saygıdeğer, iyi arkadaşı dul bir öğretmen eşininevine taşındığını biliyordu. Arkadaşı dayalıdöşeli bir oda vermişti ona. Nastasya Filippovnatekrar Pavlovsk’a taşınırken o odayıboşaltmamış olabilirdi. En azından dün Rogojinonu oraya bırakmış, Nastasya Filippovna dageceyi orada geçirmiş olabilirdi. Bir arabayabindi prens. Yolda önce buraya gelmesigerektiğini, çünkü Nastasya Filippovna’nın gecevakti doğrudan Rogojin’in evine gitmişolamayacağını düşünüyordu. Bu ara kapıcınınsöylediklerini de hatırlıyordu: NastasyaFilippovna’nın oraya pek sık gelmediğinisöylemişti kapıcı. Rogojin’in evine pek sıkgitmediğine göre, gece neden orada kalacaktı?Prens kendini böyle avutmaya çalışarak nihayetİzmaylovskiy Mahallesi’ne geldi. Bitkin birdurumdaydı.Dul öğretmen eşinin evinde NastasyaFilippovna’yı dün de, o gün de duyan, görenolmadığını öğrenince çok kötü oldu prens. Öyleki onu görmek için odalarından çıkanlar bileolmuştu. Dul öğretmen eşinin kalabalık ailesi(yedi yaşından on beşe kadar kızlı, oğlanlı bir
sürü çocuğu vardı) annelerinin arkasından dışarıçıkmış, prensin çevresini almış, ağızları açık,ona bakıyordu. Çocukların arkasından siyahentarili, sıska, yüzü sapsarı teyzeleri çıktı.Nihayet ailenin büyükannesi, gözlüklü, yaşlı birkadın göründü. Dul kadın ısrarla içeri giripoturmasını rica etti prensten. Onun ricasınıyerine getirdi prens. Oturur oturmaz, onun kimolduğunu, bir gün önce evlenmiş olmasıgerektiğini çok iyi bildiklerini, dünkü nikâhıyla,şu anda yanında olması gereken kişiyi onlarasormasındaki garipliği ölesiye merak ettiklerinianlamıştı. Nikâhla ilgili meraklarını kısaca bilgivererek giderdi. Şaşırıp ah vah etmeyebaşladıklarında bu kez her şeyi, ama kuşkusuz,ana hatlarıyla anlatmak zorunda kaldı. Sonraheyecana kapılan aklı başında iki kadının önerisiüzerine, önce Rogojin’in kapısını çalıp ne olupbittiğini ona sorması gerektiğine karar verdi.Rogojin evde değilse (bunu kesinlikleöğrenmeliydi) veya bir açıklamada bulunmakistemezse Semyonovski Alayı Mahallesi’ne,Nastasya Filippovna’nın ahbabı, annesiylebirlikte oturan bir Alman asıllı kadına (kapıldığı
büyük heyecanla, saklanmak için belki de orayagitmişti Nastasya Filippovna) uğramasıgerekiyordu. Sonunda kalktı prens. Çok bitkindi.Kadınların daha sonra anlattıklarına göre,“yüzünde renk diye bir şey yoktu”. Gerçektende bacakları titriyordu... Prens korkunç gürültülübir sürü lakırdı arasında, kadınların da onunlabirlikte bir şeyler yapmak istediğini, kenttekiadresini sorduklarını nihayet anlamıştı. Belli biradresi yoktu elbette; bir otele yerleşmesinisöylüyorlardı. Prens daha önce kaldığı, beş haftaönce kriz geçirdiği otelin adresini verdi onlara.Sonra yine Rogojin’in evine gitti.Bu kez Rogojin’in dairesinin kapısının yanındaannesinin dairesinin kapısı da açılmadı. Prensavluya inip uzun süre aradıktan sonra kapıcıyıbuldu. Kapıcı bir şeylerle meşguldü ve pekkonuşmak istemiyordu, prensin yüzüne bile pekbakmıyordu. Ama yine de açıkça ParfyonSemyonoviç’in “sabah erken evden çıkıpPavlovsk’a gittiğini, bugün dönmeyeceğini”söylemişti.— Bekleyeceğim. Belki akşam gelir...
— Belki de bir hafta gelmez, kim bilir...— Demek gece buradaydı?— Burada olmasına buradaydı...Kuşku verici, pis bir durum vardı ortada. Buarada kapıcıya birtakım talimatlar verildiğibelliydi: Prensin önceki gelişinde pekkonuşkandı çünkü, oysa şimdi konuşmakistemiyordu. Prens iki saat sonra bir kez dahauğramaya, hatta gerekirse evi gözetlemeye kararverdi. Şimdilik tek umudu Alman asıllı kadınınevindeydi. Bir arabaya atlayıp Semyonovski’yegitti.Ama orada anlamadılar bile onu. Arada geçenbirkaç sözcükten prens, Alman asıllı güzelkadının üç hafta önce Nastasya Filippovna’ylakavga ettiğini, o günden bu yana onunla ilgilihiçbir şey duymadığını, “dünyanın bütünprensleriyle evlense bile” duymak daistemediğini anlamıştı.Oradan çıkmak için acele etti prens. Bu aradaşöyle bir düşünce geldi aklına: Nastasya
Filippovna Moskova’ya gitmiş olabilirdi,Rogojin de onun arkasından veya onunlagitmişti. “Hiç değilse küçücük bir izbulabilsem!” Ama otelde kalması gerektiğinihatırladı, doğru Liteynaya’ya gitti. Hemen biroda verdiler ona. Kat görevlisi yemek isteyipistemediğini sordu. Pek dalgın, istediğinisöyledi, ama düşününce, yemeğe yarım saatharcayacağı için çok kızdı kendine, sonra gelenyemeği öyle olduğu gibi, yemedenbırakabileceğini de anladı. Bu loş, havasız oteldetuhaf bir duyguya kapılmıştı. Değişik şeylerdüşünmesine neden oluyordu bu duygu.Gelgelelim, öne çıkan bu düşüncesinin neolduğunu bir türlü çıkaramıyordu. Sonundakendini otelden dışarı attı. Başı dönüyordu. Pekiama, nereye gidecekti? Tekrar acele Rogojin’inevine gitti.Rogojin hâlâ dönmemişti. Kapıyı açan olmadı.Anne Rogojina’nın kapısını çaldı. Açtılar, oradada Parfyon Semyonoviç’in evde olmadığını,belki üç gün de uğramayacağını söylediler.Yüzüne yine öyle tuhaf tuhaf bakmalarışaşırtmıştı prensi. Bu gelişinde kapıcıyı aradıysa
da bulamadı. Önceki gelişinde olduğu gibi yinekarşı kaldırıma geçti prens, pencerelere bakmayabaşladı, bunaltıcı sıcak havada yarım saat kadar,belki daha uzun süre dolaştı kaldırımda. Bu kezbir şey kıpırdamadı, pencere açılmadı, beyazperdenin ucu kalkmadı. Önceki gelişinde yanlışgördüğünden, yanıldığından kuşkusukalmamıştı. Pencere camları öylesine donuktu, okadar uzun zamandır silinmemişti ki, camdanbakan biri dışarıdan kesinlikle görünmezdi.Böyle düşününce sevindi, tekrarİzmaylovskiy’e, dul öğretmen eşine gitti.Orada bekliyorlardı onu. Dul kadın bu aradaüç dört yere gitmiş, Rogojin’e bile uğramış, amahiçbir şey öğrenemeden dönmüştü. Prenssessizce dinledi dul kadının anlattıklarını, sonraodaya girdi, divana oturup, ne söylediklerinianlamıyormuş gibi bakmaya başladıodadakilerin yüzüne. Tuhaftır: Kâh son derecedikkatli oluyordu, kâh inanılmaz derecededalgın. Evdekiler daha sonra, o gün onun“şaşılacak derecede” tuhaf olduğunu, her şeyino zamandan “göründüğünü” söylüyordu. Nedensonra kalktı, ona Nastasya Filippovna’nın
kaldığı odaları göstermelerini istedi. Yüksektavanlı, aydınlık, geniş, oldukça güzel döşeli,kiraları hayli yüksek iki odası vardı NastasyaFilippovna’nın. Hanımlar daha sonra prensinodalarda her şeyi inceden inceye gözdengeçirdiğini, sehpanın üzerinde halkkütüphanesinden alınmış, yarım okunup açıkbırakılmış “Madame Bovary”yi fark ettiğini,kitabın açık sayfasının kenarını kıvırdığını,kitabı yanında götürmek için hanımlardan izinistediğini, ama olumsuz cevabı beklemeden(kitap halk kütüphanesinindi çünkü) cebinekoyduğunu anlattılar. Sonra açık pencereninönüne oturmuş, gözüne üzeri tebeşirle yazılıoyun sehpası ilişince “Kim oynuyordu burada?”diye sormuş. Nastasya Filippovna’nın her akşamRogojin’le yanık, pişti, papazkaçtı, vint, prafa vedaha birçok oyun oynadığını söylemişler ona.Nastasya Filippovna Pavlovsk’tan Petersburg’adöndükten sonra çıkmış bu kâğıtlar ortaya.Rogojin akşamları sürekli susup oturduğu,konuşacak bir şey bulamadığı için yakınıpduruyormuş Nastasya Filippovna, sık sıkağlıyormuş da, işte bunun üzerine bir akşam
geldiğinde cebinden bir deste iskambil kâğıdıçıkarmış Rogojin. Gülmeye başlamış NastasyaFilippovna, oynamaya başlamışlar. Oynadıklarıkâğıtların nerede olduğunu sormuş prens. Amayokmuş, Rogojin her akşam yanındagötürüyormuş onları, her akşam yeni birdesteyle geliyor, giderken cebine koyupgötürüyormuş onları.Bayanlar tekrar Rogojin’e gitmesinisöylemişler ona, ama hemen şimdi değil de,akşam: “Belki akşam gelir evine.” Bu arada dulkadın, akşam olmadan Pavlovsk’a gidip DaryaAlekseyevna’ya uğramayı, ondan bilgi almayıdüşündüğünü söylemiş. Ne olur ne olmaz, yarınneler yapacaklarını kararlaştırmak için prensinakşam saat ondan sonra onlara uğramasını ricaetmişler. Bütün bu teselli edici, umut verensözlere karşın, prensin hiç umudu kalmamıştı.Anlatılamaz bir hüzün içinde otele kadaryürüdü. Petersburg’un tozlu, boğucu yaz havasışakaklarını bir mengene gibi sıkıyordu. Asıksuratlı, sarhoş insanların arasında dolaşmış,amaçsız yüzlerine bakmış, bu arada yolu dagaliba hayli uzatmıştı. Odasına girdiğinde çoktan
akşam olmuştu. Biraz dinlenmek, sonrakararlaştırıldığı gibi yine Rogojin’in evinegitmek niyetindeydi. Divana oturdu, dirseklerinimasaya dayadı, düşünmeye başladı.Ne kadar zaman düşündüğünü, nelerdüşündüğünü Tanrı bilir... Çok şeyden korkuyorve çok korktuğunu hissedince de dayanılmaz,dehşetli bir ıstırap duyuyordu. Vera Lebedeva’yıhatırladı. Sonra Lebedev’in bu konuda belki debir şeyler bilebileceği, bilmese bile, ondan dahaçabuk ve kolay birtakım bilgilere ulaşabileceğigeldi aklına. Sonra İppolit’i düşündü, Rogojin’inLebedev’i ziyaretlerini hatırladı. Sonra daRogojin’i... Önce cenaze töreninde, sonraparkta, daha sonra birden burada, otelde, köşedeondan saklandığını, elinde bıçakla gelirken onubeklediğini... Onun gözlerini hatırlıyordu şimdi,karanlıkta onu arayan gözlerini. Ürperdi prens.Biraz önce üste çıkmaya çalışan düşüncesi şimdibirden gelmişti aklına.Bu düşüncesi şöyleydi: RogojinPetersburg’daysa, bir zaman için saklansa bile,eninde sonunda, iyi veya kötü niyetle de olsa,
kesinlikle ona, prense gelecekti. En azındanRogojin herhangi bir nedenle onu görmekisterse, buradan başka bir yerde aramayacaktıonu, yine bu koridora gelecekti... Başka biradres yoktu onda, dolayısıyla prensin yine aynıotelde olduğunu düşünüp buraya gelecekti, enazından burada bulmayı deneyecekti onu... Çokgerekirse kuşkusuz... Kim bilir, bakarsın çokgerekli olurdu Rogojin’e...Böyle düşünüyordu prens ve nedense çokolası geliyordu ona düşüncesi. “Sözgelimi,birden gerekli olamaz mıydı Rogojin’e, enindesonunda bir araya gelemezler miydi?”düşüncesini hiç de yersiz bulmuyordu. Ama şudüşünce ağır geliyordu ona: “Keyfi yerindeysene diye gelsin bana? Durumu iyi değilse gelir,ama sanırım iyi değildir de durumu...”Elbette, böyle düşünüyorsa Rogojin’i yerinde,yani otel odasında beklemesi gerekirdi. Ne varki bu son düşüncesi dayanamayacağı kadar ağırgeldi ona, ayağa fırladı, şapkasını aldığı gibikoşarak çıktı odasından. Koridor neredeysekaranlıktı. Çok iyi hatırladığı yere yaklaşınca
“Ya şu anda o köşeden çıkar, merdivendeönümü keserse?” diye geçti aklından. Amaçıkan olmadı oradan. Merdivenden indi, otelinana kapısından sokağa çıktı. Günbatımıylabirlikte (tatil günleri Petersburg’da her zamanolduğu gibi) sokağa dökülmüş kalabalığıgörünce şaşırdı ve Gorohova yönüne doğruyürüdü. Otelden elli adım uzaklaşmıştı ki, ilksokak başında kalabalığın içinden biri ansızınkoluna dokundu, kulağına eğilip alçak sesleşöyle dedi:— Lev Nikolayeviç, gel benimle kardeşim,çok önemli...Rogojin’di bunu söyleyen.Çok tuhaftır: Prens hemen sevinç içinde,kekeleyerek, cümlelerinin sonunu neredeysegetiremeden biraz önce onu koridorda, otelodasında nasıl beklediğini anlatmaya başladı.Rogojin prensin hiç beklemediği bir cevapverdi:— Oradaydım.
Bu cevap şaşırttı prensi. Ama ancak iki dakikasonra Rogojin’in cevabının ne anlama geldiğinikavrayabildiği zaman şaşırdı. Kavradığı anda birkorku da düştü içine, Rogojin’e bakmayabaşlamıştı. Rogojin yaklaşık yarım adım önünde,başı önünde, karşılaştığı insanlara başını kaldırıpbakmadan, herkese hemen yana çekilip yolvererek yürüyordu.Birden sordu prens:— Madem oteldeydin... odamda olupolmadığımı neden sormadın?Rogojin durdu, durup prensin yüzüne baktı,bir an düşündü, prensin sorusunu anlamamışgibi,— Bak ne diyeceğim Lev Nikolayeviç, dedi,sen bu kaldırımdan benim eve kadar yürü, evinyolunu biliyorsun, değil mi? Ben de karşıkaldırımdan yürüyeceğim. Ama dikkat et, aynıanda varalım oraya...Rogojin böyle dedikten sonra karşı kaldırımageçti, dönüp prensin yürüyüp yürümediğine
baktı, onun olduğu yerde durmuş, gözleriniayırmadan kendisine baktığını görünce, kolunuGorohova yönünde salladı ona ve yürüdü. Sıksık dönüp prense bakıyor, onun da yürümesiniişaret ediyordu. Prensin onu anladığı, karşıkaldırımda yürümeyi sürdürdüğü için memnunolduğu belliydi. Prens, Rogojin’in birini görmekistediğini, gözden kaçırmamaya çalıştığını, bunedenle karşı kaldırıma geçtiğini düşünmeyebaşlamıştı. “Peki ama, kimi gözden kaçırmakistemediğini neden söylemedi bana?” Böyle beşyüz adım kadar yürüdüler. Birden nedensetitremeye başladı prens. Rogojin, şimdi daha birseyrek olsa da, dönüp ona bakmayısürdürüyordu. Artık dayanamadı prens, kolunusallayarak işaret etti ona. Rogojin hemen prensinolduğu kaldırıma geçti.— Nastasya Filippovna senin evde mi? diyesordu prens.— Evet.— Bugün perdeyi aralayıp bakan sen miydinbana?
— Bendim...— Nasıl oldu da sen...Ama sorusunun sonunu nasıl getireceğinibilemedi prens. Öte yandan kalbi öylesine hızlıçarpıyordu ki, konuşmakta zorlanıyordu.Rogojin de susuyor, önce olduğu gibi bakıyorduona, yani bir şeyler düşünüyormuş gibi...Tekrar karşı kaldırıma geçmeye hazırlanırken,— Neyse, dedi, ben karşıya geçiyorum, sen bukaldırımda yürü. Bir arada görünmesek... dahaiyi... Ayrı kaldırımlarda yürüyelim... Göreceksin,böylesi daha iyi...Sonunda ayrı kaldırımlardan GorohovaSokağı’na sapıp Rogojin’in evine geldiklerindeprensin bacakları yine titremeye başladı. Öyle kiyürümekte zorlanıyordu. Saat akşamındokuzunu geçiyordu. Yaşlı kadının oturduğubölümde pencereler daha önce olduğu gibi açık,Rogojin’in bölümünde kapalıydı. Beyaz perdelerkaranlıkta sanki daha bir koyu görünüyordu.Prens karşı kaldırımdan eve doğru yürüdü.
Rogojin merdivenden dış kapının önüne çıktı,prense elini salladı. Prens onun yanına gitti.Rogojin dudaklarında kurnaz, neredeyse mutlubir gülümsemeyle,— Eve döndüğümden kapıcının bile haberiyok, dedi. Dün ona Pavlovsk’a gideceğimisöyledim. Annem de öyle biliyor. Sessizcegireceğiz, evde olduğumuzdan kimsenin haberiolmayacak.Anahtar elindeydi. Üst kata çıkarken prensedöndü, sessiz yürümesi için uyardı onu.Oturduğu bölümün kapısını sessizce açtı, prensiönden içeri aldı, arkasından sessizce kendi girdi,kapıyı kilitleyip anahtarı cebine koydu.— Gel, diye fısıldadı.Liteynaya’dan beri fısıldayarak konuşuyordu.Sakin görünmesine karşın, ruhunun derinlerindebüyük bir endişe olduğu belliydi. Salonagirdiklerinde, çalışma odasına açılan kapınınyanındaki pencerenin önünde durdu Rogojin,gizemli bir el hareketiyle prensi yanına çağırdı.
— Bugün kapıyı çaldığında, gelenin senolduğunu hemen anladım. Parmaklarımın ucunabasarak kapıya kadar yürüdüm, Pafnutyevna ilekonuşmanı dinledim. Sabah erkendenuyarmıştım onu: Sen veya senin yolladığın biri,kim olursa olsun, gelip kapımı çalacak olursaevde olduğumu kesinlikle söylemeyecekti.Özellikle sen gelip, kim olduğunu ona söylesenbile... Sonra sen gidince şöyle düşündüm: “Yaşu anda karşı kaldırımda durmuş, burayabakıyorsa? Evi gözetliyorsa?” İşte o zaman bupencereye geldim, perdeyi aralayıp baktım,orada durmuş, doğrudan bana bakıyordun...Öyle oldu işte...Prens tıkanıyormuş gibi,— Nastasya Filippovna nerede? diye sordu.Rogojin cevap vermek için bir an beklediktensonra tane tane,— O mu... burada... dedi.— Nerede?Rogojin gözlerini prensin yüzüne dikip bir
süre baktı.— Gidelim... dedi.Rogojin hep alçak sesle, hiç acele etmedenkonuşuyordu. Daha önce olduğu gibi üzerindetuhaf bir dalgınlık vardı. Perdeden söz ederkenbile, anlattığı şeyin gerilimine karşın, başka birşeyden söz ediyor gibiydi.Odaya girdiler. Prensin gördüğünden bu yanaodada birtakım değişiklikler olmuştu: Oda yeşilipek bir perdeyle boydan boya ikiye bölünmüş,perdenin iki ucunda Rogojin’in yatağının olduğubölüme geçmek için iki aralık bırakılmıştı. Ağırperde yere kadar indirilmiş, iki uçtaki girişler dekapatılmıştı. Odanın içi çok karanlıktı.Petersburg’un “beyaz” yaz geceleri hafifçekararmıştı. Dolunay olmasaydı, Rogojin’inperdeleri inik odasında bir şey görmek olanaksızolurdu. Aslında yüzleri seçmek yine de zoroluyordu. Rogojin’in yüzü her zaman olduğugibi soluktu. Gözlerini prensin yüzüne dikmişti.Sabit bakışında tuhaf bir ışık vardı.— Mumu yaksaydın? dedi prens.
— Gerekmez, diye karşılık verdi Rogojin.(Kolundan tutup bir sandalyeye oturttu prensi,bir sandalye çekip kendi de prensin karşısınaoturdu; sandalyeyi öylesine yakın koymuştu ki,dizleri neredeyse prensin dizlerine değecekti;aralarında, biraz kenarda yuvarlak bir sehpavardı, prensi oturmaya razı etmeye çalışıyormuşgibi ekledi:) Biraz oturalım! (Bir süre sustular.Sonra genellikle asıl konuya girmeden önceinsanların bambaşka ilgisiz bir şeylerden sözettikleri gibi sürdürdü konuşmasını:) O oteldeolduğunu biliyordum. Koridora çıktığımda şöylegeçiriyordum içimden: “Şu anda belki deodasındadır, benim onu beklediğim gibi o dabeni bekliyordur... Dul öğretmen eşine uğradınmı?— Uğradım.Prens kalbinin çarpıntısından konuşmaktazorlanıyordu.Rogojin,— Ben de öyle tahmin etmiştim, dedi.Konuşmamız gerektiğini düşünüyordum... Sonra
kendi kendime şöyle dedim: Buraya getiririmonu, bu gece burada kalırız...Prens birden ayağa kalktı.— Rogojin! Nastasya Filippovna nerede? diyefısıldadı.Eli ayağı titriyordu. Rogojin de ayağa kalktı.Başıyla perdeyi göstererek fısıldadı:— Orada.— Uyuyor mu? diye fısıldadı prens.Rogojin tekrar deminki gibi, gözleriniayırmadan baktı prensin yüzüne.— Eh, gel benimle!.. dedi. Yalnız sen... neyse,hadi gel!Perdenin ucunu kaldırdı, durup prense döndü.Önden prensin gitmesini başıyla işaret ederekyol gösterdi ona “Gir haydi!” dedi. Prens girdi.— Burası çok karanlık, dedi.— Gözün karanlığa alışınca göreceksin! diye
mırıldandı Rogojin...— Yavaş vavaş görür gibiyim... bir karyolavar.Rogojin alçak sesle,— Yaklaş karyolaya, dedi.Prens bir adım attı, bir daha ve durdu. Olduğuyerde bir veya iki dakika baktı. Rogojin de,prens de karyolanın hemen önünde,konuşmadan öylece duruyorlardı. Prensin kalbiodanın ölüm sessizliği içinde sesi duyuluyormuşgibi çarpıyordu. Ama şimdi gözleri karanlığaalışmıştı, karyolayı bütünüyle görüyordu. Biriderin bir uykuya dalmış, kıpırdamadanyatıyordu karyolada. Ne en küçük bir hışırtı, nede bir soluk duyuluyordu. Uyuyan kişi beyazçarşafı başına çekmişti, beden hatları belirsiz deolsa seçilebiliyordu. Çarşafın aldığı biçimden,orada bir insanın yattığı anlaşılıyordu. Odanın içikarmakarışıktı. Karyolanın hemen ayakucundakikoltuğun üzerinde, hatta yerlerde çabucakçıkarılıp atılmış giysiler, pahalı cinsinden beyazipek bir gelinlik, çiçekler, kurdeleler vardı.
Başucundaki sehpanın üzerinde yine çıkarılıpgelişigüzel atılmış pırlantalar parlıyordu.Ayakucunda yumak yapılıp atılmış danteller,beyaz dantellerin arasında ise çarşaftan çıkmışçıplak bir ayağın ucu göze çarpıyordu.Mermerden oyma bir ayaktı sanki ve korkunçbir kıpırtısızlığı vardı. Prens bakıyor ve ne kadarçok bakarsa odanın içine o kadar derin bir ölümsessizliğinin çöktüğünü hissediyordu. Uyananbir sineğin vızıltısı duyuldu ansızın. Karyolanınüzerinde uçmaya başladı, sonra başucunakondu, sustu. Ürperdi prens.Arkadan koluna dokundu Rogojin.— Çıkalım.Çıktılar perdenin arkasından, tekrar aynısandalyelere karşılıklı oturdular. Prens giderekdaha çok titriyor, soran bakışlarını Rogojin’inyüzünden ayırmıyordu.Sonunda konuştu Rogojin:— Titriyorsun Lev Nikolayeviç.Hastalanacağın zamanlar olduğu gibi
titriyorsun... Hatırlıyorsun, değil mi?Moskova’da olduğu gibi... Yine bir kez nöbetgeldiğinde olduğu gibi... Bu durumda neyapmam gerektiğini bilemiyorum...Rogojin’in dediklerini anlamak için zorluyordukendini prens. Soran bakışlarını Rogojin’inyüzünden ayıramıyordu bir türlü.Sonunda başıyla perdeyi göstererek sordu:— Bunu sen mi?Rogojin,— Evet... ben... diye fısıldadı.Başını önüne eğdi. Beş dakika kadar sustular.Sonra konuşmasına hiç ara vermemiş gibi eklediRogojin:— Çünkü... çünkü hastalanırsan, nöbet gelirse,bağırmaya başlarsan, belki sokaktan, avludanbirileri duyar, burada olduğumuz anlaşılır.Kapıyı çalarlar, içeri girerler... Çünkü herkesevde olmadığımı düşünüyor. Sokaktan veavludan görüp evde olduğumu anlamasınlar
diye mum bile yakmadım. Çünkü ben evdedeğilsem anahtarları her zaman yanıma alırım.Ben yokken ortalığı toplamak için bile üç dörtgün kimse içeri giremez. Böyle bir düzen vardırburada. Bu yüzden bu gece burada olduğumuzukimse bilmemeli.Prens,— Bir dakika, dedi, geldiğimde kapıcıyla yaşlıkadına Nastasya Filippovna’nın gece buradaolup olmadığını sormuştum. Sanırım onlarbiliyor, değil mi?— Onlara sorduğundan haberim var.Pafnutyevna’ya Nastasya Filippovna’nın dünuğradığını, on dakika kalıp sonra Pavlovsk’adöndüğünü söylemiştim. Gece burada kaldığınıbilmiyorlar, kimse bilmiyor. Dün sessizce,bugün seninle yaptığımız gibi, gizlice girdikiçeri. Yolda hep onun eve gizlice girmemizekarşı çıkacağını düşünüyordum. Ama hiç deöyle olmadı... Fısıltıyla konuşuyor,parmaklarının ucuna basarak yürüyordu. Hışırtıçıkmasın diye eteklerini bile toplamış, elindetutuyordu. Merdivenlerde sessiz olmam için
işaret bile ediyordu bana. Senden çokkorkuyordu. Trende korkudan deli gibiydi,geceyi burada, benim yanımda geçirmekistiyordu. Önce öğretmen eşinin evine götürmeyidüşündüm onu, istemedi! “Sabah erken gelipbulur beni orada, diyordu. Sen evinde saklabeni, yarın ortalık aydınlanır aydınlanmaz doğruMoskova’ya...” Oradan da Orel’de bir yeregitmek istiyordu. Yatıncaya kadar Orel’isayıklayıp durdu...— Dur biraz Parfyon, şimdi ne yapmayıdüşünüyorsun?— Seni merak ediyorum, zangır zangırtitriyorsun çünkü. Geceyi burada geçirelim.Ondan başka yatak yok, ben şöyle düşündüm,iki divanın minderlerini alalım, şuraya, perdenindibine, karyolanın yanına serelim, orada yatalım.Çünkü gelen olursa etrafa bakar, görürler onu,hemen alıp götürürler. Sorguya çekerler beni,ben de anlatırım, benim yaptığımı söylerim,hemen beni de alıp götürürler. O yüzdenyanımızda, seninle benim yanımızda yatsın...Heyecanla onayladı prens:
— Evet, evet!— Demek itiraf etmeyeceğiz, onugötürmelerine izin vermeyeceğiz...— Kesinlikle, dedi prens. Kesinlikle!— Ben de öyle düşündüm. Kesinlikle hiçkimseye vermeyeceğiz onu dostum, hiçkimseye! Bu gece sakin sakin uyuyalım burada.Bu sabah yalnızca bir saatliğine çıktım evden,yoksa sürekli onun yanındaydım. Bir deakşamüzeri senin için çıktım. Ama hava çoksıcak, kokudan korkuyorum. Koku geliyor muburnuna?— Belki de geliyordur, bilmiyorum. Amasabaha kadar sanırım artar.— Muşambayla güzelce sarıp sarmaladım onu,Amerikan muşambasıyla... Muşambanın üzerinetıpası çıkarılmış dört şişe koku giderici JdanovSıvısı yerleştirdim, sonra çarşafı serdim. Şişelerorada şimdi.— Tıpkı... Şu Moskovalı gibi mi?
— Çünkü koku bu kardeşim, kötü koku... Şuanda pek güzel yatıyor orada... Sabah ortalıkaydınlanınca göreceksin. (Prensin çok titremeyebaşladığını, oturduğu yerden kalkamadığınıgörünce şaşkınlık ve korkuyla sordu Rogojin:)Ne o, ayağa kalkamıyor musun?— Bacaklarımı kıpırdatamıyorum, diyemırıldandı prens. Korkudan bu... biliyorum...Korkum geçince kalkabileceğim...— Sen dur, yatağımızı hazırlayayım,uzanırsın... Ben de senin yanına... Dikkatlesesleri dinleriz... Çünkü şu anda bilmiyorumdostum... Hiçbir şey bilmiyorum dostum...dolayısıyla her şeyden haberinin olması içinönceden söylüyorum sana...Yatacakları yeri hazırlarken böyle anlaşılmazşeyler söylüyordu Rogojin.Bu yatak işini belki de daha sabahtankararlaştırdığı belliydi. Bir önceki gece divandayatmıştı. Ama iki kişinin yatması olanaksızdıdivanda, yere minder sermek istiyordu, bununiçin şimdi iki divanın kocaman minderini
güçlükle kaldırıp, odanın öteki ucundanperdenin açık bölümüne taşımıştı. Sonundahazırdı yatak. Prensin yanına gitti, sevgiyle,heyecanla koluna girip kaldırdı onu, hazırladığıyatağa götürdü. Prens yürüyebiliyordu şimdi.Demek “korkusu geçmişti”, ama titremesisürüyordu.Rogojin prensi daha iyi olan soldaki mindereyatırdıktan sonra kendi soyunmadan sağdakineuzandı, ellerini başını altına aldıktan sonra,— Çünkü kardeş... dedi, hava çok sıcak,bildiğin gibi, sıcakta koku... Pencere açmayakorkuyorum, annemde saksı saksı bir sürü çiçekvar, çok da güzel kokuyorlar. Buraya taşımayıdüşündüm onları, ama Pafnutyevna hemenfarkına varır, çok meraklıdır çünkü.— Evet, çok meraklı... dedi prens.— Yoksa çiçekçiden çiçek mi alsak... Heryanına serpiştirsek çiçekleri, ne dersin? Evetdostum, yazık... çiçekler içinde!..Prens bir şey sormak istiyor da, soracağı şeyi
unutmuş gibi,— Ne diyeceğim... dedi. Söyler misin: Onuneyle? Bıçakla mı? Aynı bıçakla mı?— Evet, aynı bıçakla...— Dur! Bir şey daha sormak istiyorum sanaParfyon... Soracağım çok şey var sana... Amaiyisi mi bilmem için en başta şunu söyle senbana: Evlenmemizden önce, kiliseye girmeden,kilisenin kapısında bıçakla öldürmek istiyordunonu değil mi? İstiyor muydun, istemiyormuydun?Rogojin soğuk bir tavırla, hatta bu soruya birazşaşırmış, prensin neden söz ettiğini anlayamamışgibi cevap verdi:— Bunu isteyip istemediğimi bilemiyorum.— Pavlovsk’a gelirken bıçağı hiç yanınaalmıyor muydun?— Hiç almıyordum. (Bir an sustuktan sonraekledi:) Bu bıçakla ilgili yalnızca şunusöyleyebilirim sana Lev Nikolayeviç... Kilitli
sandıktan dün sabah çıkardım onu. Çünkü herşey dün gece saat üçten sonra oldu. Bir kitabınarasındaydı bıçak... Ve... ve... ve tuhafıma gidenne, biliyor musun: Beş altı santim girdi bıçağınucu... tam sol memesinin altına... kan da ancakyarım çorba kaşığı bulaştı giysisine. Hepsi okadarcık...Prens birden korkunç bir heyecanla doğrulduyattığı yerden.— Bu, bu, bu... biliyorum, biliyorum bunu, biryerde okumuştum... İç kanama diyorlar buna...Hiç kan akmadığı bile olurmuş. Demekdoğrudan kalbine gelmiş bıçak...Rogojin birden prensin sözünü kesti:— Dur, duyuyor musun? Duyuyor musun?Rogojin’in yüzüne korkuyla bakarak aynıçabuklukla cevap verdi prens:— Hayır, duymuyorum!— Gelen var! Duymuyor musun? Salonda...İkisi de kulak kesildi.
Kararlı bir sesle fısıldadı prens:— Duydum.— Geliyor mu?— Geliyor.— Kapıyı kilitlesek mi, ne dersin?— Kilitleyelim...Kapıyı kilitleyip tekrar yattılar. Uzun süresessiz kaldılar.Prens birden tekrar hatırlamış, ama unutmaktankorkar gibi yattığı yerden fırladı, aynı heyecanlı,telaşlı sesiyle fısıldadı:— Ah, evet! Evet... evet... şu iskambilkâğıtlarını sormak istiyordum sana... şu iskambilkâğıtlarını! Kâğıtları! Onunla kâğıt oynadığınısöylüyorlar, doğru mu bu?Rogojin bir süre sustuktan sonra,— Evet, dedi.— Nerede... nerede o kâğıtlar?
Bu kez daha uzun süre sustuktan sonra karşılıkverdi Rogojin:— Buradalar... İşte...Kâğıda sarılı bir deste iskambil kâğıdı çıkardıcebinden, prense uzattı. Prens aldı desteyi. Amaşaşırmış gibiydi. Yepyeni, hüzün dolu, sıkıntılıbir duygu dolmuştu içine. Birden şu anda da,uzun zamandan beri de söylemesi gerekenisöylemediğini, yapması gerekeni yapmadığınıanlamıştı. İşte şu anda elinde tuttuğu, eline aldığıiçin öylesine sevindiği bu iskambil kâğıtlarınında bir yararı olamazdı artık. Yattığı yerdendoğrulup ellerini çırptı. Rogojin neler yaptığınıfark etmiyormuş, görmüyormuş gibikıpırdamadan yatıyordu. Ama karanlıkta gözleriparlıyordu. İri iri açıktı gözleri, bakışları dadonuk. Prens kalkıp bir sandalyeye oturdu vekorku içinde bakmaya başladı ona. Yarım saatgeçti aradan. Rogojin birden sessiz olmasıgerektiğini unutmuş gibi yüksek seslebağırmaya, kahkahalar atmaya başladı.— O subayı, subayı... hatırlıyor musun,konserde nasıl şaklatmıştı o subaya kırbacı...
Hatırlıyor musun, ha-ha-ha! Hele o subay adayıöğrenci... hemen koşmuştu yanına...Prens oturduğu sandalyeden yepyeni birkorkuyla ayağa fırladı. Rogojin susunca (birdensusmuştu), prens usulca eğildi üzerine, hemenyanına oturdu, kalbi duracak gibi çarparken, sıksık soluyarak yüzüne bakmaya başladı. Rogojinbaşını ondan yana çevirmiyordu, sanki onunorada olduğunu bile unutmuştu. Prens onabakıyor, bekliyordu. Zaman geçiyordu. Ortalıkaydınlanmaya başlamıştı. Rogojin arada birmırıldanmaya başlıyor, yüksek sesle, kesikkesik, birbiriyle ilgisi olmayan şeylersöylüyordu. Sonra birden bağırmaya, kahkahalaratmaya başlıyordu. Prens titreyen eliniuzatıyordu ona, usulca başına, saçlarınadokunuyor, saçlarını, yanaklarını okşuyordu...Başka bir şey gelmiyordu elinden! Tekrartitremeye başlamıştı, bacakları tutmaz olmuştuyine. Yepyeni, dayanılmaz bir sızı saplanmıştıyüreğine. Bu arada ortalık da iyiceaydınlanmıştı. Sonunda bitkin bir durumda,umutsuz, uzandı mindere, yüzünü Rogojin’inkıpırtısız yüzüne bastırdı. Gözyaşları Rogojin’in
yanaklarına akıyordu. Ancak belki de gözyaşıdöktüğünün farkında değildi o anda, bilmiyorduağladığını...Saatler sonra kapı açıldı, insanlar girdi odaya.Katili bulduklarında bilinci yerinde değildi,ateşler içinde yanıyordu. Prens onun yanındaminderde kıpırdamadan, sessizce oturuyor, hastaher bağırmaya veya sayıklamaya başladığındahemen titreyen elini uzatıp onu sakinleştirmekister gibi saçlarını, yanaklarını okşuyordu. Amaartık hiçbir şey anlamıyordu, kendisine nelersorulduğunu da fark edemiyordu; odayagirenlerin, çevresini kuşatmış olanların hiçbirinide tanımıyordu. Şimdi Şneyder gelmiş olsaydıİsviçre’den, eski öğrencisi ve hastasını böylegörseydi, İsviçre’de onu tedavi etmeye başladığıilk yılda bazen böyle olduğunu söyler, elinisallayıp o zaman söylediğinin aynısını söylerdi:“Budala!”
SONUÇDul öğretmen eşi hemen Pavlovsk’a gitmiş,dünden beri sinirleri çok bozuk olan DaryaAlekseyevna’nın evinde almış soluğu, bildiğiher şeyi anlatmış ona, kadıncağızı çokkorkutmuş. İki kadın hemen Lebedev’legörüşmeye karar vermişler. Kiracısının dostu veev sahibi olarak Lebedev de büyük bir heyecanakapılmış, Vera bildiği her şeyi anlatmış.Lebedev’in önerisi üzerine, “olması çokmuhtemel” olayı önlemek için üçü birliktePetersburg’a gitmeye karar vermişler. Böyleceertesi gün saat on bir sularında Rogojin’indairesinin kapısı polis eşliğinde Lebedev’in,hanımların ve Rogojin’in ek binada oturankardeşi Semyon Semyonoviç Rogojin’inyanında açılmış. Ne yapılabileceğine kararverilmesinde en çok, dün ParfyonSemyonoviç’in konuğuyla ana kapıdangizlenerek girdiğini gören kapıcının anlattıklarıyararlı olmuş. Kapıcının bu anlattıklarındansonra, zil sesine açılmayan kapıyı hiçdüşünmeden kırmışlardı.
Beyin iltihabından iki ay yattı Rogojin,iyileşince soruşturma ve yargılama başladı.Duruşmalarda Rogojin her şeyi öylesine kesin,eksiksiz, doyurucu bir biçimde anlattı ki, dahabaşlangıçta prensin olayla ilgisinin olmadığınakarar verildi. Dava süresince Rogojin son derecesessizdi. İşlenen suçun olaydan önce başlamışbeyin iltihabının bir sonucu olduğunu,müvekkilinin cinayeti, çektiği derin acıyüzünden işlediğini pek başarılı bir biçimdeanlatan avukatının söylediklerine hiç itirazetmedi Rogojin. Ama avukatın sözlerinidestekleyecek bir şeyler de eklemedi ve olayıolduğu gibi her ayrıntısıyla doğruladı. Hafifleticinedenler göz önüne alınarak on beş yılSibirya’da sürgün cezasına çarptırıldı. Kararısoğukkanlılıkla, ağzını açıp bir şey söylemeden,“dalgın” dinledi. Önceki çılgın günlerindeharcadığı büyük servetinin kalan çok küçükbölümü (buna pek sevinen) kardeşi SemyonSemyonoviç’e kaldı. Yaşlı hanım Rogojina hâlâyaşıyor ve arada bir sevgili oğlu Parfyon’uhatırlar gibi oluyor, ama bulanık olarak... Hüzündolu evinin üzerine çöken felaketin bilincine
varmaktan aklını da, kalbini de korumuştu Tanrı.Lebedev, Keller, Gavrila, Ptitsın, öykümüzündaha birçok kahramanı eskisi gibi sürdürüyoryaşamlarını. Onlar için çok az değişiklik oldu,bu nedenle onlarla ilgili anlatmamız gereken pekbir şey yok. İppolit, Nastasya Filippovna’nınölümünden iki hafta sonra, korkunç bunalımlariçinde, beklenildiğinden biraz erken öldü. Bütünbu olaylar Kolya’yı çok sarstı. NastasyaFilippovna olayı derinden etkilemişti onu.Annesiyle arası çok iyi şimdi. Yaşına göre fazladüşünceli olduğundan Nina Aleksandrovnakaygılanıyor onun için. İleride belki de birişadamı olacak. Bu arada biraz da onun çabalarısonucu prensin ilerideki yaşamı biçimlendi:Kolya son zamanlarda tanıdığı insanlar arasındabaşından beri belki de en çok YevgeniyPavloviç Radomskiy’i önemsiyordu. Önce doğruona gitmiş, olan bitenle ilgili bildiklerini, prensindurumunu anlatmıştı. Yanılmamıştı Kolya:Yevgeniy Pavloviç zavallı “budala”nındurumuyla çok yakından ilgilendi, onun çabası,ilgisi sonucu prens tekrar yurtdışına, Şneyder’inİsviçre’deki sağlık kurumuna gitti. Uzun süre
Avrupa’da yaşamak niyetiyle yurtdışına giden,kendini açıkyüreklilikle “Rusya’da bütünüylegereksiz bir insan” olarak niteleyen YevgeniyPavloviç, eski dostunu İsviçre’de oldukça sık, enazından birkaç ayda bir ziyaret ediyor. Bu aradaŞneyder her ziyaretinde onunla başını iki yanasallayarak daha bir umutsuz konuşuyor.Hastanın akıl yeteneklerinde bir bozulmanın sözkonusu olduğunu söylüyor, ama şimdilikhastalığın tedavi edilemez olduğunu kesinsöylememekle birlikte, son derece üzücübirtakım durumlar ima etmekten de gerikalmıyor. Yevgeniy Pavloviç’i derindenetkiliyor bu. Gerçekten de iyi yürekli bir insandı.Kolya’dan aldığı mektuplara arada bir cevapyazmasıyla bile kanıtlıyordu bunu. Ayrıcakişiliğinin tuhaf bir özelliği daha çıkmıştı ortaya.İyi bir özellik olduğu için hemen açıklıyoruzbunu: Şneyder’in sağlık kurumunu herziyaretinden sonra Kolya’nın dışında,Petersburg’da başka birine daha, prensinhastalığının son durumuyla ilgili çok ayrıntılı,sevgi dolu bir mektup yazıyordu. Yazdığı bumektuplarda kimi zaman (giderek sıklaşarak)
saygı dolu bir bağlılığın yanında, içtenlikleaçıklanan kişisel görüşleri, düşünceleri,duyguları, kısacası dostça, yakın duygularabenzer bir şeyler daha yer almaya başlamıştı.Yevgeniy Pavloviç’le (hayli seyrek de olsa)mektuplaşan, onun ilgisini ve saygısınıböylesine kazanan kişi Vera Lebedeva’danbaşkası değildi. Bu ilişkinin nasıl başladığıkonusunda kesin bir bilgi edinemedik. Prensindurumu nedeniyle başlamış olsa gerek. VeraLebedeva prensin hastalığına üzüntüsündenhastalanmıştı bile. Ne var ki bu tanışıklığın,yakınlaşmanın nasıl geliştiğini bilmiyoruz. Bumektuplardan söz etmemizin amacı, bazılarındaYepançin ailesiyle, daha çok da Aglayaİvanovna Yepançina’yla ilgili birtakım bilgilerinbulunmasıdır. Yevgeniy Pavloviç Paris’tenyazdığı oldukça karışık bir mektupta,Aglaya’nın Polonyalı göçmen bir kontla kısasüren alışılmadık bir aşk yaşadıktan sonra,olayın büyük bir skandalla sonuçlanacağabenzemesi üzerine anne babasının ister istemezgösterdikleri rızayla, o kontla ansızın evlendiğiniyazıyordu. Sonra altı ay mektup gelmedi
Yevgeniy Pavloviç’ten. Petersburg’daki mektuparkadaşı altı ay sonra uzun, ayrıntılı bir mektupaldı. Yevgeniy Pavloviç İsviçre’de ProfesörŞneyder’i son ziyaretinde orada (işleri nedeniylePetersburg’da kalan İvan Fyodoroviç dışında)Yepançinler’le ve Prens Ş. ile karşılaştığınıyazıyordu. Bu karşılaşma pek tuhafmış.Yevgeniy Pavloviç’i bir çeşit sevinçlekarşılamışlar. Adelaida ile Aleksandra “Zavallıprens için yaptıkları” karşısında ona minnettarolduklarını söylemişler. Lizaveta Prokofyevnaprensi öyle hasta, perişan durumda görünce içisızlamış, ağlamaya başlamış. Prensin her şeyinibağışladıkları belliymiş. Bu arada Prens Ş.zekice, neşelendirici birkaç şey söylemiş.Yevgeniy Pavloviç’e Prens Ş. ile Adelaida henüzuyumlu bir çift olamamışlar gibi gelmiş, amacoşkulu Adelaida’nın bir süre sonra Prens Ş.’ninaklına ve deneyimlerine gönülden boyun eğecekgibi göründüğünü düşünüyormuş. Öte yandan,ailenin başından geçenler, aldığı derslerAdelaida’yı çok derinden üzmüş, en çok daAglaya’nın göçmen kontla yaşadığı sonolaylar... Aglaya’nın o kontla evlenmesine izin
verilmesinden sonra ailenin korkuyla beklediğiher şey, (hiç akıllarına gelmeyen sürprizlerin deeklenmesiyle) gerçekleşmiş. Kontun aslındakont falan olmadığı, göçmen olmasına göçmen,ama karanlık geçmişi olan bir göçmen olduğuanlaşılmış. Aglaya’yı içini yakan yurt özlemininbüyüklülüğünü, soyluluğunu anlatarak öylesineetkilemiş ki, kızcağız evlenmeden öncePolonya’nın kurtuluşu için yurtdışında kurulanderneklerden birine üye olmuş, üstelik günahçıkartmak için gittiği ünlü bir Katolik papazınetkisinde kalıp neredeyse aklını yitirecekduruma gelmiş. Kontun Lizaveta Prokofyevnaile Prens Ş.’ye neredeyse çürütülemez kanıtlarlavar olduğunu söylediği çok büyük malvarlığınınise gerçek olmadığı anlaşılmış. Ayrıca kont veünlü Katolik papaz nikâhtan altı ay kadar sonraailesiyle Aglaya’nın arasını açmayı başarmışlar,öyle ki ailesinden hiç kimse birkaç aygörememiş Aglaya’yı... Sözün kısası, anlatılacakçok şey varmış, ama Lizaveta Prokofyevna,kızları, hatta Prens Ş. bile bütün bu “tedhiş”tenöylesine şaşkın bir durumdaymışlar ki,Yevgeniy Pavloviç’e (onun Aglaya
İvanovna’nın son olayından haberdar olduğunuçok iyi bilmelerine karşın) bu olaydan sözetmeye korkmuşlar. Zavallı LizavetaProkofyevna Rusya’ya dönmek istiyormuş,bunun nedeni olarak da yurtdışının kötülüklerinianlatmaya çalışıyormuş Yevgeniy Pavloviç’e,şöyle diyormuş: “Hiçbir yerde doğru dürüstekmek pişiremiyorlar, kışları da bodrumlardakifareler gibi soğuktan titreyip duruyorlar.” Onutanıyamayan prensi göstererek sürdürmüşkonuşmasını: “Hiç değilse burada, bu zavallınınbaşucunda bir Rus gibi ağlayabildim!” Dahasonra Yevgeniy Pavloviç’ten ayrılırkenneredeyse öfkeli şöyle demiş: “Avrupahayranlığını bırakalım artık, aklımızı başımızatoplayalım. Burada her şey, bütün buyurtdışınız... bütün bu Avrupa’nız... hepsi hayalbunların, yurtdışındaki biz Ruslar da hayaldenbaşka bir şey değiliz... unutmayın bu dediğimiileride görüp anlayacaksınız!”17 Ocak 1869
[ ]1 Lermontov’un “Gazeteci, Okur ve Yazar”başlıklı şiirine gönderme (ç.n.)
[ ]2 Sizi seviyorum Mari. (Fr.) (ç.n.)
[ ]3 Günaydın bizim iyi yürekli Mari’miz. (Fr.)(ç.n.)
[ ]4 Seni seviyoruz Mari. (Fr.) (ç.n.)
[ ]5 Leon gidiyor, Leon ebediyyen gidiyor!(Fr.) (ç.n.)
[ ]6 Varvara isminin batıdaki karşılığı Barbara,kısaltmasıysa Babette’dir. (ç.n.)
[ ]7 Okuyucuya not (Fr.) (ç.n.)
[ ]8 Kocam yanılıyor. (Fr.) (ç.n.)
[ ]9 Yanılıyorlar (Fr.) (ç.n.)
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 877
- 878
- 879
- 880
- 881
- 882
- 883
- 884
- 885
- 886
- 887
- 888
- 889
- 890
- 891
- 892
- 893
- 894
- 895
- 896
- 897
- 898
- 899
- 900
- 901
- 902
- 903
- 904
- 905
- 906
- 907
- 908
- 909
- 910
- 911
- 912
- 913
- 914
- 915
- 916
- 917
- 918
- 919
- 920
- 921
- 922
- 923
- 924
- 925
- 926
- 927
- 928
- 929
- 930
- 931
- 932
- 933
- 934
- 935
- 936
- 937
- 938
- 939
- 940
- 941
- 942
- 943
- 944
- 945
- 946
- 947
- 948
- 949
- 950
- 951
- 952
- 953
- 954
- 955
- 956
- 957
- 958
- 959
- 960
- 961
- 962
- 963
- 964
- 965
- 966
- 967
- 968
- 969
- 970
- 971
- 972
- 973
- 974
- 975
- 976
- 977
- 978
- 979
- 980
- 981
- 982
- 983
- 984
- 985
- 986
- 987
- 988
- 989
- 990
- 991
- 992
- 993
- 994
- 995
- 996
- 997
- 998
- 999
- 1000
- 1001
- 1002
- 1003
- 1004
- 1005
- 1006
- 1007
- 1008
- 1009
- 1010
- 1011
- 1012
- 1013
- 1014
- 1015
- 1016
- 1017
- 1018
- 1019
- 1020
- 1021
- 1022
- 1023
- 1024
- 1025
- 1026
- 1027
- 1028
- 1029
- 1030
- 1031
- 1032
- 1033
- 1034
- 1035
- 1036
- 1037
- 1038
- 1039
- 1040
- 1041
- 1042
- 1043
- 1044
- 1045
- 1046
- 1047
- 1048
- 1049
- 1050
- 1051
- 1052
- 1053
- 1054
- 1055
- 1056
- 1057
- 1058
- 1059
- 1060
- 1061
- 1062
- 1063
- 1064
- 1065
- 1066
- 1067
- 1068
- 1069
- 1070
- 1071
- 1072
- 1073
- 1074
- 1075
- 1076
- 1077
- 1078
- 1079
- 1080
- 1081
- 1082
- 1083
- 1084
- 1085
- 1086
- 1087
- 1088
- 1089
- 1090
- 1091
- 1092
- 1093
- 1094
- 1095
- 1096
- 1097
- 1098
- 1099
- 1100
- 1101
- 1102
- 1103
- 1104
- 1105
- 1106
- 1107
- 1108
- 1109
- 1110
- 1111
- 1112
- 1113
- 1114
- 1115
- 1116
- 1117
- 1118
- 1119
- 1120
- 1121
- 1122
- 1123
- 1124
- 1125
- 1126
- 1127
- 1128
- 1129
- 1130
- 1131
- 1132
- 1133
- 1134
- 1135
- 1136
- 1137
- 1138
- 1139
- 1140
- 1141
- 1142
- 1143
- 1144
- 1145
- 1146
- 1147
- 1148
- 1149
- 1150
- 1151
- 1152
- 1153
- 1154
- 1155
- 1156
- 1157
- 1158
- 1159
- 1160
- 1161
- 1162
- 1163
- 1164
- 1165
- 1166
- 1167
- 1168
- 1169
- 1170
- 1171
- 1172
- 1173
- 1174
- 1175
- 1176
- 1177
- 1178
- 1179
- 1180
- 1181
- 1182
- 1183
- 1184
- 1185
- 1186
- 1187
- 1188
- 1189
- 1190
- 1191
- 1192
- 1193
- 1194
- 1195
- 1196
- 1197
- 1198
- 1199
- 1200
- 1201
- 1202
- 1203
- 1204
- 1205
- 1206
- 1207
- 1208
- 1209
- 1210
- 1211
- 1212
- 1213
- 1214
- 1215
- 1216
- 1217
- 1218
- 1219
- 1220
- 1221
- 1222
- 1223
- 1224
- 1225
- 1226
- 1227
- 1228
- 1229
- 1230
- 1231
- 1232
- 1233
- 1234
- 1235
- 1236
- 1237
- 1238
- 1239
- 1240
- 1241
- 1242
- 1243
- 1244
- 1245
- 1246
- 1247
- 1248
- 1249
- 1250
- 1251
- 1252
- 1253
- 1254
- 1255
- 1256
- 1257
- 1258
- 1259
- 1260
- 1261
- 1262
- 1263
- 1264
- 1265
- 1266
- 1267
- 1268
- 1269
- 1270
- 1271
- 1272
- 1273
- 1274
- 1275
- 1276
- 1277
- 1278
- 1279
- 1280
- 1281
- 1282
- 1283
- 1284
- 1285
- 1286
- 1287
- 1288
- 1289
- 1290
- 1291
- 1292
- 1293
- 1294
- 1295
- 1296
- 1297
- 1298
- 1299
- 1300
- 1301
- 1302
- 1303
- 1304
- 1305
- 1306
- 1307
- 1308
- 1309
- 1310
- 1311
- 1312
- 1313
- 1314
- 1315
- 1316
- 1317
- 1318
- 1319
- 1320
- 1321
- 1322
- 1323
- 1324
- 1325
- 1326
- 1327
- 1328
- 1329
- 1330
- 1331
- 1332
- 1333
- 1334
- 1335
- 1336
- 1337
- 1338
- 1339
- 1340
- 1341
- 1342
- 1343
- 1344
- 1345
- 1346
- 1347
- 1348
- 1349
- 1350
- 1351
- 1352
- 1353
- 1354
- 1355
- 1356
- 1357
- 1358
- 1359
- 1360
- 1361
- 1362
- 1363
- 1364
- 1365
- 1366
- 1367
- 1368
- 1369
- 1370
- 1371
- 1372
- 1373
- 1374
- 1375
- 1376
- 1377
- 1378
- 1379
- 1380
- 1381
- 1382
- 1383
- 1384
- 1385
- 1386
- 1387
- 1388
- 1389
- 1390
- 1391
- 1392
- 1393
- 1394
- 1395
- 1396
- 1397
- 1398
- 1399
- 1400
- 1401
- 1402
- 1403
- 1404
- 1405
- 1406
- 1407
- 1408
- 1409
- 1410
- 1411
- 1412
- 1413
- 1414
- 1415
- 1416
- 1417
- 1418
- 1419
- 1420
- 1421
- 1422
- 1423
- 1424
- 1425
- 1426
- 1427
- 1428
- 1429
- 1430
- 1431
- 1432
- 1433
- 1434
- 1435
- 1436
- 1437
- 1438
- 1439
- 1440
- 1441
- 1442
- 1443
- 1444
- 1445
- 1446
- 1447
- 1448
- 1449
- 1450
- 1451
- 1452
- 1453
- 1454
- 1455
- 1456
- 1457
- 1458
- 1459
- 1460
- 1461
- 1462
- 1463
- 1464
- 1465
- 1466
- 1467
- 1468
- 1469
- 1470
- 1471
- 1472
- 1473
- 1474
- 1475
- 1476
- 1477
- 1478
- 1479
- 1480
- 1481
- 1482
- 1483
- 1484
- 1485
- 1486
- 1487
- 1488
- 1489
- 1490
- 1491
- 1492
- 1493
- 1494
- 1495
- 1496
- 1497
- 1498
- 1499
- 1500
- 1501
- 1502
- 1503
- 1504
- 1505
- 1506
- 1507
- 1508
- 1509
- 1510
- 1511
- 1512
- 1513
- 1514
- 1515
- 1516
- 1517
- 1518
- 1519
- 1520
- 1521
- 1522
- 1523
- 1524
- 1525
- 1526
- 1527
- 1528
- 1529
- 1530
- 1531
- 1532
- 1533
- 1534
- 1535
- 1536
- 1537
- 1538
- 1539
- 1540
- 1541
- 1542
- 1543
- 1544
- 1545
- 1546
- 1547
- 1548
- 1549
- 1550
- 1551
- 1552
- 1553
- 1554
- 1555
- 1556
- 1557
- 1558
- 1559
- 1560
- 1561
- 1562
- 1563
- 1564
- 1565
- 1566
- 1567
- 1568
- 1569
- 1570
- 1571
- 1572
- 1573
- 1574
- 1575
- 1576
- 1577
- 1578
- 1579
- 1580
- 1581
- 1582
- 1583
- 1584
- 1585
- 1586
- 1587
- 1588
- 1589
- 1590
- 1591
- 1592
- 1593
- 1594
- 1595
- 1596
- 1597
- 1598
- 1599
- 1600
- 1601
- 1602
- 1603
- 1604
- 1605
- 1606
- 1607
- 1608
- 1609
- 1610
- 1611
- 1612
- 1613
- 1614
- 1615
- 1616
- 1617
- 1618
- 1619
- 1620
- 1621
- 1622
- 1623
- 1624
- 1625
- 1626
- 1627
- 1628
- 1629
- 1630
- 1631
- 1632
- 1633
- 1634
- 1635
- 1636
- 1637
- 1638
- 1639
- 1640
- 1641
- 1642
- 1643
- 1644
- 1645
- 1646
- 1647
- 1648
- 1649
- 1650
- 1651
- 1652
- 1653
- 1654
- 1655
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 1000
- 1001 - 1050
- 1051 - 1100
- 1101 - 1150
- 1151 - 1200
- 1201 - 1250
- 1251 - 1300
- 1301 - 1350
- 1351 - 1400
- 1401 - 1450
- 1451 - 1500
- 1501 - 1550
- 1551 - 1600
- 1601 - 1650
- 1651 - 1655
Pages:
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 1000
- 1001 - 1050
- 1051 - 1100
- 1101 - 1150
- 1151 - 1200
- 1201 - 1250
- 1251 - 1300
- 1301 - 1350
- 1351 - 1400
- 1401 - 1450
- 1451 - 1500
- 1501 - 1550
- 1551 - 1600
- 1601 - 1650
- 1651 - 1655
Pages: