - 1200
- 1201 - 1250
- 1251 - 1300
- 1301 - 1350
- 1351 - 1400
- 1401 - 1450
- 1451 - 1500
- 1501 - 1550
- 1551 - 1600
- 1601 - 1650
- 1651 - 1655
Pages:
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 1000
- 1001 - 1050
- 1051 - 1100
- 1101 - 1150
- 1151 - 1200
- 1201 - 1250
- 1251 - 1300
- 1301 - 1350
- 1351 - 1400
- 1401 - 1450
- 1451 - 1500
- 1501 - 1550
- 1551 - 1600
- 1601 - 1650
- 1651 - 1655
Pages: