Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-21 09:58:25

Description: Budala-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Search

Read the Text Version

gençler çok mudur dersiniz?.. Kes sesiniAglaya! Sen de sus Aleksandra! Sizkarışmayın!.. Siz de çevremde dolanıp durmayınYevgeniy Pavloviç, sıktınız!.. (Tekrar prensedöndü:) Bir de özür diliyorsun onlardan canım...“Size yüklüce bir para önerme küstahlığındabulunduğum için bağışlayın beni efendim...”diyorsunuz. Birden Lebedev’in yeğenininüzerine yürüdü: Ya sen ne diye sırıtıyorsunkendini beğenmiş? Güya, “On bin rubleyi geriçeviriyoruz, rica etmiyoruz, talep ediyoruz!” Bubudalanın yarın onların yanına koşacağını,dostluğunu ve parasını onlara sunacağınıbilmiyor sanki... Evet, gidecektir onların yanına!Gideceksin, değil mi? Söyle, gidecek misin?Prens sakin, uysal bir tavırla karşılık verdi:— Gideceğim.Lizaveta Prokofyevna— Duydunuz, değil mi? dedi. (TekrarDoktorenko’ya döndü.) Sen de bunun hesabınıyapıyor olmalısın. Nasıl olsa parayı cebindehissediyorsun, sonra da kalkıp numara

yapıyorsun bize... Hayır canım, başka salaklarara bul sen kendine, ne mal olduğunuzunfarkındayım... Ruhunuzu okuyorum sizin! Tümoyunlarınızı görüyorum!— Lizaveta Prokofyevna! diye haykırdı prens.Prens Ş. olabildiğince sakin, gülümseyerek,— Gidelim buradan Lizaveta Prokofyevna,dedi. Çok geç oldu. Prensi de götürelim.Kızlar bir kenarda ayakta duruyordu. Korkmuşgibiydiler. General tam anlamıyla korkuyakapılmıştı. Herkes şaşkınlık içindeydi. Birazuzakta ayakta duranlar belli etmedengülümsüyor, aralarında fısıldaşıyorlardı.Lebedev’in son derece heyecanlı olduğuyüzünden belliydi.Lebedev’in yeğeni ağırbaşlı, ama birazşaşırmış,— Rezalet ve kaos her yerde çıkar insanınkarşısına hanımefendi, dedi.— Ama böylesi değil! Böylesi değil canım,

sizin şimdi yaptığınız gibisi değil! (LizavetaProkofyevna sinir krizi geçiriyormuş gibibağırıyordu. Onu yatıştırmaya çalışanlara dönüpsürdürdü bağırmayı:) Bırakacak mısınız beni?Yevgeniy Pavloviç, demin bir avukatınmahkemede müvekkilini savunurken yoksulolduğu için bir insanın altı kişiyi öldürmesindendoğal bir şeyin olamayacağını söylediğinianlattınız. Eğer öyleyse, dünyanın sonu gelmişdemektir. Böyle bir şey duymadım. Şimdi herşeyi anlıyorum! (Kendisine şaşkın şaşkın bakanBurdovskiy’i göstererek sürdürdü konuşmasını:)Peki, şu kekeme para için adam kesmez midersiniz? Bahse girerim, keser! Prens, senin onbin rubleni almaz belki, vicdanı razı olmadığıiçin almaz, ama gece girer evine, keser seni,kutudan on bin rubleni alır... O zaman razı olurvicdanı! Hiç vicdanı da sızlamaz! Üstelik bunuşerefsizlik de saymaz! “Soylu bir çaresizlikpatlaması”dır bu, bir “yadsımadır” veya Tanrıbilir nedir... Tüh! Her şey alt üst olmuş! Tersyüz!Evde büyütüyorsun kızını, bir de bakıyorsunsokakta bir yaylı arabaya atlamış, “Anneciğim,birkaç gün önce ben Karlıç’la (veya İvanıç’la)

evlendim, hoşça kal!” Ne dersiniz, iyi bir şey mibu? Belki saygıya değer bir davranış olduğunubile düşünüyorsunuzdur? Kadın sorunu, değilmi? Şu ufaklık bile (Kolya’yı gösteriyordu),geçenlerde bunun “kadın sorunu” olduğunusöylüyordu. Annen salağın teki bile olsa, yine deinsanca davranacaksın ona!.. Demin neden öylehavalı girdiniz buraya? “Yerinden kıpırdayayımdeme, biz geliyoruz!..” “Tüm haklarımızı ver,sakın ağzını açıp bir şey söylemeye de kalkayımdeme! Bize her tür saygıyı, hatta haketmediklerimizi de göstereceksin, bizlerse endeğersiz bir uşak gibi aşağılayacağız seni!”Gerçeği arıyorlar, haklarında ısrar ediyorlar, öteyandan yazdıkları yazı iftira dolu. “Dilemiyor,talep ediyoruz. Minnettarlık belirten tek sözcükde duymayacaksınız bizden, çünkü bunu kendivicdanınızı rahatlatmak için yapıyorsunuz!” Neahlak anlayışı ama! Peki, prense hiç minnettarhissetmeyeceksen kendini, ya o zaman prens desana Pavlişçev’e minnettar olmadığını, onun dakendi vicdanını rahatlatmak için ona iyiliklerettiğini söylerse? Sen prensin Pavlişçev’e olanminnettarlık duygusunu hesaba katarak talepte

bulunuyorsun. Öyle ya, senden borç para falanalmış değil. Onun Pavlişçev’e olan minnettarlıkduygusundan başka neyi hesaba katmışolabilirsin, öyle değil mi? Öyleyse nasıl oluyorda minnettarlık duygusunu yadsıyabiliyorsun?Deliler! Kandırılmış bir kızı lekelenmiş sayantoplumu vahşilikle, merhametsizliklesuçluyorsun... Yani toplumun kızı incittiğini,ona acı verdiğini söylüyorsun. Kız acıduyuyorsa, daha çok acı çekmesi için ne diyegazetelere verip bu toplumun karşısınaçıkarıyorsun onu? Delilik sizin bu yaptığınız!Kendini beğenmişler! Tanrı’ya inanmıyorsunuz,İsa’ya da inanmıyorsunuz! Kendinizi o kadarçok beğeniyorsunuz, gurur ruhunuzu öylesinekemirmiş ki, bir süre sonra birbiriniziyiyeceksiniz. Şimdiden söylüyorum bunu size.Saçmalık, kaos, kepazelik değil de nedir bu?Bütün bunlardan sonra bu arsız bir de kalkıpkendisinden özür dilemelerini istiyor! Aranızdaçok mudur böyleleri? Neden gülüyorsun? Sizlerikarşıma alıp konuştuğum, kendimi küçükdüşürdüğüm için mi? Evet, küçük düşürdümkendimi, elden ne gelir!.. (Birden İppolit’in

üzerine yürüdü.) Gülme, utanmaz! Zor solukalıyorsun, bir de kalkmış, başkalarını yoldançıkarmaya çalışıyorsun. (Tekrar Kolya’yıgösterdi.) Hep seni sayıklıyor... Kendin gibitanrıtanımaz yapmaya çalışıyorsun onu. Tanrı’yainanmıyorsun. İyi bir kırbaçlamak gerekir seniefendi. Tüh sana!.. (Tekrar prense döndü,neredeyse tıkanarak sordu ona:) Ya sen, söylebakalım Prens Lev Nikolayeviç, yarıngideceksin onu görmeye, değil mi?— Gideceğim.— Gidersen bir daha gözüme görünme!(Lizaveta Prokofyevna birden dönüp kapıyayürüdü, ama sonra yine birden durup döndü.İppolit’i göstererek sordu:) Şu tanrıtanımazagideceksin ha? (İppolit’in üzerine yürüyerek,kendi sesine benzemeyen tuhaf bir seslebağırdı:) Ne diye sırıtıp duruyorsun?İppolit’in alaylı gülümsemesini kaldıramamıştı.Bir anda her yandan sesler yükseldi:— Lizaveta Prokofyevna! LizavetaProkofyevna! Lizaveta Prokofyevna!

Aglaya yüksek sesle,— Maman, çok ayıp! dedi.İppolit sakin bir tavırla (üzerine yürüyenLizaveta Prokofyevna onu yakalamış, karşısınadikilmiş, nedense kolunu kuvvetlice sıkarak,yüzüne öfkeli gözlerle yiyecek gibi bakıyordu)şöyle dedi:— Telaşlanmayın Aglaya İvanovna, sakinolun... Ölmek üzere olan birini hırpalamanındoğru olmayacağını görecektir mamanınız...Neden güldüğümü açıklayabilirim kendilerine...İzin verirlerse çok sevineceğim...O anda korkunç bir öksürük nöbetineyakalandı, tam bir dakika dinmedi öksürüğü.Lizaveta Prokofyevna hemen bıraktı onunkolunu, gözlerini iri iri açıp dehşet içinde,kanlanan dudaklarını mendiliyle silişinebakmaya başladı.— Ölüyor, hâlâ nutuk çekmeye çalışıyor...dedi. Konuşacak durumun mu var senin! Hemengidip yatman gerek...

İppolit hırıltılı bir sesle, neredeyse fısıldayarakkarşılık verdi:— Öyle de yapacağım. Eve gider gitmezhemen yatağa gireceğim... İki hafta sonraöleceğimi biliyorum çünkü... Geçen hafta bizzatB. öyle söyledi... Bu nedenle, izin verirseniz,vedalaşırken iki sözcük söylemek istiyorum size.Lizaveta Prokofyevna dehşet içinde haykırdı:— Aklını mı yitirdi sen? Saçmalıyorsun!Tedavi olmalısın, ne biçim konuşuyorsun öyle!Hadi git, çabuk git yat!..İppolit gülümsedi.— Yatacağım, ölene kadar da kalkmayacağımbir daha. Aslında artık kalkmamak üzere dünyatacaktım, ama hazır ayaklarım benitaşıyorken, arkadaşlarla bugün buraya gelmekiçin yarına erteledim yatmayı... gelgelelim, çokyoruldum, çok...Lizaveta Prokofyevna atılıp,— Otur hadi, otur, dedi, ne diye ayakta

duruyorsun?Kendi bir sandalye çekip oturttu onu.İppolit alçak sesle,— Çok teşekkür ederim, dedi. Siz de karşımaoturun, biraz konuşalım... Konuşmalıyım sizinleLizaveta Prokofyevna... (LizavetaProkofyevna’ya bakarak tekrar gülümsedi.)Şöyle düşünün: Bugün son kez yeryüzünde,insanların arasındayım, iki hafta sonra isetoprağın altında olacağım. Yani bu insanlarla,doğayla bir çeşit vedalaşmam olacak. Gerçi pekduygulu biri sayılmam, ama bunun burada,Pavlovsk’ta gerçekleşeceğine seviniyorum: Hiçdeğilse üzerimde yemyeşil ağaçlar görürüm...Lizaveta Prokofyevna giderek daha çokkorkmaya başlamıştı.— Bırak artık konuşmayı, dedi. Zangır zangırtitriyorsun. Az önce cır cır ötüp duruyordun,şimdi ise soluk almakta zorlanıyorsun,ölüyorsun sanki...— Yakında dinleneceğim. Son dileğimi neden

yerine getirmiyorsunuz?.. Biliyor musunuz,Lizaveta Prokofyevna, uzun zamandır sizinlekarşılaşmayı hayal ediyordum. Kolya... sizinleilgili çok şey anlattı bana. Her zamanyanımdadır Kolya, hiç yalnız bırakmaz beni...Çok ilginç bir kadınsınız, eşi bulunmaz birkadın... Şimdi ben de tanık oldum buna ve...biliyor musunuz, biraz sevdim bile sizi.— Aman Tanrım, bense az kalsın vuracaktımona!— Aglaya İvanovna durdurdu sizi.Yanılmıyorum ya? Kızınız Aglaya İvanovna’ydıkendisi? Daha önce hiç görmemiştim onu, ama okadar güzel ki, ilk görüşte tanıdım onu.(Beceriksizce, çarpık bir gülümseme dolaştıİppolit’in dudaklarında.) İzin verin, yaşamımınson günlerinde güzel bir kıza doya doya şöylebir bakayım... İşte prens de burada, eşiniz de,dostlarınız da... Son dileğimi neden geriçeviriyorsunuz?Lizaveta Prokofyevna,— Bir sandalye verin bana! diye bağırdı. (Ama

kendi bir sandalye kapıp geldi, İppolit’inkarşısına oturdu.) Kolya, diye seslendi, onunlabirlikte gideceksin, evine kadar götüreceksinonu, yarın sabah da ben, kesinlikle...— İzin verirseniz, prensten bir bardak çay ricaedebilir miyim? Çok bitkin düştüm. Biliyormusunuz, Lizaveta Prokofyevna, yanılmıyorsambiraz önce prensi çay içmeye evinize davetetmiştiniz. Gitmeyin, burada kalın, birlikteoturalım, belki hepimize çay verir prens. Ortayaböyle bir şey attığım için bağışlayın beni... Amatanıyorum ben sizi... çok iyisiniz, prens de...Hepimiz komik kaçacak derecede iyiinsanlarız...Prens hemen atıldı; Lebedev koşarak çıktıodadan, arkasından Vera koştu.Lizaveta Prokofyevna kararlı bir tavırla,— Hadi konuş bakalım, dedi, ama sakin,heyecanlanmadan. Yumuşattın beni... Prens!Senin çayını içmeyecektim, hak etmiyorsunbunu ama neyse, kalıp çayını içeceğim; yalnızkimseden özür dilemem! Hiç kimseden!

Saçma!.. Yine de seni biraz sertçe payladıysambağışla beni, aman, ister bağışla ister bağışlama,umurumda değil. (Birden kendisine karşıherhangi bir nedenle çok suçluymuşlar gibi,olağanüstü bir öfkeyle kocasına, kızlarınadöndü.) Kimseyi de zorla tuttuğum yok; eve tekbaşıma da dönebilirim...Ama sözünü bitirmesine fırsat vermediler.Herkes bir anda aldı çevresini. Prens tek tekherkesten çaya kalmasını rica etmeye, bunudaha önce akıl edemediği için özür dilemeyebaşladı. General bile öylesine tatlı, sevecenkonuşmaya başlamıştı ki, LizavetaProkofyevna’ya uysal, yatıştırıcı bir tavırlamırıldanarak şöyle sormuştu: “Veranda serinledi,üşümüyorsun değil mi?” Az kalsın İppolit’e deşöyle soracaktı: “Uzun zamandır mı üniversitedeokuyorsun?” Ama sormadı. YevgeniyPavloviç’le Prens Ş. birden pek sevecen, neşelioluvermişlerdi. Adelaida ile Aleksandra’nınşaşkınlığı henüz gitmemiş, yüzlerinde birhoşnutluk ifadesi bile belirmişti. Sözün kısası,Lizaveta Prokofyevna’nın sinirinin geçmesineherkesin sevindiği belliydi. Yalnızca Aglaya’nın

yüzü asıktı. Bir köşede tek başına oturuyordu.Herkes çaya kalmıştı. Hiç kimsenin gitmekistediği yoktu. Yanından geçerken Lebedev’inkulağına bir şeyler fısıldadığı General İvolginbile (Lebedev’in fısıldadığı şey hoş bir şeyolmasa gerekti, çünkü hemen bir kenaraçekilmişti general) kalmıştı. Prens hiç kimseyiatlamadan, Burdovskiy’in takımına da çayakalmalarını önerdi. Gençler gergin tavırlarlahomurdanarak, İppolit’i bekleyeceklerinisöyledikten sonra hemen verandanın en uzakköşesine çekildiler, orada yine yan yana tek sıraoturdular. Hemen geldiğine göre, anlaşılanLebedev çok önceden (kendisi için) çayıhazırlamıştı. Saat on biri vurdu.

Xİppolit, Vera Lebedeva’nın kendisine verdiğibir fincan çayla dudaklarını ıslatıp fincanımasaya bıraktı ve utanmış gibi, neredeyse telaşlı,birden çevresine bakındı.— Şu fincanlara bakın Lizaveta Prokofyevna,dedi. Porselen galiba, hem sanırım eniyisinden... Hep Lebedev’in camlı dolabındakilitlidirler, hiç kullanılmaz... Öyle dururlar.Karısının çeyizinden kalmadırlar... Kimseye çayverilmez bu fincanlarla... Ama görüyorsunuz, okadar sevinmiş ki, bizim şerefimize onlarıçıkardı...Bir şeyler daha söylemek istiyordu, amasöyleyecek bir şey bulamadı. Yevgeniy Pavloviçfısıldadı prensin kulağına:— Tahmin ettiğim gibi, sonunda utandı! Amabu da tehlikeli, değil mi? Öfkesinden şimdi birtaşkınlık yapacağına dair kesin bir işaret bence;Lizaveta Prokofyevna da kalkıp gider herhalde.Prens sorar gibi baktı ona. Yevgeniy Pavloviç,

— Taşkınlıklardan korkmuyor musunuz? diyesordu. Ben de... Hatta öyle şeyler olmasınıisterim. Açıkçası, sevimli LizavetaProkofyevna’mızın cezasını çekmesini, hem debugün, şu anda çekmesini isterim. Bunugörmeden buradan ayrılmak istemiyorum.Sanırım hastasınız siz? Titriyorsunuz.Prens dalgın, hatta sabırsız,— Sonra dedi, şimdi karıştırmayın bunu...Evet, hastayım.Biraz öteden adının geçtiğini duymuştu, İppolitkendisinden söz ediyordu.İsteri nöbeti gelmiş gibi gülüyordu İppolit.— İnanmıyorsunuz, değil mi? dedi. Amainanmalısınız, prens olsa hemen inanırdı, hiç deşaşırmazdı.Lizaveta Prokofyevna prense döndü.— Duyuyor musun prens? Duyuyor musun?Herkes gülmeye başladı. Lebedev telaşla öneçıkmış, Lizaveta Prokofyevna’nın önünde dönüp

duruyordu.— Şu kırıtkan adam, ev sahibin... Biraz önceokunan, senin için yazılmış yazıyı kendisiningözden geçirdiğini, düzelttiğini söylüyor.Prens, şaşırmış gibi baktı Lebedev’e.Lizaveta Prokofyevna ayaklarını yere vurarak,— Niçin bir şey söylemiyorsun? dedi.Prens Lebedev’e bakmayı sürdürerek,— Evet, onun düzelttiğinin farkındayım, dedi.Lizaveta Prokofyevna birden Lebedev’edöndü.— Doğru mu bu?Lebedev elini göğsünün üzerine koyup kararlı,kendine güven dolu bir tavırla doğruladı:— Çok doğru, efendim!Lizaveta Prokofyevna neredeyse ayağıfırlayacaktı.

— Bir de övünüyor!Lebedev göğsünü yumruklayarak, başınıgiderek daha çok öne eğerek,— Çok aşağılık biriyim, çok aşağılık! diyemırıldandı.— Aşağılıksan bana ne bundan! Aşağılığımdiyerek işin içinden sıyrılabileceğini misanıyorsun? Bak sana bir daha soruyorum prens,böyle zavallı insanlarla görüşmeye utanmıyormusun? Hiçbir zaman affetmeyeceğim seni!Lebedev inandırıcı, yumuşak bir sesle,— Prens bağışlayacaktır beni! dedi.Birden öne atlayan Keller, LizavetaProkofyevna’ya doğru bağırdı:— Küçük düşen arkadaşımın durumunukurtarmak için hanımefendi, sizin de tanıkolduğunuz gibi, biraz önce bizim kapı dışarıedilmemizi önermesine karşın, onun yazıyıdüzelttiğini açıklamadım. Soyluluğumdan,efendiliğimden yaptım bunu. Gerçeğin ortaya

çıkması için itiraf ederim, evet, gerçekten de altıruble karşılığında yardım istedim kendisinden.Ama yazının düzeltisi için değil, olaylardanhaberi olan biri olduğu için bazı gerçekleriöğrenmek amacıyla başvurmuştum kendisine.Potinleri, İsviçreli profesörün yanındaki iştahı,iki yüz elli ruble yerine zarftan elli ruble çıkmasıgibi konuları öğrenmek için verdim ona o altırubleyi, yoksa yazı bütünüyle benimdir.Lebedev, giderek çoğalan kahkahalar arasındasinirli bir sabırsızlık ve alttan alır bir tavırla arayagirdi:— Yalnız belirtmem gerek, ben yazınınyalnızca birinci bölümünü düzelttim, ortalarageldiğimizde bir konuda tartıştığımız için ikincibölümü düzeltmeyi bıraktım efendim, bu yüzdenikinci bölüm düzgün değildir (yanlışlarladoludur!), yani bunu da bana yüklemeyin lütfenefendim...— Düşündüğü şeye bakın! diye bağırdıLizaveta Prokofyevna.Yevgeniy Pavloviç, Keller’e döndü.

— İzninizle, yazıyı ne zaman düzelttiğinizisorabilir miyim?Keller rapor veriyormuş gibi,— Dün sabah buluşup, bu sırrın ikimizinarasında kalacağına birbirimize söz vermiştik,dedi.Lizaveta Prokofyevna,— Gördün mü prens, dedi, senin önündeyerlerde sürünüp, sana sadık olduğunusöylerken arkandan ne numaralar çeviriyormuş!Aşağılık herif! Artık senin Puşkin’ini deistemiyorum, kızın da evime gelmesin!Ayağa kalkmak istedi Lizaveta Prokofyevna,ama birden gülmeyi sürdüren İppolit’e döndü,öfkeyle.— Ne o bayım, benimle alay etmeye miçalışıyorsun?İppolit’in dudaklarında çarpık bir gülümsemebelirdi.— Tanrı korusun! dedi. Ama beni en çok

hayrete düşüren, sizin olağanüstü kişiliğinizLizaveta Prokofyevna,... İtiraf edeyim kiLebedev’den kasten söz ettim. Bunun sizi nasıletkileyeceğini biliyordum. Yalnızca sizi... çünküprens kesinlikle bağışlayacaktır Lebedev’i, belkibağışlamıştır bile... Aklında onun için bir özürarayıp bulmuş da olabilir... Öyle değil mi, prens?Tıkandı İppolit. Tuhaf bir heyecan içindeydi,konuştukça heyecanı da artıyordu.Onun konuşma tarzına şaşan LizavetaProkofyevna öfkeyle,— E-e?.. diye mırıldandı. Ne olmuş?— Sizinle ilgili çok şey duydum, çok şey...çok sevindirdi beni duyduklarım... size karşıbüyük saygı duymam da bundandır...İppolit konuşmasını sürdürüyordu, amasöyledikleriyle başka bir şey anlatmak istiyordusanki. Sözlerinde alaylı bir hava vardı ve aynızamanda aşırı derecede heyecanlıydı da. Hersözcüğünü söylerken ne diyeceğini bilemiyor,şaşırıyor, kuşkulu kuşkulu çevresine

bakınıyordu. Öyle ki veremli yüz ifadesi, neolup bittiğini araştıran tuhaf, ışıltılı bakışı bunaeklenince ister istemez dikkatleri onun üzerindetopluyordu. Konuşmasını sürdürüyordu:— Yüksek tabaka insanlarını tanımasınatanımam (kabul ediyorum bunu), ama size hiçyakışmayan deminki topluluğun içindebulunmanız bir yana, onların da... kızlarınızın daburadaki uygunsuz konuşmaları dinlemesine(aslında aynı şeyleri romanlarda okumuş olsalarda) izin vermenize şaşırdım doğrusu. Bununlabirlikte, bilmiyorum... kafam yerinde değilçünkü, ama bir çocuğun (evet tekrarsöylüyorum, bir çocuğun) istemesi üzerine,sizden başka kim kalmaya, akşamı onunyanında geçirmeye, olaya katılmaya ve... buyaptığından ertesi gün utanç duymaya kim razıolurdu?.. (Evet, kabul ediyorum, anlatmakistediklerimi iyi anlatamıyorum.) Gerçi çoksaygıdeğer eşinizin yüzünden bütün bunlarıdoğru bulmadığı belli oluyorsa da... (Nediyeceğini iyice şaşırınca güldü:) Hi-hi...Sonra bir öksürük nöbeti geldi, iki dakika

aralıksız öksürdü.Lizaveta Prokofyevna merakla izliyordu onu.Soğuk, sert bir tavırla,— Gördün işte, dedi, sonunda tıkandın! Ahgüzel oğlum, yeter artık, geç oldu!Artık sabrı tükenen İvan Fyodoroviç sinirli birtavırla araya girdi.— Sayın bayım, izin verin, şunu söyleyeyimsize, eşim burada ortak dostumuz ve komşumuzPrens Lev Nikolayeviç’in evinde bulunuyor veLizaveta Prokofyevna’nın davranışlarınıeleştiremezsiniz delikanlı, ayrıca benimyüzümün ifadesinden herkesin içinde yükseksesle söz edemezsiniz. Evet efendim. (Giderekdaha çok sinirleniyordu İvan Fyodoroviç.)Karım burada kaldıysa, daha çok şaşkınlığından,günümüzün tuhaf gençlerine duyduğu anlaşılırmerakından kalmıştır. Ben de gitmedim, kaldım,tıpkı kimi zaman sokakta şeyleri... şeyleri...gördüğümde durup baktığım gibi... şeylere...Yevgeniy Pavloviç generalin sözünün sonunu

getirdi:— Antika insanlara...Aradığı sözcüğün Yevgeniy’in söylediğisözcük olup olmadığında biraz kararsız, sevindigeneral.— Harika ve çok doğru, dedi. Tam antikaolanlara... Ne var ki beni en çok şaşırtan ve hatta(deyim yerindeyse) acı veren de, LizavetaProkofyevna’nın yanınızda kalmasınınnedeninin hastalığınız ve belki de gerçektenöleceğiniz olduğunu bile anlayamamanızdırdelikanlı. Yani acıklı konuşmanız etkilemiştirkendisini, dolayısıyla bunun için kimsesuçlayamaz onu, kişiliğini küçümseyemez...(Generalin yüzü kıpkırmızı olmuştu. Karısınadöndü:) Lizaveta Prokofyevna! Artık gitmekistiyorsan sevgili dostumuz prensle vedalaşalımve...İppolit beklenmedik anda araya girdi, generaledalgın, ciddi bir tavırla bakarak,— Verdiğiniz bu ders için çok teşekkürler

general, dedi.Aglaya ayağa kalkıp sabırsız, öfkeli,— Gidelim maman, daha ne kadar sürecekbu!..Lizaveta Prokofyevna kocasına döndü,ağırbaşlı bir tavırla,.— İzin verirsen, iki dakikacık daha sevgiliİvan Fyodoroviç, dedi. Sanırım ateşi var,baksana, sayıklıyor... Gözlerinden anladım,böyle bırakamayız onu. Lev Nikolayeviç! Bugece Petersburg’a sürüklemeseler onu, sendekalsa olmaz mı? (Nedense birden Prens Ş.’yedöndü.) Cher prince, sıkılmıyorsunuz, değil mi?Buraya gel Aleksandra, saçlarını düzelt canım.Kızının saçlarının düzeltilmeye hiç de ihtiyacıolmamasına karşın, yine de düzeltti saçlarını,sonra öptü onu, zaten yanına bunun içinçağırmıştı.Dalgınlığından kurtulan İppolit tekrarkonuşmaya başladı:

— Gelişime açık olan biri olarak gördüm sizi.Evet! (Birden hatırlamış gibi sevindi.) İşte bunusöylemek istiyordum... Burdovskiy annesiniiçtenlikle savunmak istiyor, değil mi? Ama öyleoluyor ki, sanki küçük düşürüyor kadıncağızı.Bakın, prens yardım etmek istiyor, Burdovskiy’ebütün içtenliğiyle elini uzatıyor ona, paravermek istiyor, belki içinizde yalnızca o nefretetmiyor Burdovskiy’den. Ama bakın, nasıl da ikidüşman gibi karşılıklı dikiliyorlar... Ha-ha-ha!Size göre annesine kötü, çirkin davrandığı içinhepiniz nefret ediyorsunuz Burdovskiy’den,öyle değil mi? Evet, öyle değil mi? Yanılıyormuyum? Evet, biçimsel incelik, güzelliktir siziniçin önemli olan, yalnızca bunlar. (Uzunzamandır bundan kuşkulanıyordum!) Ama şunubilesiniz ki, belki hiçbirimiz Burdovskiy’inannesini sevdiği kadar sevmiyoruz annelerimizi!Haberim var prens, Gavrila ile para yolladınızBurdovskiy’in annesine. Bahse girerim. (İsterikkahkahalar attı:) Ha-ha-ha! Bahse girerim, şimdide Burdovskiy annesini küçük düşürdüğünüz,ona saygısızlık ettiğiniz için suçlayacaktır sizi.Yemin ederim... Ha-ha-ha!

Yine tıkandı, öksürmeye başladı.Endişeli bakışını İppolit’ten ayırmayanLizaveta Prokofyevna sabırsızca,— Hepsi bu kadar mı? dedi. Bitirdin mi? Hadigit yat şimdi, hastasın. Tanrım! Hâlâ konuşuyor!İppolit sinirli, huzursuz bir tavırla birdenYevgeniy Pavloviç’e döndü.— Yanılmıyorsam gülüyorsunuz? dedi.(Gerçekten gülüyordu Yevgeniy Pavloviç.)Neden hep gülerek bakıyorsunuz bana? Farkettim, bana bakarak durmadan gülüyorsunuz.— Yalnızca sormak istiyordum size Bay...İppolit... bağışlayın, soyadınızı unutmuşum.Prens,— Bay Terentyev, dedi.— Evet, Terentyev... Teşekkür ederim prens,demin söylemişlerdi, ama çıkmış aklımdan...Sormak istiyordum size Bay Terentyev,duyduğuma göre, bir pencereden insanlara onbeş dakika konuşacak olsanız, hepsinin her

dediğinizi hemen kabulleneceğini, arkanızdankoşacağını söylüyormuşsunuz, doğru muduymuşum?Hatırlamaya çalışıyormuş gibi bir andüşündükten sonra karşılık verdi İppolit:— Söylemiş olabilirim... (Sonra birdencanlanıp, Yevgeniy Pavloviç’e dik dik bakarakekledi:) Kesin söylemişimdir! Neden sordunuz?— Hiç... Sadece duyduğumun doğru olupolmadığını öğrenmek için sormuştum.Yevgeniy Pavloviç sustu, ama İppolit sabırsızbir bekleyişle ona bakmayı sürdürüyordu.Lizaveta Prokofyevna, Yevgeniy Pavloviç’edöndü.— Ee, bitirdin mi? diye sordu. Bitirmedinse,çabuk bitir canım, yatıp uyuması gerekiyor.Daha söyleyeceğin var mı?Lizaveta Prokofyevna’nın canının çok sıkkınolduğu belliydi.Yevgeniy Pavloviç gülümseyerek sürdürdü

konuşmasını:— Şunu da söylemeden edemeyeceğim, BayTerentyev, arkadaşlarınızdan duyduklarım vesizin şimdi öylesine tartışılmaz bir yetkinlikleaçıkladıklarınız, bana soracak olursanız, herşeyden önce ve her şeyin yanı sıra, hatta belkide araştırılmasından bile bağımsız olarak, hakkınzaferi olarak özetlenebilir. Öyle değil mi?Yanılıyor muyum?— Elbette yanılıyorsunuz. Anlayamıyorumbile sizi... Sonra?Köşeden de homurtular yükseldi. Lebedev’inyeğeni alçak sesle bir şeyler mırıldandı.— Şimdi bitiriyorum, dedi Yevgeniy Pavloviç.Daha sonra bunun güç kullanma hakkına, yaniyumruğunu kullanma hakkına ve en sonundadünyanın her yerinde çok sık görülen, bir şeyiistediği gibi yapma hakkına atlayacağınısöylemek istemiştim, o kadar. Proudhon dadurmuştur gücün hakkı üzerinde. Amerikan içsavaşında en ilerici liberallerin çoğu bile zencilersiyah ırktandır, beyazlardan aşağıdırlar, öyleyse

güç kullanma hakkı beyazlardadır diyerek çiftliksahiplerinden yana olmuştur.— Ee?— Yani güçlünün haklı olduğunuyadsımıyorsunuz.— Başka?— Mantıklı bir insansınız... Yalnızca şunusöylemek istemiştim: Güçlünün hakkı kaplan vetimsah hakkına, hatta Danilov ve Gorskiy’inhakkına pek uzak değildir.— Bilmiyorum. Başka?İppolit, Yevgeniy Pavloviç’in ne dediğini pekdinlemiyordu. Arada bir e? veya başka?diyordu, ama dikkat ettiği veya meraklandığıiçin değil, sırf konuşma alışkanlığından.— Hepsi bu kadar... başkası yok.İppolit, farkında değilmiş gibi elini YevgeniyPavloviç’e uzatarak (o anda gülümsemişti bile)birden şöyle dedi:

— Yine de size kızmıyorum.Yevgeniy Pavloviç şaşırmıştı. Karşısındakininözrünü kabul ediyormuş gibi, ciddi bir tavırladokundu kendisine uzatılan ele. Tıpkı iki anlamagelebilecek gibi, saygılı bir tavırla,— Söylemeden edemeyeceğim, dedi,konuşmama izin vermekle, beni dikkatledinlemekle gösterdiğiniz ilgiye minnettarım.Çünkü birçok gözlemime göre liberallerimizkarşısındaki insanın kendine özgü düşünceleriolmasına izin verecek ve karşı düşüncedeinsanlara küfür etmekten veya daha ağır bir şeyyapmaktan kendini alıkoyabilecek yapıdadeğildir.General İvan Fyodoroviç,— Çok doğru söylüyorsunuz, dedi.Sonra ellerini arkasında bağlayıp, canı sonderece sıkkın, verandanın çıkışına doğru çekildi,birkaç kez esnedi orada.Lizaveta Prokofyevna birden YevgeniyPavloviç’e döndü.

— Yeter ama canım, sıktınız artık...İppolit heyecanlı, neredeyse korkuyla ayağakalkıp çevresine şaşkın şaşkın bakınarak,— Geç oldu! dedi. Bu saate kadar alıkoydumsizi, her şeyi anlatmak istedim size... öylesanıyordum ki hepiniz... son kez... amaolmayacak bir hayaldi bu...Neredeyse gerçek bir sayıklamadan zamanzaman birkaç dakikalığına ansızın ayıldığı,karyolasında tek başına, hasta yatarken sıkıntılı,uykusuz geçen saatler boyu düşündüğü birçokşeyi parça parça hatırlayıp anlattığı belliydi.Birden,— Haydi, hoşça kalın! dedi. Size hoşça kalındemenin benim için kolay olduğunu musanıyorsunuz? (Bu saçma sorusuna canı sıkıldığıiçin gülümsedi:) Ha-ha! (Anlatmak istediğişeyleri açıklıkla anlatamadığı için kendi kendineifrit oluyormuş gibi ekledi:) Ekselansları! Sizicenaze törenime davet etmek benim için bironurdur... beni bu onurdan yoksunbırakmazsınız sanırım ve... generalle birlikte

hepiniz de davetlisiniz baylar!..Tekrar güldü İppolit. Ama bu bir deligülüşüydü. Lizaveta Prokofyevna korku içindeyaklaştı ona, kolundan tuttu. İppolit yüzündedonup kalmış, ama artık devam etmeyengülüşüyle dik dik bakıyordu LizavetaProkofyevna’ya.— Buraya ağaçları görmek için geldiğimibiliyor muydunuz? diye sordu. İşte, şu ağaçları...(Parktaki ağaçları gösteriyordu.) Komik bu,değil mi? (Ağırbaşlı bir tavırla sordu LizavetaProkofyevna’ya:) Komik bir şey yok bunda,değil mi? (Sonra birden daldı, bir dakika sonrakaldırdı başını, meraklı bakışlarla kalabalıktabirini aramaya koyuldu. Hiç de uzağındaolmayan, uzun süredir hemen sağında ayaktaduran Yevgeniy Pavloviç’i arıyordu. Ama onunorada olduğunu unutmuş, arıyordu. Sonundabuldu Yevgeniy Pavloviç’i.) Ah, dahaburadasınız demek! Pencerede on beş dakikakonuşmak istediğime gülüyordunuz demin. Hembiliyor musunuz, on sekiz yaşında değilim ben...Şu yastığa başımı öylesine çok koydum ki, şu

pencereden dışarı o kadar çok baktım, her şeyi...o kadar çok düşündüm ki... Bilirsiniz, ölününyaşı olmaz. Geçen hafta düşünüyordum bunu,gece uyanmıştım... En çok neden korktuğunuzubiliyor musunuz siz? Bizleri küçümsüyor olsanızda, en çok bizlerin içtenliğinden korkuyorsunuz!Bunu da gece başım yastıktayken düşündüm...Lizaveta Prokofyevna, biraz önce sizinle alayettiğimi sanıyordunuz, değil mi? Yo, hayır, alayetmiyordum sizinle, yalnızca övmek istemiştimsizi, o kadar. Prensin sizi çocuk gibi gördüğünüsöylüyordu Kolya... Güzel bir şey bu... Çokgüzel... Sahi bir şey daha... Bir şey dahasöylemek istiyordum size.Yüzünü elleriyle kapayıp bir süre düşündüktensonra konuşmasını sürdürdü:— Bakın ne diyeceğim: Az önce kalkmıştınız,vedalaşıyordunuz, o anda birden şöyle bir şeygeldi aklıma: Bu insanları bir dahagörmeyeceğim! Bu ağaçları da... Yalnızcakırmızı tuğla bir duvar ve Meyer’in evi olacak...penceremin karşısında... Hadi anlat onlara bütünbunları... Anlatmaya çalış... Şu güzeller güzeli

kız... Ama bir ölüsün sen artık, ölü olduğunuaçıkla, “Ölü bir adam her şeyi söyleyebilir...” de.“Prenses Marya Alekseyevna kızmaznasılsa,”[28] de, ha-ha!.. (Kuşkuyla baktıherkesin yüzüne.) Gülmüyorsunuz ya? Biliyormusunuz, yatarken çok şey geliyordu aklıma...Size bir şey söyleyeyim mi, doğanın çok komikolduğunu düşünüyordum... Demin benimtanrıtanımaz olduğumu söylüyordunuz, pekidoğanın ne olduğunu biliyor musunuz? Niçinyine gülüyorsunuz? (Herkesin yüzüne hüzünlübir öfkeyle bakarak ekledi:) Çok katı yürekli,acımasızsınız! (Yine bir şeyi hatırlamış gibi,ciddi, bambaşka bir tavırla bitirdi konuşmasını:)Kolya’yı yoldan çıkarmaya çalışmıyordum ben.Lizaveta Prokofyevna çok üzgün,— Burada hiç kimse, hiç kimse alay etmiyorseninle, için rahat olsun! dedi. Yarın yeni birdoktor gelecek. Öteki yanıldı. Hadi otur, ayaktadurma! Sayıklıyorsun sen... Ah, ne yapacağızşimdi?Telaşla koltuğa oturtmaya çalışıyordu İppolit’i.

Bir damla gözyaşı belirmişti yanağında..İppolit şaşırmış, kalakalmıştı. Elini kaldırdı,çekinerek uzanıp o gözyaşı damlasına dokundu.Çocuksu bir gülümseme vardı yüzünde.Neşelenmiş gibi,— Ben... Sizi... diye başladı. Biliyorsunuz, sizine çok... Her zaman öylesine heyecanlı sözediyordu ki sizden... İşte o, Kolya... Çokseviyorum onu. Ben yoldan çıkarmaya falançalışmadım onu! Arkamda da yalnızca okalacak... Kalan çok olsun isterdim, ama kimseyoktu yanımda, hiç kimse yoktu... Bir eylemadamı olmak istiyordum, hakkım vardı buna...Ah, ne çok şey istiyordum! Ama şimdi hiçbirşey istemiyorum! İstemek de istemiyorum!Böyle bir söz verdim kendime, artık hiçbir şeyistemeyeceğim. Varsın bensiz arasınlar gerçeği!Evet, doğa alay ediyor insanlarla! (Birdenheyecanla yükseltti sesini.) Sonra alay edeceksene diye yaratıyor en üstün varlıkları? Öyleyapmış ki, yeryüzünde kusursuz diye bilinenvarlığı... Evet, öyle yapmış ki, o kusursuz varlığıinsanların karşısına çıkarıp ona onca kanın

akmasına neden olan şeyleri söylemek görevinivermiş. Hem akan kan o kadar çok ki, birseferde akacak olsaydı, tüm insanlığı boğardı!Oh, iyi ki ölüyorum! Belki ben de öyle korkunçbir yalan söyleyebilirdim! Bakarsınız buna doğazorlardı beni!.. Kimseyi kötü yola itmedim ben...İnsanların mutluluğu için, gerçeğin ortayaçıkması, yücelmesi için çalıştım... PenceremdenMeyer’in evinin duvarına bakarken, yalnızca onbeş dakika konuşup herkesi, herkesi inandırmayıdüşündüm hep ve ilk defa hayatakarıştığımdaysa... diğerlerini değilse bile sizibuldum karşımda! Ama sonuç ne oldu? Bir hiç!Beni küçümsediniz! Demek bir aptalım,kimsenin işine yaramayan, gereksiz biriyim,demek zamanım geldi artık! Hem arkamda enküçük bir anı da bırakamadım! Ne bir ses, ne biriz, ne bir eser... tek bir düşünceyi bileyayamadım!.. Gülmeyin bu aptala! Unutungitsin! Hepsini unutun... unutun lütfen, bu kadaracımasız olmayın! Biliyor musunuz, şu veremolmasaydı, kendimi ben öldürebilirdim...Daha uzun süre konuşmak istediği belliydi,ama konuşamayıp koltuğa attı kendini, elleriyle

kapadı yüzünü ve küçük bir çocuk gibiağlamaya başladı.Lizaveta Prokofyevna,— Şimdi ne yapacağız? diye haykırdı.Yanına koştu, başını kollarının arasına alıpolanca gücüyle göğsünün üzerine bastırdı.İppolit sarsıla sarsıla ağlıyordu.Sürdürdü konuşmasını Lizaveta Prokofyevna:— Hadi, hadi! Ağlama artık, yeter, ağlama! İyibir çocuksun sen... Bilmeden yaptıklarınıbağışlayacaktır Tanrı. Yeter hadi, metin ol...Sonra kendin de utanacaksın böyle ağladığıniçin...İppolit güçlükle kaldırdı başını.— Orada benim bir... diye başladı. Orada birerkek kardeşimle kız kardeşlerim var, çokküçükler, yoksul ve masum çocuklar... O kadınbozacaktır onları! Siz bir azizesiniz... Kendinizde bir çocuk kadar günahsızsınız... Kurtarınonları! O kadının, o utanmazın elinden alın

onları... Ne olur yardım edin onlara. Tanrıyapacağınız bu iyiliğin karşılığını misliyleverecektir size. Ne olur, Tanrı için, İsa içinyardım edin onlara!..Lizaveta Prokofyevna büyük bir öfkeylehaykırdı:— Şimdi ne yapalım, söyleyin bakalım İvanFyodoroviç! İnsaf edin de o gösterişlisessizliğinizi bozun artık lütfen! Bir şeysöylemezseniz, bilesiniz ki geceyi buradageçireceğim. Yeterince baskı altında tuttunuzbeni!Çok heyecanlı, öfkeliydi LizavetaProkofyevna. Kocasının cevabını ısrarlabekliyordu. Ne var ki böyle durumlardagenellikle herkes soruyu kendi üzerine almadan,susarak, pasif bir merakla karşılık verir vearadan uzun bir süre geçtikten sonra açıklardüşüncesini. Bu akşam da orada bulunanlararasında tek sözcük söylemeden sabaha kadarbile olsa oturmaya hazır kimseler vardı.Sözgelimi, bütün akşam boyunca uzak birköşede oturup hiç söze karışmayan, konuşmaları

büyük bir merakla dinleyen (belki bunun içinbirtakım nedenleri de vardı), hep susan VarvaraArdalionovna bunlardan biriydi.General,— Bana sorarsan Lizaveta Prokofyevna,burada bizim heyecanımızdan daha çok birhastabakıcıya, bir de güvenilir, uyanık birineihtiyaç var. Ama önce prense sormalıyız ve...hemen bırakmalıyız, dinlensin hasta... Yarınyine geliriz.Doktorenko hırçın, öfkeli bir tavırla prensedöndü.— Saat on iki oldu, dedi. Biz gidelim artık.İppolit bizimle gelecek mi, gelmeyecek mi?— İstiyorsanız siz de kalın, dedi prens.Yerimiz var.Keller bir anda heyecanla koştu generalinyanına.— Ekselansları, dedi, gece için güvenilir birineihtiyacınız varsa, arkadaşım için... seve seve

kalabilirim efendim! Benim gözümde büyük birinsandır kendisi! Kuşkusuz, eğitimimi birazboşladım ben efendim, ama o konuşmayabaşladı mı ağzından inciler dökülür efendim!..General umutsuzca öte yana çevirdi başını.Lizaveta Prokofyevna’nın sinirli sorularınacevap verdi prens:— Geceyi burada geçirirse sevinirim.Petersburg’a dönmesi zor olacak bence.— Ne o, uyuyor musun? İstemiyorsan açıksöyle canım, bizim eve götürürüm onu! AmanTanrım, kendi zor ayakta duruyor zaten! Hastamısın sen?Geldiğinde prensi ölüm döşeğinde bulamayanLizaveta Prokofyevna, onun dış görünüşünebakarak sağlıklı olduğunu pek abartmıştıherhalde. Oysa prensin kısa süre öncekihastalığı, hastalığına eşlik eden acı hatıraları, buakşamın telaşı, “Pavlişçev’in oğlu” olayı, ensonunda da İppolit... Bütün bunlar prensin hastaduyarlılığını gerçekten de neredeyse hummalı

bir duruma sokmuştu. Öte yandan, şimdi başkabir endişe, hatta korku da vardı bakışında.Ondan başka bir olay daha bekliyormuş gibitelaşlı bakıyordu İppolit’e.Birden ayağa kalktı İppolit. Çarpılmış, korkunçderecede bembeyaz olmuş yüzünde umutsuzlukderecesinde bir utanç vardı. Oradakilerinüzerinde nefretle ve korkuyla dolaşan bakışlarıda, titreyen çarpık dudaklarında dolaşan ürkekgülümseme de ruhsal durumunu ele veriyordu.Hemen önüne indirdi bakışını, yalpalayarak(gülümsemeyi hâlâ sürdürüyordu), verandanınmerdiveninin başında duran Burdovskiy ileDoktorenko’nun yanına yürüdü. Anlaşılan,onlarla birlikte gitmeye hazırlanıyordu.Prens,— Ben de bundan korkuyordum işte! diyehaykırdı. Olacağı buydu!İppolit dönüp büyük bir öfkeyle baktı prense.Yüzünün her çizgisi şöyle diyordu sanki:— Demek bundan korkuyordunuz? Demek

“olacağı buydu” ha? Şunu bilmenizi isterim (sesihırıltılı, tiz çıkıyor, ağzından tükürüklersaçılıyordu), burada en çok nefret ettiğim insansizsiniz... Cizvit, aşırı tatlı ruhlu, budala, iyilikbudalası milyoner... en çok sizden nefretediyorum, hatta dünyada en çok!.. Uzunzamandır biliyorum sizi ve nefret ediyorum...Sizden söz edildiğini duyduğumdan beri bütünvarlığımla nefret ediyorum sizden... Olayıburaya siz getirdiniz! Sizin yüzünüzden krizgeldi bana! Ölmek üzere olan bir insanı küçükdüşürdünüz. Siz, siz, sizsiniz küçük düşmeminsuçlusu! Ölmeyecek olsaydım, öldürürdüm sizi!Yardımlarınıza ihtiyacım yok, kimseninyardımını istemiyorum, duyuyor musunuz, hiçkimsenin! Kendimde değildim demin,gururlanmayın hemen!.. Hepinizi sonsuza deklanetliyorum, hepinizi!İyice tıkandı, sesi kesildi.Lebedev fısıldadı Lizaveta Prokofyevna’ya:— Ağladığı için utandı! “Olacağı buydu!” Ahprens! Nasıl da anlamışsın...

Ama Lizaveta Prokofyevna dönüp bakmayabile değer görmedi onu. Mağrur bir tavırla başınıarkaya atarak şöyle bir doğruldu, küçümser birmerakla baktı bu “küçük insanlara”. İppolitkonuşmasını bitirince general omuz silkecekoldu. Lizaveta Prokofyevna bu yaptığınınhesabını soruyormuş gibi aşağıdan yukarıöfkeyle süzdü onu, arkasından hemen prensedöndü.— Sevgili aile dostumuz prens, bizlerebağışladığınız bu hoş akşam için size çokteşekkür ederim. Budalalıklarınıza ailemizi dekarıştırdığınız için seviniyorsunuzdur şimdi... Bukadarı yeter sevgili dostum, sonunda sizi iyicetanımamıza yardım ettiğiniz için teşekkürler!..“Onların” gitmesini beklerken sinirli sinirlimantosunu düzeltmeye başladı. Doktorenko’nunaraba çağırması için bir süre önce gönderdiğiLebedev’in oğlu lise öğrencisinin çağırdığıkiralık araba “onları” almak için kapıyayanaşmıştı. General, karısının hemenarkasından,— Gerçekten de prens, hiç beklemezdim

sizden... dedi. Her şeyden, dostça ilişkimizdensonra... hem ayrıca, Lizaveta Prokofyevna...Adelaida,— Peki, nasıl, nasıl olabilir böyle bir şey? diyehaykırdı.Çabuk adımlarla prensin yanına gitti, eliniuzattı ona.Prens, Adelaida’ya şaşkın şaşkın gülümsedi. Oanda sımsıcak, çabuk bir fısıltı yaktı kulağını:— Bu iğrenç insanlarla hemen şimdi ilişkinizikesmezseniz, hayatımın sonuna kadar,hayatımın sonuna kadar nefret edeceğim sizden!Aglaya idi bunu söyleyen. Çıldırmış gibiydi.Ama prens dönüp ona bakıncaya kadaruzaklaşmıştı. Ne var ki bir şeyle veya birkimseyle ilişkisini kesmesi gerekmiyordu artıkprensin: Bu arada hasta İppolit’i şöyle veyaböyle arabaya bindirmişler, araba hareketetmişti. Lizaveta Prokofyevna,— Ee, daha bekleyecek miyim İvan

Fyodoroviç? dedi. Bu kötü insanların arasındadaha uzun süre durmak zorunda mı kalacağım?— İyi ama canım, ben... Sanırım hazırım benve prens...İvan Fyodoroviç elini uzattı prense, amasıkmadan, o sırada öfkeyle bağırıp çağırarakverandadan çıkmakta olan LizavetaProkofyevna’nın arkasından koştu. Adelaida,nişanlısı ve Aleksandra içtenlikle vedalaştılarprensle. Yevgeniy Pavloviç de öyle... Yalnızcaonun neşesi yerindeydi. Pek sevecen birgülümsemeyle fısıldadı prense:— Olacağı buydu! Ne yazık ki, olan size oldu,boş yere acı çektiniz.Aglaya prensle vedalaşmadan çıktı.Gelgelelim, o akşamın serüveni henüzbitmemişti. Lizaveta Prokofyevna’nın hiçbeklenmedik bir karşılaşmaya daha katlanmasıgerekiyordu.Merdivenlerden parkı çevreleyen yola yeniinmişti ki, beyaz iki atın koşulu olduğu pırıl pırıl

bir kupa arabası birden hızla geçti prensinyazlığının önünden. Arabada gözalıcı iki kadınvardı. Evi beş on adım geçtikten sonra birdendurdu kupa arabası. Kadınlardan biri kendisi içinçok gerekli bir tanıdığını görmüş gibi çabucakdöndü. Çın çın öten çok tatlı bir sesle,— Yevgeniy Pavloviç! haykırdı. Sen misin?Sonunda seni bulduğuma ne kadar sevindimbilemezsin! Kente adam yolladım sana. Hem deiki kişi! Sabahtan beri seni arıyorlar!Yevgeniy Pavloviç yıldırım çarpmış gibi,büyük bir şaşkınlık içinde merdiveninbasamaklarında kalakalmıştı. LizavetaProkofyevna da olduğu yerde durmuştu. AmaYevgeniy Pavloviç gibi şaşırmışa veyakorkmuşa benzemiyordu. Bu küstah kadına beşdakika önce içeride “küçük insanlara” baktığıgibi mağrur, aşağılar bir tavırla baktı ve bakışınıhemen Yevgeniy Pavloviç’e çevirdi.Çın çın öten ses devam ediyordu:— Yeni haber! Kupferov’un senetlerini takmakafana. Rogojin’e söyledim, otuz bin verip geri

aldı onları. En azından üç ay rahat olabilirsin.Biskup ve öteki pisliklere gelince, tanıdıklararacılığıyla onları da hallederiz! Yani her şeyyolunda. Canını sıkma. Yarın görüşürüz!Kupa arabası hareket edip hızla gözdenkaybolduYevgeniy Pavloviç öfkeden yüzü kıpkırmızı,şaşkın şaşkın çevresine bakınarak,— Deli mi ne bu kadın? diye bağırdı. Nedediğini hiç anlamadım! Ne senetleriymiş?Kimdi, onu da anlayamadım...Lizaveta Prokofyevna iki saniye daha baktıona; sonra birden döndü, evine doğru yürüdü.Ötekiler de arkasından...Tam bir dakika sonra Yevgeniy Pavloviç aşırıtelaşlı, verandaya prensin yanına döndü.— Prens, bütün bunlar ne demek, gerçektenbilmiyor musunuz?— Hayır, bilmiyorum, dedi prens.Kendisi de olağanüstü gergin, hastalıklı bir ruh

hali içindeydi.— Hayır mı?— Hayır.Birden gülmeye başladı Yevgeniy Pavloviç.— Ben de bilmiyorum. Yemin ederim, osenetlerle en küçük bir ilgim yok. Doğrusöylüyorum, inanın bana!.. Peki ama, neoluyorsunuz? Fenalaşıyor musunuz?— Yo, hayır, hayır, inanın bir şeyim yok...

XIYepançinler ancak üçüncü gün yumuşadı.Gerçi her zaman olduğu gibi birçok konudaprens kendini suçlu buluyordu vecezalandırılmayı da içtenlikle bekliyordu, amayine de baştan beri Lizaveta Prokofyevna’nınona ciddi olarak kızamayacağı, aslında daha çokkendi kendine kızdığı inancı vardı içinde. Bunedenle küskünlüğün böylesine uzun sürmesiüçüncü günde prensi karamsar bir çıkmazasokmuştu. Bunun başka nedenleri de vardı. Amabu nedenlerden biri önemliydi. Bu önemli nedenprensin kuşkularında üç gün süresince giderekgüçlenmişti. (Aslında prens iki aşırılığıyüzünden bir süredir kendini suçluyordu:Bunlardan biri aşırı “anlamsız ve bıkkınlıkveren” saflığı, öteki ise “içini karartan, aşağılık”kuşkuculuğuydu.) Sözün kısası, YevgeniyPavloviç’le kupa arabasından konuşan ilginçkadın olayı üçüncü günün sonunda korkutucuve gizemli boyutlara ulaşmıştı. Olayın ötekiyönleri bir yana, bu gizemin özünde prensiniçini sızlatan, ona acı veren bir şey vardı: “Bu

korkunç” olayın suçlusu prens miydi, yoksayalnızca... Ama suçlunun bir başkası olabileceğifikrini tamamlayamıyordu. N. F. B. harflerinegelince, prensin düşüncesine göre yalnızcaçocukça bir şakaydı, öyle ki üzerinde durmayabile değmezdi, aslında yakışık bile almazdı.Bununla birlikte, prens başlıca “nedeninin”kendisi olduğu o çirkin “olaydan” vekarışıklıktan sonra, ertesi sabah Prens Ş. ileAdelaida’yı konuk etme mutluluğuna ermişti.Birlikte dolaşmaya çıkmışken, “aslında onunsağlık durumunu merak ettikleri için”uğramışlardı. Parkta dolaşırlarken Adelaida dallıbudaklı, gövdesinde kovukları, çatlakları olan,yeni yeni yeşermiş kocaman, harika bir ağaçgörmüş, o ağacın resmini yapmaya kararvermişti! Ziyaretleri süresince de neredeyse hepbu ağacı anlatmıştı Adelaida. Prens Ş. her zamanolduğu gibi pek candan, sevimliydi. Geçmişiandı, ilk tanıştıkları günlerin olaylarından sözettiler. Öyle ki bir önceki akşamdan tek sözcükgeçmedi aralarında. Sonunda dayanamadıAdelaida, gülümseyerek, incognito uğradıklarınıitiraf etti. Incognito lafından anne babanın (yani


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook